Geçenlerde ilginç bir araştırma sonucuyla karşılaştım.
Bu araştırmaya göre iyi bir eğitim ve iş kariyerine sahip olan babaların çocukları, okulda daha başarılı oluyor. Ama annelerin eğitim seviyesi ve iş kariyeri yükseldikçe, çocukların akademik başarısı düşüyor.
Neden peki?
Çünkü anne kariyer peşinde koşarken, evde çocuğun peşinden bakıcı koşuyor. Annenin ilgi ve sevgisinden mahrum olan çocuk da birçok şeyden mahrum kalıyor.
Bu gerçeği herkes kabul etiği hâlde tam zamanlı annelerin sayısı giderek azalmakta. Artık üç dil bilen, üniversite mezunu profesyonel bakıcılar var.
Ama hiç kendimizi kandırmayalım. Çünkü en kötü anne, en iyi bakıcıdan iyidir. Bebek maması anne sütünün yerini tutamadığı gibi, bakıcı da annenin yerini tutamaz. Adı üstünde, sadece bakar.
Maksat ders boş geçmesin diye matematik dersine resim öğretmenini sokarsanız ne olur? Öğretmen sınıfa girip, “Serbest çalışın” deyip oturur.
Ama çocuk yetiştirmek serbest çalışmaya emanet edilmeyecek kadar ciddi bir müfredattır. Annelik de yeri doldurulamayacak tek branştır.
Bu yüzden mecburi hâller dışında bakıcıya veya kreşe bırakılan çocukların durumu, emanete hıyanet kapsamında değerlendirilmelidir. Matematik dersi görmeyen çocuklar için telafi imkânı vardır belki. Ama çocukken annesini göremeyenler için tren kaçmıştır.
Tek maaş, çift maaş hesabı yaparken bir şeyi gözden kaçırıyoruz!
Evde boş geçen derslerin telafisi zor, bedeli en dolgun maaşla bile ödenemeyecek kadar ağırdır.
Bir elinde laptop, bir elinde kahve
Yeni doğum yapmış kadınlardan bazıları maddi sıkıntıları sebebiyle çalışmak zorunda. Ve bu da oldukça geçerli bir mazeret. Diyecek hiçbir şey yok.
Haydi çok önemli pozisyonda olanları da bir kenara ayıralım. Siyasetçiler, akademisyenler, doktorlar vs.
Ama bazıları var ki, evde çocuk bakmaktansa çalışmayı daha çekici buluyor. Aldığı maaş bakıcı parasını zor karşıladığı hâlde, çocuğunu bir yabancıya teslim edip dışarı koşuyor.
Peki sebep ne?
Çünkü bir tarafta şık giyimli, bir elinde laptop diğer elinde kahveyle plazada koşturan bir kadın imajı var. Diğer tarafta kucağında bebekle evde çorba karıştıran kadın.
Modern dünyanın bize dayattığı dünya görüşüne göre ideal olan resim birincisi. Dünyanın en kutsal mesleği annelik falan diye boşuna kendimizi kandırmayalım. Durum ortada işte!
Ama inanın, bir kadının ev hanımlığından utanması hepimizi utandırması gereken korkunç bir durumdur. Hele bir erkek eşinin ev hanımı olduğunu söylerken sesini alçaltıyorsa, o erkeğe ev de hanım da fazladır!..
Kadına şiddet olaylarında da bu zihniyetin rolü var diye düşünüyorum. Çünkü kadına evi hapishane gibi gösteren zihniyet, erkeğe de gardiyan rolünü vermiştir.
Hâlbuki Türk aile geleneğinde ülkenin huzuru, evin huzuruna bağlıdır. Bizde ev sadece barınak değil, bir sığınaktır.
Evde bunalan insanın dışarıya sığınma ihtiyacı ise, kapitalist sistemin bize attığı en büyük kazıktır.
Kreşten huzurevine
Kadın günün büyük zamanını çalıştığı şirkete adarken sıkıntı yok. Ama ev hanımıysa, kendisini evine ve ailesine adamışsa kötü, öyle mi?
Ama biz kadınları iş hayatına kazandırmak istiyoruz. Kadınlar evden çıkmalı. Erkek hegemonyası, eşitlik falan filan…
İyi, güzel de çocuğun altın değerindeki yıllarını kaçıran annelerin, çalıştıkları şirkete sağladıkları katma değer kimin umurunda?
Çocuk evde yabancı bir kadının kucağında annesini özlüyor. Anne dışarıda çalıştığı şirketin satışlarını nasıl artırırım diye düşünüyor.
Çocuğunun karakter gelişimini ihmal eden bir anne, ülkenin gelişmesine katkı falan sağlamasın bir zahmet! Daha çocuğunun altını değiştiremeyen bir anne, dışarıda neyi değiştirebilir ki Allah aşkına?
Bu arada kadını evinden çıkarmak için teşvik üstüne teşvik veren Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, çalışma ve sosyal hizmetlerle ilgilendiği kadar aileyle de ilgilense iyi olur.
Çünkü ailenin ihmal edildiği toplumlarda kreşte başlayan yolculuk huzurevinde son bulur.
Türkiye / Salih Uyan