Çocukluk yıllarından hatırlıyorum, şehir merkezinde bir sabah ya da kuşluk vakti develerle çehiz götürülüyordu. Develer Maraş’ın Bahtiyar yokuşunu tırmanırken boyunlarındaki çıngıraklar ahenkli bir ses dalgası oluşturuyordu. Develerin yükleri çeşitli rengârenk çehizlerle dolu idi. Anam, bana, hem çehiz taşımanın önemini hem de düğün geleneklerini yaşımla uyumlu bir şekilde anlatmaya çalışıyordu. Rahmetli anam o kadar güzel anlatmış olmalı ki aradan 60 küsür yıl geçmesine rağmen anlattıkları halen hatırımda.
Bir zamanlar bu ülkede, bu ülkenin Doğu’sunda, Batı’sında, Kuzey’inde, Güney’inde düğün, bayram, cenaze geleneklerimiz vardı. Bunlar önemli bir yer tutardı hayatımızda. Bu üç hususda tesadüfen yaşanmazdı. Belirli bir kaide ve kurallarla bezenmişti düğünlerimiz, bayramlarımız ve cenaze merasimlerimiz..
İzninizle bu makalemde şimdilerde neredeyse tamamen unutulan Maraş merkezli düğünleri anlatmak istiyorum.
İsterseniz kendi düğünümden başlayayım. 1967 yılının son günlerinde anam: ‘’ Falancanın kızı benim hoşuma gidiyor, istersen Maraş’a git dayın ve teyzen o kızı sana istesinler..’’dedi. Zira o tarihlerde ben Ankara’da görevliyim, Babam da vefat ettiği için Annem ve kardeşlerimle Ankara’dayız.
Teyzem ve dayım kızı istediler. Onlar da hiç teklemeden ‘’evet’’ dediler. Ertesi gün çarşıya inildi. Nişan yüzükleri alındı ve o akşam da yüzükler takıldı. Ben de aynı akşam Ankara’ya dönmek üzere otobüse bindim. Mayıs 1968’in bir günü tekrar Maraş’a gittim. Bu kez nikah için Maraş’tayım. Eski belediye binasında nikah memurunun karşısına geçtik, şahitlerin huzurunda nikahımız (resmi ) kıyıldı. Nikahlımı anası-babası aldı evlerine götürdü. Zira şer’i nikah olmadığı için mahremiyet devam ediyordu. Ben de tekrar Ankara’ya döndüm.. Dolayısıyla şimdiki gençler gibi elektrik alma da verme de olmadı ! Hani şimdi gençler elektrik alamadım diyor ya!
Eylül 1968’e kadar birbirimizi görmedik. Eylül’ün ikinci haftası Pazar günü kız evine tam donanımlı bir koç gönderdik. Bu kurbana Maraş lisanında ‘’tohumgavut’’ derlerdi. Şimdi bu tabiri bilen-anlayan var mı bilmiyorum. Pazartesi günü bu koçun etinden yakın çevre için kız tarafı ‘’çiğ köfte’’ ziyafeti verirlerdi. Salı günü özellikle oğlan evi de düğün yemeği yapardı ve düğüne gelenlere bu yemek ikram edilirdi. Bizde de öyle oldu. Aynı gün kadınlar ayrı, erkekler ayrı olmak üzere Maraş tabiri ile ‘’alay çalgısı’’ (bando) eşliğinde eğlence tertibi yapılırdı. Çarşamba günü sabah kuşluk vakti önceleri deve ve atlarla ama benim düğünümde kamyonla aptal davulu eşliğinde çehiz almaya gidildi. Tabii bu arada kamyonda da yakın dostlar şamata yaparak çehici alıp-gelmeye özen gösterirler. Çarşamba günü öğleden sonra gelin getirilir. Yine gelin gelmeden önce kız evine şerbete gidilir. Şerbete gidişte ayrı bir merasim tabi. Önde erkekler arkada kadınlar yaya olarak kız evine gidilir. Orada şerbet ikramı yapılır, ikram bardağına ya da tabağına katılımcılar ‘’bahşiş’’ bırakırlar. Öğleden sonra yakın çevrelerin kiraladıkları taksilerle gelin alınır, şehirde belirli yerlerde bir tur atılır. Bizim gelin arabaları da Maraş Erkenez köprüsüne kadar gittiler, ardından mezarlık etrafında bir tur attıktan sonra gelin eve getirildi. O gün yine çeşitli etkinlikler devam ettirilir. Çarşamba gününden Perşembe akşamına kadar geline yakın yaşlarda olan birisi ona mihmandarlık yaparak, gelin geldiği ailenin ilgili özelliklerini, evin mahiyetini, kurallarını, ailenin nelere önem verip, vermediğini anlatır, evini gezdirir ve o bir günlük eğitimle gelini hem evliliğe hem de aileye yakın olmaya hazırlar. Perşembe akşamı velime yemeği verilir. Bu yemeğe genelde çok yakın olan dost ve akrabanın yanı sıra daha çok fakir-fukara davet edilir. Yemek sonrası damat giydirilir. En yakın camii’nin hocası nikah için davet edilir. Hoca nikahı kıydıktan sonra yakın çevre eşliğinde camiye yatsı namazına gidilir.
Namaz sonrası tekbirlerle damat evin önüne getirilir, dualar yapılır, damat büyüklerin ellerini öper ve evine girer. Cuma sabahı damadın en yakın arkadaşlarından birisi erken saatlerde damadı alır ve sabah namazına genelde Ulu Cami’ye götürür. Sonrasında: ‘’Allah yolunu açık etsin. Rabbim mutluluklar versin’’ der, damadı serbest bırakır. Cuma günü ‘’duvak’’ tabir edilen ritüel ile düğün merasimi sona erer.
Şer’i nikah dedim ya, bu nikahın benim şahsımda özel bir yeri var. Şöyle ki o gün, babamın son sabah namazını arkasında kıldığı (3 Eylül 1956) Şekerli Camii İmamı Şakir Hoca, kendilerini nikahımı kıyması için davet edildiğinde: ‘’Ben o genci uzun bir zamandan beri cemaatte görmüyorum, ben bu nikahı kıyamam.’’ diyor. Caminin müezzini ‘’Edovun Mehmet Hoca’’ geldi ve şer’i nikahı kıydı. Ben, o günde Şakir Hoca’ya kızmadım, bugünde kızmıyorum. Zira sonrasında kendilerini ziyaretimde de gerekli izahı yaptığı gibi, çeşitli sorularıma cevaben bir cümlesini de paylaşmak isterim. Hocaya sordum: “Hocam! Siz cemaatle namazda hem sünnetleri cemaatin huzurunda kılmıyorsunuz, hem de tesbihata vb hususlara katılmıyorsunuz?” Hocanın cevabı: “Evladım! Farz olan ibadetleri gizlemek şirk alameti, nafile olan ibadetleri alenileştirmek de riya alametidir. Müslüman bu ikisinden de sakınmalıdır.’’ Hasılı bu ülkede Osmanlı bakiyesi böyle hocalar da vardı…
Son söz ben, bu gün mütedeyyin Müslümanların bile düğünlerini anlayamıyorum. Kur’an ile başlayan düğün dansla şekilleniyor. Çeşitli oyun havası ile sona eriyor. Allah aşkına tamam kabul zaman değişti, insanların anlayış ve algıları değişti. Peki! Bu değişiklikleri, İslami esas ve İslam ile çatışmayan geleneklerimizi yeniden ihya etme zamanı gelmedi mi? Toplumun ve çocuklarımızın hatırına günah işleme özgürlüğümüz mü var? Unutmayalım Peygamberler geldikleri toplumların kurallarına değil; Allah’ın indirdiği kurallara göre hareket ettiler. Neredeyse bizim cenahın düğünlerinde mutad hale gelen bir dua var: Hz. Adem ve Hz. Havva validemizin, Hz. Muhammed(sav) ile Hz. Hatice validemizin, Hz. Ali ile Hz. Fatıma validemizin saadeti gibi saadetler dileriz.
Oysa onlar gibi yaşamayan çifte bu dua fayda eder mi? Onun için geliniz yeniden kendimize çeki düzen verelim, dünyamızı Allah’ın rızasına göre yaşayalım ki; ahret hayatımız mamur olsun.. Kendi hükmümüz altında olan dairedeki fiil ve eylemlerimizi İslam’ın değişmezleri ile çatışmayacak şekilde yeniden tanzim edelim ve hayatımıza uyarlayalım.
Başkalarına benzeyerek Allah’a yakîn olunmaz…
Her Taraf / Süleyman Arslantaş
Allah ecrinizi versin Süleyman ağabey. İnsanlar mümin ya da müslim olmaktan azad olup, ‘mütedeyyin’, ‘dini hassasiyetleri olan’ ve ‘muhafazakar’ olunca, düğünleri de mümin ve müslim olmaktan çıktı, doğal olarak.
Söz düğünden açılmışken yakınlarından birisinin oğlu evleniyordu, bizde salona gitmemek için önceden eve vardık ve göz aydınlığı yaptık (yapmak zorundaydık). İşin acı tarafı şu; akrabamızın önceki gelini öyle bir süslenmiş ki kendi çocuğu annesini tanıyamadığı için annesinin kucağına varmadı. İster ağlayın ister Gül’ün tercih sizin. Sevgili Süleyman abi durumlar vahim. Ama birileri buna direnmeli.