“Bu şaşılacak bir şey! Biz ölüp toprak olduktan sonra mı dirilecekmişiz. Bu uzak bir dönüş” (Kaf2-3)
Kur’an’ı Kerim’in üzerinde sıkça durduğu temel konulardan biri de ahiret inancıdır. Hemen hemen Kur’an’ın üçte biri ahiret inancıyla ilgili bilgiler verir. İnsanların ölüm anında meleklerin ruhlarını nasıl aldıklarından başlayarak, Sur’a üfürülme, kıyamet anında kainatın dengelerinin nasıl bozulacağı, insanların yeniden diriltilmeleri, mahşer yerine sevk olunmaları, hesaba çekilmeleri, karşılıklı tartışmaları, konuşmaları, ceza, mükafat gibi daha sayabileceğimiz bir çok şey hakkında tafsilatlı olarak bilgiler vermektedir. Bu yazımız da Mekkeli müşriklerin ahirete iman etmeyişleri üzerinde duracağız.
Allah’a imanın temel şartlarından biri de ahirete iman etmektir. Ahiret, insanların öldükten sonra dünya da yapıp ettiklerinin karşılığını istisnasız görme yeridir. (Zilzal,7-8) Bu karşılığa iman eden ve onu yakinen bilen insanın, ne bir haksızlık ne hırsızlık ne de arsızlık etmesi düşünülemez. Allah’ın kendisine ait özelliklerine ortak olamaz; koyduğu yasalara (sünnetullah) kast edemez, aykırı başıbozuk davranamaz. Bu yönü ile ahiret, adeta bir denge unsurudur. Dileyenin dilediği gibi yaşamasına mani olacak, her yapılan zulmün, sömürünün kısaca tüm münkerin bir hesabının olması gerektiği yer olması bakımından iman edenler için Allah’ın bir nimeti olarak değerlendirmekte mümkündür.
Mekke’de yaşayan müşriklerin hal ve davranışları, yaşam biçimleri, dünya görüşleri tam bir zorbalık üzere idi. Kimseye hesap verme gibi bir düşünce onların hayatlarında olmayan bir şeydi. Kuralları kendileri belirler, diledikleri zaman kendileri iptal ederlerdi. Sanki dünya onların etrafında dönüyor, kendilerini bir kutup olarak görüyorlardı. Öldükten sonra dirilmeye, hesap vermeye, cennet ve cehenneme asla inanmıyorlardı. Belki de haddi aşmalarının sebebi burasıydı.
Dileyenin dilediği gibi yaşadığı yerde hakkı anlatmak ve haktan yana olmak ateşten gömlek giymek gibidir. Allah resulü vahiyle şereflendiği andan itibaren vefatına kadar ahiret inancını insanlara anlatıyor, hatırlatıyor ve bu inancın tesisi konusunda çok çabalar sarf ediyordu. Müşriklere kıyametten yeniden dirilmeden hesaptan vs. bahsedince katı olan kalpleri daha da katılaşıyor, şiddetle karşı çıkıyorlar, Allah resulünü alaya alarak birbirlerine : “Size çürüyüp parça parça olduğunuzda yeniden yaratılacağınızı haber veren kimseyi gösterelim mi? Acaba Allah’a yalan yere iftirâ mı ediyor yoksa bu adamda bir delilik mi var?” (Sebe, 7-8) diyorlardı.
Kur’an’ı Kerim, müşriklerin sözlerini, davranışlarını ve batıl inançlarını eleştirip yerle bir eden, onların her söylediklerinin tutarsız olduğunu ortaya koyan bir kitaptır. Ahiret konusunda da onlara gözlerinin gördüğü deliller getirerek düşündürmeye yönelik ifadeler kullanmıştır.
Çürümüş kemiklerin tekrar bir araya gelemeyeceğini iddia eden ve yeniden dirilmenin olmayacağına dair meydan okuyarak “kıyamet günüde ne zamanmış?” (Kıyamet,6) diye çalım satan müşriklere kendisinin ilk defa nasıl yaratıldığını hatırlatır. Ayrıca insanın anmaya değer bir varlık olduğu döneme kadar geçirdiği merhaleyi hatırlatır. Ve rabbimiz sorar: “ sen akıtılan bir meni değilmiydin? Sonra kan pıhtısı, sonra et ve kemik olarak sana şekil veren kimdi? Seni ilk defa yaratan yeniden yaratmaya kadir değil mi?” (kıyamet suresi) diye düşündürücü cevaplar verir, daha sonra her gün iç içe olduğu tabiattan misaller vererek yine;
“Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O’dur. Sonunda onlar (o rüzgârlar), ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevk ederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız.” (Araf,57)
Ahirete imanın bu dünyayı tanzim edeceği kesindir. Ancak bu imanın inandım demekten ziyade fiili davranışlarıyla tezahür etmesi gerekir. Bu yönüyle baktığımızda Mekkeli müşriklerin inanmadıkları ahiret anlayışı çerçevesinde ki davranışları ile bugün inandım diyen dünya Müslümanlarının –istisnalar hariç- davranış biçimlerinde bir benzerlik söz konusudur. Her ikisi de tevhidi zedeleyen, haram ve helal dairelerini tanımayan halleriyle hayatlarını sürdürmektedir. Bu yönüyle baktığımızda rabbimizin ahirete iman esasını müşrikler özelinden bizlere de hatırlattığını bilmemiz gerekmektedir.
Müşriklerin birçok inkâr ve tutumları karşısında hayret ve şaşkınlığa düşen Allah resulüne (as) rabbimiz bir telkinde bulunuyor: “Sen şaşacaksan onların: ‘Biz ölüp toprak olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız demelerine şaşman gerekir…” (Rad, 5). İnsan kendi yaratılışını unuttuğu gibi yeniden yaratılmayı yok sayarak adeta Allah’a meydan okumaktadır. Oysa rabbimiz insana afakta ve enfüste mucizelerini göstermiş ve bu mucizelere bakmanın yeterli olacağını ifade etmiştir. (Fussilet, 53) Afakta yani dış dünya da gösterilen tabiat olayları, gece-gündüz, güneşin her gün doğup batması, uyumak ve uyanmak, baharda tabiatın canlanmasıyla birlikte kışın tekrar kupkuru çer-çöp haline gelmesi ve bu döngüyü insanın yeniden yaratılmasına birer delil olarak sunup düşündürmektedir. Ayrıca gökyüzünde uçan kuşları görmüyorlar mı? (Mülk,19) , “Develere bakmıyorlar mı nasıl yaratıldı? Göğe bakmıyorlar mı nasıl yükseltildi? Dağlara bakmıyorlar mı nasıl dikildi? Yere bakmıyorlar mı nasıl yayılıp döşendi?” (Ğaşiye, 17-20) diyerek asıl bunların hayret edilecek şey olması gerektiğini ifade etmektedir.
Enfüsteki ayetler/mucizeler ise insanın anne rahminden başlayan merhaleler, konuşması, tefekkür etmesi, iç organlarının kendi iradesi olmadan görevlerini yerine getirmesi vs. gibi hayret verici şeyler varken asıl öldükten sonrayı uzak görmek bir insan için şaşılacak şey değil mi?
Tüm bu uyarı ve delillere rağmen;
Biz ölüp toprak olduktan sonra yeniden mi diriltilecekmişiz? Bu vaat edilen şey eskilerin uydurma masallarıdır” (Mü’minun, 82-83)
“Kıyamet vuku bulmayacak” (Sebe, 3),
“İlk halimize geri çevrilecek değiliz” (Naziat, 10-12),
“Biz azap edilecek değiliz” (Şuara, 137)
“Kıyamet nedir bilmeyiz, zan içindeyiz, yakinen bilip inanmıyoruz (Casiye, 22)
“Hayat sadece bu dünya hayatıdır, yaşarız, ölürüz. Bizi ancak zamanın geçmesi helak eder. (Casiye, 24)
“Allah ölenleri diriltmeyecektir diye var güçleriyle Allah’a yemin ettiler” (Nahl, 38)
“Şu Peygamber olduğunu söyleyen kişi size ölüp toprak olduktan sonra tekrar diriltilip çıkarılacağınızı mı va’d ediyor? Bu çok çok uzak bir şey! Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Yaşarız, ölürüz biz diriltilecek değiliz. O Allah hakkında yalan uyduran bir adamdan başkası değildir. Biz ona inanmayız” (Mü’minun, 35-38).
O halde;
“Ey İman edenler! Allah’a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve daha önce indirmiş olduğu kitaba iman edin. Kim Allah’ı, Meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüştür. (Nisa, 136)