Kıblenin kavramsal tanımını yaparak konuşmasına başlayan Hamza Er, Kıblenin, “önce, öncelik, doğru yönelmek, birinin özrünü tevbesini kabul etmek, bir şeyi, karşılığında hediye vb. bir mükafaatı/ecri gerektirecek tarzda kabul etmek, kefil olan(sorumluluğu üzerine alan), yüzyüze/karşı karşıya gelme(mukabele), ilgi, endişe, sevme, muhabbet besleme amacıyla yönünü çevirme” anlamlarına geldiğini söyledi.
Yeryüzünde inşa edilen ilk ev yani mabet olan Beytullah’ın inşasını, bir muvahhid olduğu defalarca Kur’an’da zikredilen Hz. İbrahim’in gerçekleştirdiğini, bunun Allah tarafından emredildiğine vurgu yapan Er, bu mabedin temel vasfı olarak, tevhid inancına zarar getirecek her türlü tavır ve davranıştan uzak durması ikazlarının Hz. İbrahim(as.)’a yapıldığını belirtti.
Kabe’nin Tevhid inancının sembolü olduğu, fakat sadece inancın sembolü değil, aynı zamanda Müslümanların toplumsal birlikteliklerinin; umut ve beklentilerde, dert ve tasalarda ortaklıklarının; aynı hayat tarzının, aynı ideallerin sahibi olduklarının da sembolü olduğunun bilinmesi gerektiğinin altını çizen Hamza Er, “bu nedenledir ki birliktelikleri bir vücuda ve bireyleri ise o vücudun organlarına benzetilmiş olan müminler, bu birlik ve bütünlüklerini Kıble olarak Kâbe’ye yönelerek gösterir, devam ettirir ve pekiştirirler” dedi.
Namazdaki gibi farz olmamakla birlikte diğer bazı durumlarda da Kabe’ye, eş deyişle kıbleye yönelindiği, Namaz dışındaki dua ve ibadetlerde, Hac görevinin gereklerinden olan ihrama girilmesi sırasında, cemrelere taş atarken kıbleye dönüldüğü, cenazeler gömülürken sağ yanlarına yatırılarak yüzlerinin kıbleye çevrildiği, hayvanlar da kesilirken kıbleye doğru yatırıldığını hatırlatan Er, “Tüm bunlar mü’minin ibadet ve fiillerinde Allah’a yönelişini, O’nun hoşnutluğunu arayışını simgelemektedir” dedi.
İnsanlar ister dile getirsinler veya getirmesinler herkesin bir kıblesinin olduğu gerçekliğine değinen Hamza Er, “Bu kıble, herhangi bir bölge, herhangi bir düşünce, herhangi bir şahıs, herhangi bir nesne veya herhangi bir ideal olabilir; o her neyse insan hayatında eksen olup, insanın duygu ve düşüncelerini, yaşam tarzını etkileyip yönlendiriyorsa kişinin kıblesi olmaktadır” dedi.
Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında M. Kemal’e karşı yalakalık yapma telaşıyla yazılan şiirlerin, devrimlerin dönüştürdüğü toplumun artık hayat ölçüsünü Kabe’nin Rabbinden değil, Çankaya’dan alması gerektiğine işaret ettiğini anlatan Er, Kemalettin Kamu’nun şiirinden bir pasajı ibret olması için dinleyicilerle paylaştı:
Ne örümcek, ne yosun, Ne mucize, ne füsun; Kabe Arabın olsun, Çankaya bize yeter!

Kabe’yi kıble edinmenin çok fonksiyonu olduğunu, mü’minlerin kabe’ye yönelmekle yalnız Allah’a ve O’nun dinine tabi olduğunu ortaya koyup, buna karşılık tüm batıl dinlerin ve sahte ilahların kıblesine itibar etmeyerek onlara asla tabi olmayacağını ilan ettiğini vurgulayan Hamza Er,“her milletin ve her dinin bir kıblesi, herkesin yüzünü döndüreceği bir yönü ve istikameti vardır. Mü’min Allah’ın dinini tanımayanların kıblesine tabi olamaz. Onlar da İslam’ın kıblesine zaten tabi olmayacaklardır.” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Dinleyicilerin katkılarıyla zenginleşen program yapılan ikramın ardından sona erdi.
Küremedya