“Ne kadar arasam da mutluluğu hiç bir zaman bulamayacakmışım gibi geliyor bana” dedi gözlüklü olan. “Ancak içimizde hissedebileceğimiz bir şeyi neden dışarıda arayıp duruyoruz ki” diye mırıldandı buna karşılık saçı daha uzun olan.
Hepimizin mutlu olmak gibi bir hedefi var. Mutluluğun kişisel beklentilerimizden doğan bize özgü bir muhtevası olduğuna inanıyoruz. Böyleydi bir zamanlar gerçekten de. Sonra, ticari zihin, insan mutluluğunun birtakım pazarlanabilir şeylerle giderilmesinin ne kadar büyük bir ticaret ortaya çıkarabileceğini farketti ve bu fikrin gerçekleşmesi için son birkaç yüzyıl boyunca zincirleme projeler üretti. Bu projelerin gerçeğe dönüşmesi için, insanların mutluluktan anladıkları şeyleri kontrol etmek, kişisellikten çıkararak herkesin inandırılacağı bir vasat oluşturmak, insanları o vasat üzerinden yönlendirmek gerekiyordu. Yani mutluluğu, ticari hedeflerle uyumlu biçimde tanımlamak ve insanları bu yeni mutluluk hedeflerine inandırmak gerekiyordu. Bu ikinci kısmı reklamcılar halletti. Alladılar pulladılar ve hepimizi mutluluğun onların gösterdikleri şeylerde olduğuna ikna ettiler.
Bu sürecin sonunda hemen hepimiz mutluluğu üzerinde etiketi bulunan şeylerde arar hale geldik. Bizi bu yeni mutluluk hedeflerine güdümleyen zihniyet, zamanla insanların kişisel dünyalarından uzaklaşacaklarını ve bu uzaklaşmanın yaygın bir tatminsizlik duygusu oluşturacağını hesaba katmadı ya da kattıysa da bunu umursamadı. Bugün bu strateji yaptığı yatırımların sonuçlarını almış durumda. İnsanlar mutluluğu genellikle alışveriş, eğlence, tatil, birtakım popüler alışkanlıklar ve her gün güncellenen çeşidi bol teknolojik araçlarda arıyor. Bunlar o kadar ulaşılmaz şeyler değil, bir şekilde pek çoğuna ulaşılıyor bu hedeflerin. Ancak yine ticari zihniyetin bir başka gereği olarak ulaşıldığı anda teknolojinin bir sonraki üretimi karşısında değerini kaybediyor ve anlamsızlaşıyor.
Bu yeni mutluluk arayışının bir durma noktası yok, çünkü bize doğası gereği bir tatmin yaşatmıyor. Bu hal, sürekli mutluluğu arayan ama eriştiğini sandığı anda onu sürekli elinden kaçıran insanlar haline getiriyor bizi. Bu döngüden kurtulamıyoruz, çünkü bizim için mutluluğun gerçekte ne anlama geldiğini ve onu nerede aramamız gerektiğini çoktan unuttuk.
Cengiz Aytmatov ‘Toprak Ana’da mutluluğun tabiatına dair bir inceliğe işaret ediyor: “Bana sorarsanız gerçek mutluluk yaz yağmuru gibi birdenbire boşanmaz insanın başına. Davranışımıza, çevremizdeki insanlarla ilişkilerimize her gün azar azar çeki düzen vererek eksiklerimizi tamamlarız. Yavaş yavaş biriken bir şeydir mutluluk.”
Eskiler “Sabırla koruk helva, dut yaprağı atlas olur” demiş. Onların kendilerini mutlu edecek şeyleri arzulardan sabır göstermeyi göze aldıkları anlaşılıyor. Demek mutluluk satın alınabilecek bir şey değil, sabırla, dirayetle günden güne biriktirilecek bir şey.
Mutluluk insanın duygularıyla, hissiyatı ve maneviyatıyla ilgili bir şey… Biz nedense onu maddi bir takım kazanımlarla elde edebileceğimize inanır hale geldik. Fiyatı olmayan bir şey satın alınabilir mi?
“Elde edebilmek için peşinde koşup durduğumuz bunca şeyden bize kalan” dedi beyaz saçlı adam, “giderilemez bir yorgunluktan başka bir şey olmuyor!”
Gökhan Özcan/Yeni Şafak