NAMUS
Dilimizdeki “namus” kavramı, orijininden oldukça farklı bir anlam zeminine kaymış vaziyettedir. Namus kelimesinin Yunanca nomos‘dan türedi¤i kabul edilmektedir. Nomos ise kanun ya da, vahyedilmiş kitaplar anlamına gelmektedir. Bununla beraber, “namus”un nomos’dan türemiş olmayıp, Arapça kökenli olduğunu iddia edenler de vardır. Arapça’da namus, “senin işinin iç yüzünü bilen sır sahibi” anlamına gelmektedir. “nemese’s sırra” demek, “sırrı gizledi” demektir. Yani ketmetmek ile eş anlamlı olarak kullnılmaktadır. Avcının gizlendiği oda gibi gizli sığınağa da namus denmektedir.
Dini literatürde namus sözcüğünün bilinen ilk kullanımı öyle anlaşılıyor ki, Hz. Hatice’nin amcasının oğlu Varaka’ya atfedilen sözlerde yer almaktadır. Hz. Peygamber’in, ilk vahyi aldığında, eşi Hz. Hatice’nin O’nu amcası oğlu Varaka’ya götürdüğü, Varaka’nın da bu olayı yorumladığı, bir rivayet olarak hadis kitaplarında yer almaktadır. Buhari’nin kitabında üç ayrı yerde rivayet edilen bu hadise göre Varaka, Hz. Peygamber’e gelen şeyin, “Musa’ya da gelen en-Namus“un bizzat kendisi olduğunu söylemiştir. Bununla da Cebrail’in kastedildiği, birtakım dini kaynaklardaki kullanımlardan anlaşılmaktadır. fiu halde, Cebrail, vahiy gibi gaybi bir alana muttali, yani “sahibu’s sır” kabul edildiği için en-Namus ismi ile tesmiye edilmiş olmalıdır.
Namus, kanun, ilahi kanun, şeriat, ilahi kelam gibi anlamlara da gelmektedir. Nitekim Yuhanna ‹ncil’i, ilk olarak: “Kelam başlangıçta var idi, ve Kelam Allah nezdinde idi, ve Kelam Allah idi, O başlangıçta Allah nezdinde idi…” gibi cümlelerle başlayarak, nomos’un ilahi kelam anlamına geldiğine atıfta bulunmuş olmaktadır. Bundan başka namus Yunanca’da siyasa ve tedbir anlamına da gelmektedir.
Karmaşık bir anlam örgüsüne sahip olduğu hemencecik farkedilen bu sözcüğün Arapça’ya Yunanca’dan geçip geçmediği, veya hem Yunanca hem de Arapça anlamlarından ne zaman uzaklaşarak bugünkü anlamında kullanılmaya başlandığına dair doyurucu bilgiler bulabilmek imkansız denecek durumdadır.
El’an namus sözcüğü, ahlak, şeref, haysiyet kurallarına sıkı sıkıya bağlılık, bir kimsenin veya bir toplumun onuru, şerefi, bir kimsenin iffeti anlamlarına gelmektedir. Namus şöyle tanımlanmaktadır: Bir kimseyi kendisine ya da başkalarının ona duyduğu saygıyı yok edecek biçimde davranmaktan kaçınmaya yönelten ahlak ilkelerinin tümü.
Görüldüğü üzere namus kavramı, sonradan kazandığı anlamında sadece ırz, iffet içerikli olmayıp şeref ve haysiyet, dürüstlük, ahlaki seviye anlamlarını da içkindir. Fakat özellikle dilimizde bugünkü kullanımda namus denince ırz akla gelmektedir. Bununla beraber, diğer anlamlarını da yitirmiş değildir.
Yukardan beri yazılanlardan, Kur’an’da namus adında bir sözcüğün kullanılmadığı anlaşılmış olmalıdır. Fakat Türkçe’de “namus” sözcüğüyle işaret edilmek istenen bir anlam alanı var ki, biz bu alanı ifade eden Kur’ani sözcükler ve kavramlar üzerinde duracağız. Yani, namus kavramıyla anlatılmak istenen, sır, kanun, şeriat, vahiy ya da Cebrail gibi çeşitli mefhumlar değil; iffet, ırzı korumak, ahlaklı kalmak, zina ve zinaya götüren her türlü çirkin davranış biçiminden kaçınmak, haysiyet ve şeref anlamındaki bir namus kavramı olacaktır.
Yukarıdaki bir tanımda namusu, saygı duyulmayı ortadan kaldıracak her türlü davranıştan kaçınmak olarak tanımlamıştık. Aynı zamanda “bir kişinin ya da toplumun şerefi, onur ve haysiyeti” tanımına da yer vermiştik. Bu tanımlamaya göre namus, sadece -ve bilhassa kadının- cinsel anlamda ahlak dışı davranışlarda bulunmaması değil, bütün ahlaki erdemleri içeren bir kavram olarak tezahür etmektedir. Buna göre, örneğin, hırsızlık yapan bir adamın bu durumu namussuzlukla açıklanabileceği gibi -şüphesiz hırsızın mali durumu, çalınan malın miktarı v.s. gibi durumlar bu yazının kapsamı dışındadır- tefecilik yapan birinin durumu da aynı sözcükle ifade edilebilir. ‹nsanları kandıran, dolandıran, yalan söyleyen, haksız yoldan kazanç sağlayan, işinde hilekarlık yapan ve bunun gibi pek çok kötü ahlak sahibi kişi de namussuz olarak nitelendirilebilir. Çünkü bütün bu davranışlar, sahiplerini saygı duyulamaz, haysiyetsiz, itibarsız kişiler konumuna getirir.
“Tanrıyı öldürdüğünü” söyleyen sekuler zihniyetin egemen olduğu günümüz dünyasında, dünyevileşmeden yeteri kadar nasibini alan sözde müslümanlar; Allah’dan ziyade paranın, çıkarın kulu kölesi olan sözde mü’minler, yani kendilerini ‹slam’a nisbet eden bu toplumun sözde teslim olmuş insanları, her türlü ahlak dışılıklarına rağmen bu ahlak dışılıklarında kesinlikle ve kesinlikle “namussuzluk” aramıyorlar! Onlar namussuzluğu sadece bir kadının ahlak dışı yaşantısında aramaya devam ediyorlar. Çünkü toplumun en savunmasız varlığını günah keçisi telakki edip, kendi rezaletlerini, namus adına dövüp sövdüğü ya da öldürdüğü kadınla perdelemek, böylece sözümona vicdanını rahatlatmak belki de dünyanın en kolay işidir! Dünyanın en zor işi de sanırım, insanın kendi kendisini hesaba çekip, namussuzluklarını namusluluğa, ahlaksızlığını ahlaklılığa, yolsuzluklarını dürüstlüğe dönüştürmektir!
Allah, faizden gelir elde edenlere seslenerek, bundan vazgeçmelerini emretmekte; yoksa Allah’a ve Rasulü’ne savaş açmış olacaklarını ilan etmektedir. Yetimlerin mallarını haksızca yiyenlerin ise karınlarına ateş doldurmuş hükmünde olduğunu bildirmektedir. fiimdi, bir kadının flörtünü, ve belki de zina yapmasını namussuzluk sayıp da, bu kadar sert Kur’ani ikaba layık görülen haramları namussuzluk saymamak, ancak ve ancak cahili bir itikadın eseri olmak durumundadır. fiu halde, bir kimse insanların sırtından haksız olarak kazanç sağlamaya çalışmakla, yalan dolan va sahtekarlık yapmakla ve hatta zalimlere ve kafirlere yataklık yaparak Allah’ın ayetlerini az bir paraya satmakla, belki de zinakar bir kadın ve erkekten çok daha büyük bir namussuzluk işlemiş olmaktadır.
Kur’an’ın, Allah’ın Elçisine “Yanında bulunanlarla beraber dosdoğru ol!”(Hud/112) emrini verdiğini biliyoruz. Bu ayet bütün ahlaki yükümlülükleri ihtiva etmektedir. Ama nedense insanlar, -bilhassa kız- çocuklarının işlediği bir ahlak dışı hatadan duydukları azabın binde birini bile ticaretlerindeki vurgunlardan duymuyorlar. Görevlerini yapmamaktan dolayı duymuyorlar.
‹slam’ın ahlak anlayışı bütüncüldür. Laik dünya görüşü ise parçacıdır. Hayatı din ve dünya diye ikiye ayırır. Dolayısıyla laik anlayışa göre din ayrı dünya işi ayrı; ibadet ayrı ticaret ayrı; dostluk ayrı alış-veriş ayrı; şarabın yeri ayrı orucun yeri ayrı v.d. Yani ne insanın müslümanlığı(!) gavurluğuna zarar verir, ne de gavurluğu müslümanlığına zarar verir! Halbuki ‹slam’da durum böyle değildir. ‹slam’a göre, örneğin anne babaya iyi davranmakla namaz arasında; faizin yasak oluşuyla oruç tutmanın farz oluşu arasında; tesettür ile içkinin haram oluşu arasında öz itibariyle bir ayrılık gayrılık yoktur. Zira hayat bir bütündür. Bu bütünlük, ahireti de içeren bir bütünlüktür. Dolayısıyla hiç bir haram hiç bir ahlaki erdemle bir arada ve yan yana bulunamaz. Ve müslümanın namusu da bütüncüldür. Bu namus bütünlüğü içinde nasıl, ırzını korumak bulunması gereken bir lazıme ize, insanları kandırmamak, haram kazanç yememek de o derecede bulunması gereken bir erdemdir, namusdur!
* *
*
Kur’an-ı Kerim hem erkek hem de kadın mü’minlerin ırzlarını korumalarını emreder. Irzını koruyan mü’min ve mü’minelerden övgüyle bahseder. Hz. Meryem’i, bir güzel örnek olarak sunarken “ırzını korumuş” bir kadın olarak takdim etmesi, (21/91; 66/12) aynı zamanda mü’min ve mü’minlere bir mesajdır.
Kur’an, zinadan uzak, anlaklı, iffetli bir yaşam biçimini gerek kadının, gerekse erkeğin “fercini koruması” ifadesiyle tasvir etmektedir. Ahzap suresinin 35. ayeti kerimesinde ırzlarını (ferclerini) koruyan erkekler ve kadınlar -imanlarına ve diğer bir çok faziletlerine ek olarak- övülmüşler ve Allah’ın onlar için mağfiret ve büyük bir ecir hazırlamış olduğu müjdelenmiştir. Mü’minun/5, Mearic/29. ayetlerinde mü’minlerin ırzlarını koruyan kişiler oldukları, eşleriyle olan münasebetlerinin ise meşru olup, kınanacak bir durum olmadığı vurgulanır. Bunun dışındaki kadın-erkek ilişkilerinin ise yasak olduğu (namus dışı olduğu) kabul edilmiş olmaktadır.
Nur Suresinin 30 ve 31. ayetlerinde ise Mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların ırzlarını korumaları bir emir olarak verilmektedir:
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini (haram olandan) çevirsinler ve ırzlarını/iffetlerini (namuslarını)korusunlar…”
“Mü’min kadınlara da söyle, onlar da gözlerini (haram olandan) çevirsinler ve ırzlarını/iffetlerini (namuslarını) korusunlar…”
Bu ayetlerde geçen ve “ırzlarını/iffetlerini/namuslarını” (yehfezu fürucehüm ve yehfazne fürucehunne) diye tercüme ettiğimiz ifade üzerinde biraz durmakta yarar vardır. Arapça “ferc” sözcüğü aslında erkek ya da kadının üreme organı olmayıp, lügatte “iki bacak arası” anlamındadır. Fakat kadın ve erkeğin üreme organından kinaye olarak çok sık kullanıldığı için adeta o organın özel ismi olmuştur. “Ferci korumak” deyimi Zemahşeri’nin katıldığı bir yorumdaki gibi, kadın ve erkeğin mahrem yerlerini örtmesi anlamına gelebilirse de, “zina yapmasınlar”, iffetlerini korusunlar, ahlakasızlığa sapmasınlar anlamı daha güçlüdür. Zira, mahrem yerlerin örtülmesi de zaten zinadan kaçınmak, zina talebine meydan vermemek amacına matuftur.
Kur’an’ın, namus anlam alanına katkıda bulunduğu bir diğer sözcük de “muhsan” ya da “muhsın” sözcüğüdür. Arap dilinde “muhsane” (ç.muhsınat/muhsanat) sözcüğü evli, iffetli namuslu kadın demektir. Çünkü kadın, evlenmek suretiyle belli bir saygınlık konumu elde etmiş, bir nevi korunma altına alınmıştır. Çünkü o artık evli bir kadındır, başka birisinin evlenme teklifi v.s. yapamayacağı bir konuma gelmiştir. Erkek için de “muhsan” (/muhsın) kelimesi kullanılmaktadır. Çünkü o da evlenmek suretiyle kendi namusunu/iffetini koruma altına almış durumdadır.
“Muhsanat” sözcüğü 4/25. ayetinde iffetli/namuslu yaşayan kadınlar anlamında kullanılmıştır. Aynı surenin 24. ayetinde ise “evli kadınlar” anlamındadır. Nur suresinin 33. ayetinde “in eradne tahassunen” ifadesi de “iffetli kalmak isterlerse” demektir. fiu halde muhsane sözcüğü Kur’an dilinde hür, iffetli kadınlar; artı, evli kadınlar anlamında kullanılmaktadır.
Nisa suresinin 24. ayeti ile Maide suresinin 5. ayetinde mü’min erkeklerin iffetlerini korumaları (namuslu kalmaları), zina etmemeleri ve gizli dost edinmemeleri yani metres hayatı yaşamamaları emredilmektedir. ‹ffetli kalmak, zina yapmamak ve gizli dost edinmemek (metres hayatı yaşamamak) mü’min kadınlardan da talep edilmektedir. (4/25)
fiu halde gerek müslüman erkekler ve gerekse müslüman kadınların ahlak dışı ve meşru bir evliliğin dışında gizli bir hayatları olmayacaktır. Allah bunları yasaklamıştır. Zaten, evlenme imkanı olmayan mü’minlerin, Allah kendilerini lütfu ile zenginleştirinceye kadar iffetlerini korumaları, namuslarıyla yaşamaları, zina gibi ahlaksız yollara sapmamaları, yani sabretmeleri emredilmektedir. (24/33) Allah, müminlere hem zinayı hem de metres hayatı yaşamayı yasaklamıştır. Kur’an’ın yasakları kapsamına giren çirkin bir davranış da günümüzde gençlik arasında yayılmakta olduğu rivayet edilen mut’a nikahıdır. Biz mut’anın sözde nikah olduğunu düşünüyor, zinakar bir yaşantı özlemi içinde olan gençlerin bu yaşantılarına uydurulmuş bir kılıf gözüyle bakıyoruz.
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar iffetlerini koruyacaklar, her türlü haram ilişkiden uzak kalacaklardır! Çünkü insanlar için aslolan ahlaklı, namuslu ve iffetli bir hayattır. Mü’minler, kadını ile, erkeği ile zinaya götürücü en küçük tavır ve davranıştan bile uzak kalacaklardır. Bu onlara Rablerinin bir emridir.
‹ffetli olmlak, görüleceği üzere sadece kadınlardan beklenmesi gereken bir kural değil; aynı zamanda, hatta ilk önce erkeklerden beklenmesi gereken bir erdemdir. Bu çıkarıma, konuyla ilgili bütün Kur’an ayetleri delalet etmektedir. (4/24; 5/5; 23/5; 24/30-31; 33/35; 70/29) Bu ayeti celileler dikkatlice okunduğu zaman namuslu olmanın önce ve en fazla erkeklerden istendiği anlaşılacaktır.
Ama, Kur’an terbiyesi almamış cahili anlayışlarda iffetli olmak (namus) sadece kadından beklenmektedir! Bu anlayış bizim toplumumuz için de geçerli bir marazdır. Kızları, kadınları zina halinde yakalanınca onları rahatlıkla ölümle cezalandırabilen, böylece namusunu temizleyen(!) erkekler, ne yazık ki, erkek çocukları ve hatta kendileri zina yaptıkları zaman değil öldürmek, en ufak bir ceza bile verme eğilimi duymamaktadırlar. Belki bir kere bile erkek çocuklarına zinaya gidip gitmediğini, eğer gidiyorsa bunun Allah katında büyük bir cürüm olduğunu sormamış, söylememişlerdir. Oysa bilmelidirler ki, kendilerinin zina ettikleri kadınlar da bir başka (erkekler) tarafından “öldürülmeyi çoktan hak etmiş”(!) kadınlardır! Kendi yöntemleri(!) bunu gerektirmekte değil midir? Bu konuda daima ağızlarından ilk etapta dökülen “zina yapan kadınların kendi istekleriyle bu işi yaptıkları savunması ise tam bir paradokstur. Zira, ölüm cezasına çarptırdıkları kendi kızları ya da kadınları da başkalarıyla, kendi istek ve arzularıyla zina yapmışlar, duyulmaması için de birtakım önlemler almışlardır.
Zaten dinimizde zina, içki, katil, tefecilik v.b. bütün haramlar kişinin kendi isteği ve hür iradesiyle işlendiği zaman haram sınıfına girmektedir. Kişinin iradesi dışında olduğu zaman ise bunların durumu değişmekte, ikrah gibi, tecavüz gibi sıfatlar almaktadır. Ki bunların da sahipleri çoğu zaman masum olup cezayı hak etmemektedirler.
Kaldı ki, zina yapan kadınların (aynı zamanda erkeklerin de) öldürülmesi asla Kur’an’i bir davranış değildir. Kur’an’ın zina edenlere takdir ettiği ceza yüz değnek vurmaktır. Bu cezayı uygulamak ise ancak islami iktidar ile mümkün olabilir.
Öte yandan iffetli kadınlara zina iftirası atanlara da Kur’an seksen değnek ceza takdir etmiştir. (24/4) Muhammed Esed’in de haklı tesbitinde olduğu gibi bu ayet mucibince, aksini bildirir bir karine olmadıkça şer’i/hukuki açıdan iffetli sayılmak durumundadır.
Laik/demokratik sistem eliyle bütün bir toplumun ifsad edildiği, namus kavramının günbe gün aşındığı, törpülendiği, demode görüldüğü bu günümüzde müslümanlar mutlak surette iffetlerine sahiplenmek zorundadırlar. Laik/demokratik sistem daha ilkokul çağındaki körpe çocuklardan başlayarak bütün bir topluma çıplaklık kültürünü empoze etmekte; çağdaşlık, batılılık, ilericilik gibi son derece ilkel ve seviyesiz söylemlerle kadınları tesettürden uzaklaştırmaktadır. Çıplaklık körpe beyinlere kalkınmanın, ilerleme ve gelişmenin, çağı yakalamanın; ilaveten, gerici/şeriatcı olmamanın bir şartı olarak empoze edilmektedir.
Şüphesiz Allah iffetini/namusunu koruyan, vahye göre şekillenmiş bir toplum kurmak için mücadele eden gerçek mü’minlerden razı olacaktır. Dünyaları kadar ahiretleri de kutludur onların…
Allah Razı olsun.