Durun Kalabalıklar!
Size söyleyecek sözlerimiz var! Gerçi sizler bizi dinlemeyeceksiniz ya. Sizler, dinlenesi nice Rasul’ü dinlemediniz de, bize mi kulak vereceksiniz? Allah’ın elçilerini, ‘mecnun’, ‘şair’, ‘meshûr’, ‘sıradan biri’ gibi kelimelerle susturdunuz da, bizi susturacak sözcükleriniz mi yok sanki?
Zaten dinlemediniz, dinlemeyeceksiniz de. Ama olsun, söyleyecek sözü olan, yine de söylemelidir. Gittiğiniz yolların çıkmaz sokak olduğu size mutlaka ve mutlaka hatırlatılmalıdır.
Ülke adeta deprem yeri gibi. Adeta kıyamet yaşanıyor. Acaba “tanrıyı kıyamete zorladıkları” için midir bu yaşananlar?(!)
Gerçek olan şu ki, büyük bir inkılâpla sarsılan bu büyük kitleler (ekserunnâs) aymazlığa da devam etmektedir. Cahiliye kültürü sorgulanmamakta; Allah’ın Dini İslam’ı Yahudileştiren ve Hristiyanlaştıranlara hiçbir can alıcı soru yöneltilmemektedir.
Bakın ne oluyor biliyor musunuz: İnsanlar neo-nurculuk dininden istikrah ediyorlar ve fakat iştiyakla klasik nurculuğa sarılıyorlar. Neo-nurculuk dininden yaka silkiyorlar fakat AKP dinine yapışıyorlar. Yani şeriklerden şerik beğeniyorlar. Edindikleri rablerin imajı eskiyor, yeni rabler ediniyorlar.
Dikkat edilirse, “demokratik sınırlar içerisinde” tam bir meydan savaşı yapan tarafların kahraman savaşçıları, birbirlerinin kirli çamaşırlarını orta yere dökmekle meşguller. Hiçbirinin ağzından, asıl meselenin özüne ilişkin bir tespit çıkmıyor. Birbirlerini nasıl olup da yıllarca sırtlarında taşımış olduklarına ileri derecede içerliyor, öfke duyuyorlar. Kutb-u azamın ‘Peygamber icazetli’ bedduası bundan dolayı idi.
“Biz nerde yanlış yaptık?” sorusunu, örgüt ilişkileri, birbirlerine taktik destekleri, uzlaşmacılıkları, şirk ve küfür üzerine dayanışmaları çerçevesinde soruyorlar.
Şu soruyu hiç biri sormuyor: Sahi, biz gerçekten Allah’a mı iman ediyorduk, yoksa başka bazı ilahlara, başka beşeri ideolojilere mi? Biz Allah’ı mı rab ve ilah edinmiştik, yoksa kendimiz gibi birer beşer olan liderleri, hahamları, rahipleri, hocaları, kanaat önderlerini, mehdi/Mesih adaylarını mı? Gerçekten biz, İslam’ı bir yaşam biçimi olarak kabul etmiş miydik, yoksa ‘reislerimizin’ ve ‘büyüklerimizin’ (33/67) uydurdukları yeni mişnalara, yeni talmudlara mı?
İşte sorulması gereken sorular bunlar olsa gerektir.
Said Nursi’nin risaleleri, bugünkü neo-nurculuğun mistik hezeyanlarının asıl menbâıdır. Risalelerin ‘müellifi’ değil, ‘mütercimi’ / ‘katibi’ olan Said Nursi, bu kitaplar bana yazdırıldı dediği halde, bu söz yığınlar tarafından hazmedildi, hiçbir problem teşkil etmedi. Adamın kendisini mehdi-mesih gibi görmesi, ona ‘bediüzzaman’ etiketini kazandırdı. Said Nursi’nin rab edinilmesini kimse yadırgamadı.
Bu nasıl Müslüman bir ümmet olmaktır ki, Nerede bir mistik hezeyan duyulsa, mutlaka altında derin mânâlar/hikmetler arama yarışına girişilmektedir.
Başbakan Allah’ın Sıfatlarıyla Muttasıf!
Neo-nurculuk dininden nefret edenler, AKP dinine üşüşmektedirler. Yarın bir gün bu dinden de istikrah edince, kanatları altına sığınacak ya da elbirliğiyle, oy birliğiyle ihya edecekleri başka ilahlar/rabler tedarik edeceklerinden hiç kuşkumuz olmamalıdır.
Bir AKP milletvekili, “Bugün Türkiye’de Allahu Teala’nın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider var” demiş. Bizler şaşırmıyoruz bu sözlere. Başbakanın (yani Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan adamın) yardımcısı Hüseyin Çelik şaşırmış olmalı ki, adı geçen milletvekilini aklamaya çalışıyor. Milletvekilinin dilinin sürçtüğünü ileri sürüyor! Milletvekilinin dili sürçmüş! Mesela, ‘veli’ diyecekken ‘deli’ demiş olmak gibi… ‘Şurup’ diyecekken ‘şarap’ demiş olmak gibi… Yani böyle, on bir kelimeden oluşan bir cümle kurmuş milletvekili ve Allah’ın sıfatlarının başbakanda temerküz ettiğini söylemiş ama dili sürçmüş…
Acaba dili sürçmeseydi ne söyleyecekti?
Neyse, vazgeçtik bu ‘dil sürçme’ martavalından. Oysa biz Müslümanlar çok iyi biliriz bu ‘sürçme’ olaylarını. Tarih, Allah’ı insana indirgeyen hululiye, teşbih ve tecsim akideleriyle doludur. Bu toplum, bu kültüre çok aşinadır. Bu söylemin en masumu, “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” iddiasıdır. Bunun ötesinde, vahdet-i vücud felsefesi, ‘insan-ı kâmil’ ve hakikat-ı muhammediye gibi ‘Allah insan’ doktrinleri, Muhammed eşittir Allah diyenler, vahiy Muhammed’den Muhammed’e geliyor diyenler, Tanrının, istedikleri zaman yataklarına kadar gelip, -hatta tüyü bitmemiş oğlan çocuğu şeklinde bile!- kendilerini eğlendirdiğini söyleyenler, Allah’ı yere indirip, iki elini Peygamber’in iki kürek kemiği ortasına koyduranlar v.d. hep bu toplumdan çıkmış ve hüsnü kabul görmüşlerdir.
Size seslenmek istiyorum, ‘Kur’an İslamı’ sözünü lanetleyenler! Kur’an bu Din’in tek kaynağıdır diyenlere gösterdiği tepkiyi, Allah’ı (haşa sümme haşa) lut kavminden daha kafirce bir sapıklığa alet edenlere göstermeyenler!
Uydurma bir hadise laf söyletmeyen ama Allah’ın Kitabını zımnen yok sayanlar!
Bakın görün, İslam’a paralel bir din inşa edilmiştir! Bu yeni din, eski hurafelerle koalisyon kurmuş, modern inkar ideolojilerinden oluşmaktadır. Bu yeni dinin peygamberleri (isterseniz ilahları deyin!), Türkiye’de, Avrupa standartlarında reformlar yapılmadığı ve demokrasi ve özgürlükler yolunda ilerlenmediği için, Hristiyan ve Yahudi batıya şikayette bulunmaktadırlar. Ve unutmamak gerekir ki, bu insanlar, peygamberden onaysız hiçbir iş yapmamaktadırlar!
Paralel din, İslam’a çemkirmektedir. İslam’a kin duymaktadır. Her an İslam tarafından DNA’sı deşifre edilecek diye ödü kopmaktadır. Paralel din, İslam ümmetinin dirilmemesi, uyumaya, uyuşmaya ve uyuzlaşmaya devam etmesini isteyen batının içerideki beslemeliğini yapmaktadır. Fakat artık o devirler geçmiştir. İslam ümmeti artık uyanış emareleri göstermektedir. Bundan sonra hiç kimse, İslam’dan başka bir dini Müslümanlara İslam diye yutturamayacaktır.
İslam bütün ihtişamıyla, bütün rahmet, bereket ve güzelliğiyle insanlığın hayatına yeniden dönmenin sinyallerini vermektedir.
Allah katından din sadece İslam’dır.