Öncelikle “Adana mutabakatı”hadisesinin bir “Putin sürprizi”olduğuna işaret etmek gerekiyor. Sürpriz, bizim için. Çünkü o ana kadar gündemimizde bu konu yok. Mutabakat bizimle Suriye arasında olmuş ama 21 yıl önce imzaladığımız belge, 8 yıldan beri boğuştuğumuz bir arenada aklımıza gelmemiş.
Ne hissetmiştir Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’in konuşmasında “Adana mutabakatı” diye bir belgeden bahsedilince?
Dışişleri bu söz söylenir söylenmez herhalde harıl harıl mutabakat metnini bulmaya ve orada ne söylendiğine bakmaya çalışmıştır.
Rus Dışişleri’nin hafızası ve bizim Dışişlerimizin hafızası…
Adana mutabakatı hadisesinin, “dış politikanın neleri gerektirdiği, neleri zaruri kıldığı” noktasından da bakarak değerlendirilmesi lâzım.
İkinci konu, mutabakatın gündeme getirilmesinin Rus dış politikası için nasıl bir anlam taşıdığı hususudur. Belli ki ülkeler, başka ülkenin kara kaşı kara gözü için formül üretmezler. Suriye’de bir Rus politikası vardır ve Putin’in bu sürprizi de Türkiye’nin önüne bir imkan açıyor gibi yaparak, bizi kendi pozisyonuna uygun noktaya getirmektir. Öyle “uygun bir nokta”bizim için de uygun olabilir, olmayabilir onun için ‘yeme’ saldırmadan önce bir kere daha değerlendirme yapmak faydalıdır.
**
Süreci okursak:
* Mutabakat, Türkiye ile Suriye arasındadır. O gün Suriye’de Türkiye’nin muhatap kabul ettiği bir yönetim vardır. Evet, Öcalan ve PKK varlığı sebebiyle gerilim söz konusudur, iş Türkiye’nin askeri müdahale kararlılığını sergilemeye kadar varmıştır, ama işte buna rağmen bu mutabakat gerçekleşmiştir. Mutabakat iki ana maddeyi içermektedir: Bir, Suriye yönetimi PKK varlığına son verecektir, iki bunu başaramazsa Türkiye’nin Suriye topraklarında terör odaklarına karşı harekat yapma hakkı vardır.
* Mutabakat yeniden gündeme gelince neresinden tutulacağı sorunu ortaya çıkmıştır. Suriye’de Türkiye-Rusya (ve İran) paydaşlığı var. Ama farklar da var. Fark, özellikle Şam yönetiminin meşruiyyeti noktasında oluşmuş bulunuyor. Muhtemel ki Putin Türkiye’yi 1998 noktasına çekmek istiyor. Zımnen (acaba açıktan da söyledi mi?) diyor ki: Şam’la ilişkileri yenileyin. Onlar Türkiye’ye yönelik tehdidi bertaraf etme, olmadığı takdirde de Türkiye’nin askeri harekat yapmasını kabul sözü versinler.
* Türkiye mutabakatın, bir başka aktör tarafından olsa bile yeniden gündeme gelmesini önemsedi. Mutabakatın ikinci şıkkı, yani “müdahale hakkı”nı öne çıkardı. Cumhurbaşkanı şöyle dedi: “Mutabakat herhangi bir olumsuz gelişmede Türkiye’nin o topraklara girmesinin önünü açıyor”Mutabakat gündeme gelince “Ya Suriye yönetimini muhatap almak!”boyutunun sorulması kaçınılmaz olarak devreye giriyor. Orada ise (en azından şimdilik) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bir milyona yakın insanın ölümüne sebep olmuş, milyonları göçe zorlamış biriyle üst düzeytemasımız olmaz” sözü var. Sonra şu ifadeler: “Birkaç ay bekler, sözler tutulmazsa güvenli bölgeyi biz oluştururuz. Bedeli olacaksa onu da ödemeye hazırız”
* Bunlar, Putin’le Moskova buluşmasından sonraki sözler. Sanki Putin’e “Adana mutabakatının içinin ancak böyle doldurulmasını kabul ederiz” der gibi bir çıkış. Henüz Putin’den ya da Rus diplomasisinden bir yorum gelmiş değil. Rusya Esed’den vaz mı geçecek, yoksa Türkiye Esed’e razı mı olacak, bu önümüzdeki günlerin cevaplayacağı bir soru. Tabii ABD devreden çıkmış değil. “Kürtler” konusu, kimi zaman PYD’yi örterek kimi zaman açığa çıkararak pazarlığa dahil.
* Şunu söyleyeyim: Dış politikada da (iç politikada olduğu gibi) bir günün çok uzun olduğunu gözlemliyoruz.
Maduro meselesi
Buradan bakınca “Biz Maduroyuz”kampanyalarını çok erken heyecanlar olarak gördüğümü belirtmek isterim. Venezuela, Chavez, Maduro okumaları “Demokrasi, seçilmişlik, darbe, dış müdahale” gibi tek düze bir hadiseyi sunmuyor. Amerika’nın bagajı olduğu gibi Maduro’nun da bagajı var. Birlikte görünülen Çin’in, Rusya’nın da bagajı var. Türkiye ile paralellik kurmak taşınamayacak imaj yükü de getirebilir. Biraz daha okuma derim ben. Devlet tavrını ortaya koyarken de. (Okumayan varsa dünkü Karar’da yer alan Yıldıray Oğur’un ‘Hepimiz -neyse ki- Maduro değiliz” başlıklı yazısı ile İsmail Kılıçaslan’ın Yeni Şafak’taki “Ne Maduro ne USA, tam bağımsız Venezuela” yazısını okumalarını tavsiye ederim.)
Karar / Ahmet Taşgetiren