Fransada yayın yapan Charlie Hebdo adındaki sözde mizah dergisi, 2011’in Ekim ayının son haftasına denk gelen sayısında, Tunus’ta seçimleri güya ‘İslamcı’ en-Nahda hareketinin kazanması üzerine, kadim Hristiyan kinine tercümanlık yaparak, Rasulümüz Muhammed (sav)’e hakaret amaçlı karikatürler yayınlamıştı. Derginin yaptığı, son asırda belki en bariz örneğini Selman Rüşdi’de gördüğümüz çağdaş bir Ka’b b. Eşref vak’asıydı. Dergi, o sayının başyazarlığını Peygamberimize verdiğini söylüyor ve kafirliklerini bu girişten sonra icra ediyordu.
Charlie Hebdo dergisinin eski genel yayın yönetmeni Philippe Val, 2007’de, Jyllands-Posten adlı Danimarka gazetesinde, o günden iki yıl önce basılan ve tepkilere yol açan, Peygamberimizi (sav) hedef alan karikatürleri yeniden yayınladığı için ‘Müslümanlara hakaretten’ yargılanmış(!) ve tabi ki beraat etmişti. Çünkü Danimarka Mahkemesi, karikatürlerin “Müslümanları aşağılama ya da onları terörist veya suçlu olarak gösterme niyeti taşımadığı” kanaatine varmıştı!
Jyllands-Posten gazetesi, 2005 yılı Eylül ayında, Peygamberimize hakaret amaçlı 12 karikatür yayınlamıştı. Ortaya çıkan infiali tahmin etmek zor olmasa gerektir. Kendi cübbeli veya cübbesiz şeyhlerinin, cemaat liderlerinin Peygambere saygısızlıkları, Danimarka gazetesinden geri kalmasa da, kitleler, ucuz kahramanlıklar fırsatını kaçırmak istemezler. Adı geçen gazetenin karikatüristlerinden birine -ne derece gerçek olduğunu sadece Allah’ın bilebileceği- bir saldırı planı ortaya çıkartılmıştı ve bu saldırı planını protesto amacıyla 12 karikatür başka Avrupa ülkelerinde de yayınlanmıştı. Yani ‘Medeni Avrupa’, usulüne uygun bir biçimde Müslümanlara meydan okuyordu.
İlginçtir, Danimarka’da 2006 yılında bir papaz, öğretmen eşiyle birlikte, ilköğretim 5. sınıf için yazdıkları bir kitapta İslam’ı terör başlığı altında değerlendiriyorlar ve şöyle bir cümle kuruyorlardı: “Her ne kadar bütün Müslümanlar terörist değilse de bütün teröristler Müslüman’dır.”
Bundan daha ilginç olan ise, aynı cümleyi, Avrupa zihniyetinin Türkiye’deki temsilcisi gibi çalışan meşhur liderin de, diline pelesenk etmesiydi.
Yani ortaya şu manzara çıkmaktadır: Avrupa İslam’a kökten, dipten düşmandır. İslam onların nazarında tam bir terör dinidir.
İşte, sözü geçen Fransız karikatür dergisi Charlie Hebdo’nun Paris’teki merkezi 7 Ocak günü basılmış, gelen bilgilere göre, profesyonel, çok akıcı Fransızca konuşan üç eylemci gayet rahat tavırlarla 12 kişiyi öldürmüş, 20 kişiyi de yaralamışlar ve ellerini kollarını sallayarak olay yerinden ayrılmışlardır. Ölenlerden birinin, geçen yıllarda çizilen Peygambere hakaret karikatürlerinin çizerlerinden olan, Fransa’nın en ünlü karikatüristi Jean Caput olduğu bildirilmektedir.
Kanaatim odur ki, Paris’teki saldırının, her türlü şaibeden uzak, ‘müslüman’ diyebileceğimiz bir organizasyon tarafından ve sırf, derginin Peygamberimize yaptığı hakaretlerin bedelini ödetmek maksadıyla yapılmış olması ihtimali sıfırdır. Çünkü saldırıyı gerçekleştirenler, meşhur fıkrada olduğu gibi, Peygambere hakareti ‘yeni duymuş’ olamazlar…
Fakat bu silahlı saldırı eyleminin, artık batının siyaset mühendisleri sayesinde iyice ezberlediğimiz üzere, adı Müslüman adı olan ve Ortadoğu ya da Afrika kökenli kişilerce gerçekleştirilmiş olmasında şaşıracak hiçbir durum yoktur. Bizzat tetiğe basması için, istenilen evsafta Arap/İslam isimli birilerini bulmak neden zor olsun ki?
İşte bu bakımdan hadise, tipik bir ‘11 Eylül’ hadisesi olarak gözükmektedir ve birçok yazar da, Fransa’nın 11 Eylülü olarak adlandırmış bulunmaktadır. Bu durumda diyebiliriz ki, kesine yakın bir ihtimalle, Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırının arkasındaki gerçek iradenin merkezi, planlayıcıları, gerçek failleri, bu iradenin koordinatları hiçbir zaman kamuoyuna açıklanmayacaktır. Benzerleri gibi, mestur kalmaya devam edecektir.
Hedef nedir?
Bu saldırı Fransa’nın, Hristiyan Avrupalı kinini yansıtan bir mizah dergisine yapılmış görünse de, gerçekte maktullerin bütün özellikleri, ‘kurban’ olarak seçilmişliklerinden ibarettir. Dünyaya, “aşırı dinci/cihatçı teröristler fikir özgürlüğüne kast ettiler ve gazetecileri öldürdüler!” mesajının verilmesi gerekiyordu. Bu mesaj için, İslam Peygamberine hakaret yapmış bu gazetecilerden daha elverişlisi bulunamazdı. Demek oluyor ki, katledilen gazeteciler, yıllar önce Peygambere hakaret yapmak iblisliği işlediklerinde, kendilerini, bir gün hini hacette kullanılmak üzere uygun elemanlar olarak hedef tahtasına bizzat kendileri oturtmuş oluyorlardı.
Gazeteciler elbette birtakım önemli hesaplar uğruna öldürülmüşlerdir. Bunlardan ilki ve en ehemmiyetli olanı, dünya siyasetine yönelik mesajlardır. Bu mesajlar içerisinde, özelde Fransa, genelde belki bütün Avrupa’ya, Filistin devletinin tanınması, Fransa’nın Beşşar Esed rejimine yönelik tutumu gibi başlıklar muhtemelen önde gelmektedir. Bunlar ileriki günlerde daha da netleşecektir.
İkinci hesap (hedef) ise İslam’dır. Saldırının hedefi, İslamofobi hemen anında tavan yapacak denli ustalıklı(!) seçilmiştir. İslam’ın, masum insanları öldürten ne kötü bir Din olduğuna bütün dünya kamuoyu bir kere daha inanç tazeleyecek; ‘müslümanlar’ da utançlarından bir kere daha başlarını yere eğeceklerdir…
Üçüncü olarak ise, Avrupa’da son aylarda yine nüksetmiş olan İslam karşıtlığının güç kaynağı olarak İslamofobi tırmandırılarak, Avrupa’daki Müslüman toplulukların ellerinin zayıflatılması düşünülmüş olabilir.
Görünürde saldırının hedefinin, IŞİD gibi örgütleri zorda bırakmak olduğu zannedilebilir. Nitekim, saldırıdan bir saat kadar önce, derginin internet hesabından IŞİD lideri el-Bağdadi’yi hicveden karikatür twitlerinin atıldığı bildirilmektedir. Fakat böyle bir saldırının, IŞİD’i zora sokmak amacına matuf olduğu gibi, yıldızını daha da parlatmak amacına yönelik olduğu da iddia edilebilir gözükmektedir…
Bu ‘büyük’ işler, dünya siyaset kurtlarının sofrasında bu kadar ‘basit’ işlememektedir. Bu tipik bir ‘cambaza bak’ oyunudur. Daha dün denecek kadar yakın geçmişte (2003’te) Irak’ın işgali de, tamamen planlı bir eylem olan 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısı ile start almıştı. ABD, Irak’ın işgalini yaslayacağı böyle bir ‘terör’ eylemine muhtaçtı. Daha Amerika ordusu Irak’a girmeden, içimizdeki çok sesli Hristiyan-Yahudi muhipleri korosu, ABD’nin işini kolaylaştırıcı fitnelerini seslendirmeye başlamışlardı bile. Onlara göre, İslam terörü besliyordu. Açıktan açığa İslam terör dinidir diyemiyorlardı fakat bunun yerine, tıpkı Danimarkalı Papaz gibi, “bütün Müslümanlar terörist değil ama bütün teröristler Müslüman!” diyorlardı.
Bu, henüz Türkiye’de ‘paralel’ dosyasının açılmadığı günlerdeydi ve herkes bu koroya alkış tutuyordu…
Paris saldırısının ardından hemen herkes saldırıyı yapanları lanetleme yarışına girmiş bulunmaktadır.
Paris’te saldırının yapıldığı yere yakın bir caminin imamı, saldırıyı yapanları “suçlular, barbarlar ve ruhlarını şeytana satmışlar” sözleriyle kınayarak tepkisini dile getirmektedir. O cami görevlisinin iç dünyasını bilemiyoruz ama şeytanın bizzat kendisi oldukları için, şeytana ruh satmaları da mümkün olmayanları tanımasını isterdik.
Demokrasinin Değeri!
Bu arada, Londra’da bulunan Almanya Başbakanı Merkel, İngiliz mevkidaşı David Cameron’la birlikte yaptıkları açıklamada, saldırının ifade özgürlüğü ve demokrasi gibi değerlere yapıldığını ileri sürmüşler.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ise, olay sırasında ölenleri ‘özgürlük şehidi’ ilan ederek, saldırıyı adeta bir medeniyetler çatışması gibi okumakta ve şöyle demektedir: “Bugünkü cinayetler büyük bir ihtilafın parçası. Medeniyetler arasında değil, hayır. Ama medeniyetin kendisi ve medeni dünyaya karşı çıkanlar arasında.”
Türkiye Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklama ise, Avrupa ve Amerika’dan yapılandan geri kalmadığı gibi, hatta onları da geçmiş bulunmaktadır. Bakanlık, “12 masum insanın öldürüldüğü saldırıyı” her şeyden önce, “insanlığa ve evrensel değerlerine karşı bir tecavüz” olarak nitelemekte ve şiddetle kınayarak tel’in etmektedir. Bakanlık açıklamasında, “Şiddet kültürünün daha da yaygınlaşmasını, derinleşmesini önlemek, bu tehdidin gündemden düşmesini tüm yönleriyle en ciddi şekilde düşünmek ve gerekli tedbirleri belirleyip almak, tüm insanlık aleminin vazifesidir. Bunda gecikilmemelidir.” denmektedir.
Bir kez daha şahit olduk ki, batılı insanın kanı beyazdır! Bir Hristiyanın canı, dünyanın geri kalanından ve hele de Afrikalı, Ortadoğulu insanlardan daha değerlidir. Onlar gerçek anlamda insan, diğerleri ise mecazen… Batılıların medeniyeti var, medeniyeti onlar temsil ediyorlar. Ötekiler (yani Müslümanlar) ise barbardırlar ve medeniyetin düşmanıdırlar.
Onlar aslında, George Orwell’ın, “en eşit” varlıkları oluyorlar…
Batılılar, Müslüman adını taşıyan birisi elini kaldırsa, insan hakları, özgürlük ve demokrasi gibi putlarına saldırıldığı yaygarasını koparmaktadırlar.
Batılılar, kendi şehirlerinde en küçük bir saldırıyı anında İslam’ın aleyhine bir nefret ve şeytanlaştırma kampanyasına dönüştürmeyi çok iyi becermektedirler. Çünkü dünya medyası onların tekelindedir. Bizim insanımız ise, bir türlü üçüncü dünyalı, köle psikolojisinden kurtulamamaktadır. Adı ‘Ömer’ olan Kültür Bakanı’nın, saldırı vesilesiyle yayınladığı mesaj bu bakımdan tam bir ibret vesikasıdır. Bakan Çelik, saldırıyı tel’in beyanatı verirken, adeta batılı siyasilerden bir adım daha öne çıkmakta, açığa düşmektedir. Çelik, masumların öldüğü saldırıyı kayıtsız şartsız kınıyormuş ve hiçbir analiz cümlesi koymadan şunu söylemesi gerekiyormuş: “Bunu tabii ki kayıtsız şartsız kınıyorum, bu alçakça bir cinayettir.”
Ömer Çelik’ten, oturduğu koltuk gereği, “Siz hiç gürültü çıkartmadan günde milyonlarca kişiyi öldürüyorsunuz, onların bu olaylar karşısında sessiz mi kalacağını düşündünüz?” sözleriyle tepkisini dile getiren İspanyol sinemacı Williy Toledo gibi bir cesur yürek çıkışı beklemiyoruz. Ama hiç değilse, yakın geçmişini de göz önüne alarak, bu kadar kraldan çok kralcı olmayabilirdi.
Evet, İspanyol aktörün sözleri, bu bağlamda söylenmesi gereken hakikatin belki devede kulak kadar bir kısmıdır. Batı, Irak’ta bir milyon insanı katletti. Hayatını kararttığı onca Müslüman kadını düşündükçe hala insanlığımızdan utanıyoruz. Guantanamo’da yaptıkları işkencenin hesabını Müslümanlar olarak sorabilecek miyiz, bilemiyorum. Şu anda dünyara kan gövdeyi götürüyorsa, bu, öncelikle batılıların İslam coğrafyasında kurduğu kafirce oyundan kaynaklanmaktadır.
Dünyanın her tarafında her gün yüzlerce insan katledilse, bir o kadar kadının namusu haleldar edilse, yıkılmadık cami, minare, mektep-medrese bırakılmasa, bütün bunlar bu kâfir ‘dünya’ için hiçbir şey ifade etmiyor! Ama bir tek batılı insan öldürülse, bu olay o kadar ciddiye alınıyor ki, bir an için aklınız dumura uğruyor. Psikolojiniz bozuluyor. Neden sizde öldürülenlerin insan yerine konmadığını sorguluyorsunuz ve fakat hiçbir cevap alamıyorsunuz.
Paris saldırısı, Fransa’nın o çok kıymetli özgürlük, insan hakları ve demokrasisine saldırı imiş! Peki bizim İslam’ımız, Kur’an’ımız, Peygamberimiz, kulluğumuz, camilerimiz, namusumuz ne olacak? Bütün bunları ezeli kini ile hiçe sayan, Müslümanları asla ve asla insan saymayan bir kâfir batı kibri neden Müslümanlar üzerinde bu kadar etkilidir?
Peygambere hakaret karikatürleri çizen, Peygamber (a.s)’ın pâk ehli beytine en küstah teşbih ve istiarelerle küfreden karikatüristler nasıl bu kadar ‘masum’ sayılabiliyorlar?
Son söz olarak şunları söylemek isterim: Biz Müslümanlar felaket tellalı değiliz ama saf/budala insanlar da olamayız. Batılı Hristiyan siyaset, entelijansiya, din adamı ve benzeri zümrelerin İslam düşmanlıkları suratlarındaki herhangi bir hücreden bile rahatlıkla izlenebilmektedir. Bu kâfir kavimler, şu veya bu şekilde, gerekçesi, planlayıcıları ne olursa olsun, herhangi bir yerde herhangi bir biçimde, yaptıkları zulmün milyonda biri olsun başlarına gelmişse, bunu lanetlemek için kuyruğa girmenin anlamı yoktur. Yaptıklarının bedelini bu dünyada bir nebze olsun tatmaları belki iyi gelir. Ahirette ise zaten cehennem onların ebedi barınağıdır.