Yerel ya da küresel anlamda; tahakküm, baskı, kontrol, öteki üreten iktidarlar/rejimler, yönettikleri toplumları, hakikat-adalet-eşitlik ilkeleri doğrultusunda değil, kendi amaçları/çıkarları/öncelikleri doğrultusunda yapılandırıyor, yönetiyor; bütün politik tercihleri, uygulamaları araçsal rasyonalite doğrultusunda şekillendirmeye çalışıyor. Yerel ya da küresel bütün otoriter rejimler, sistematik bir biçimde ayrımcılık araçlarını-yapılarını-uygulamalarını çoğaltıyor, zehirli kutuplaşmalar oluşturuyor. Bütün adaletsizliklerin kaynağında derin ahlaksızlıkların yattığını görmek gerekiyor. Günümüz dünyasında İslam dünyası toplumlarında da, bütün değerler, kavramlar, dil, söylem siyasal ihtiraslar adına araçsallaştırılabiliyor.
İslam dünyası toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, eleştirel düşünce hayatının, iktidar ihtirasları adına, bütün değerlerin/kavramların/ilkelerin acımasızca çiğnendiğini, yüksek sesle, ahlaki bir öfkeyle sorgulamaları gerekir. Günümüz Türkiye’sinde yaşandığı üzere, toplumlarımızda, sadece trol-aparatçik çiftliklerinde, hakikat sonrası dönem için, yerli-milli propoganda memurları üretildiği için, varoluşsal-tarihsel sorgulamalar yapabilecek evrensel düşünürler/filozoflar/bilgeler/aktivistler/sanatçılar vb. yetişmiyor. Evrensellik ve dayanışmayı hayati bir öncelik olarak gündemde tutması gereken bir toplumda, bu durum, utanç verici, yüz kızartıcı bir yoksunluğun ve yoksulluğun ifadesidir. Günümüz insanlığı hem yerel bağlamda hem de küresel bağlamda çok kirli, çok karanlık gerçekliklere maruz kalıyor, sömürgeci tarih normalleştiriliyor, yeni bir ilhakçı emperyalizm dönemi başlıyor. İslam dünyası olarak anılan dünya İslami anlamda bir irade oluşturamadığı için, küresel fırtınalar karşısında, aziz Filistin halkı, trajik bir yalnızlık ve tecrit içerisinde yaşamaya devam ediyor. Günümüz Müslümanlığı, yerli-milli hassasiyetlere hapsedildiği için, İslami onur kaybını bir sorun olarak görmüyor.
İslam toplumlarında, otoriter sağ-muhafazakâr iktidarlar, insanlara içerisinde rahat nefes alamayacakları çok ağır bir iklim oluşturuyor. Bu iklim, hayatı ve düşünceyi resmi klişe ve kalıplar doğrultusunda tektipleştiriyor, faşizmi meşrulaştırıyor: İslami sorumluluk-dayanışma ve duyarlılık alanından uzaklaşan, yerli-milli olmayı seçen, birleşmek-dayanışmak istemeyen İslam ülkeleri birer birer enkaz yığınlarına dönüştürülüyor.
Günümüz dünyasında emperyalizmler, sömürgecilikler, soykırımcılıklar, eskiden beri kullanageldikleri, çok etkili bir propoganda süsü olan, ‘özgürlük’, ‘insan hakları’ ve ‘demokrasi’ gibi maskeleri kullanma ihtiyacı duymuyor. Depresif bir tarih döneminde yaşıyoruz. Toplumlarımızın gerçek ötesi propoganda toplumlarına dönüştüğünü, edilgenliklerin, teslimiyetçi bağlılıkların-bağımlılıkların Müslümanlar için bir kader haline geldiğini, ilkellikten ve barbarlıktan kurtulabilmek için, insanlığın ve yeryüzünün bütününe ait olmak gerektiğini, popülizm ve hamaset yoluyla kitlelerin insafsızca-küstahça sömürgeleştirildiklerini, genç kuşakların, kendilerinden önceki kuşakları tekrar-taklit ettikleri için bir türlü genç düşünceler, genç oluşumlar/inşalar gerçekleştiremediklerini, içselleştiğimiz-mutlaklaştırdığımız konformist din algısıyla yüzleşmediğimiz için, bu din algısı yoluyla köleleştirildiğimizi, savaşların en kirlisinin, en bayağısının, en ahlaksızının propoganda savaşı olduğunu görmek/anlamak istemiyoruz.
Müslüman halkların, propoganda/hamaset akıntılarıyla birlikte, akıntının sürüklediği çöplere dönüştürülen halkların, gerçek dünyaya, gerçek tarihe uyanmaları, İslami evrensel iradeyi somutlaştırarak temsil etmeleri, bugün, bir ölüm kalım meselesi haline gelmiştir. Bugün, Müslüman halklar, İslam medeniyeti bilinç ve hassasiyetinden yoksun kitleler halinde, ulus-devlet çıkarları-ideolojileri doğrultusunda savruluyor. Bu nedenle de, bu kitleler Filistin halkıyla aynı tarihi, aynı hayatı, aynı Müslümanlığı yaşamıyor, burada, Filistin’de yüz yıla yakın bir zamandan beri yaşanan sözcüklerle anlatılması mümkün olmayan trajediyi gerçek anlamda paylaşmıyor, Gazze’ye yönelik soykırım, iç siyasete yönelik propoganda amaçlı resmi protesto gösterileriyle takbih ediliyor. Ulus-devlet çıkarları, iktidar çıkarları doğrultusunda savrulan-sürüklenen Müslüman halklar, İran ve Hizbullah konusunda, Haçlı-Siyonist emperyalistlerle-emperyalizmlerle kelimesi kelimesine aynı düşünceleri/kanaatleri, aynı düşmanlık duygularını paylaşıyor.
Aziz İslam ve Müslümanlar, tarihe girdiklerinde, çok inançlı, çok kültürlü, etnik-dini çeşitlilik-esneklik içeren kozmopolit medeniyetler ve imparatorluklar oluşturdular. Bugünün ulus-devletleri, ulus-devlet bencillikleri doğrultusunda, tek inançlı, tek renkli toplumlar oluşturmaya çalışıyor.
Bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda, etnik-mezhepçi önyargılar toplumsallaşıyor, resmi bir boyut kazanıyor. Bu toplumsallaşma/resmileşme, içerisinde yaşadığımız toplumun İslami bilgeliklere/erdemlere bütünüyle yabancılaştığını gösterir. Eleştirel duyarlılık ile, önyargılara dayalı duyarsızlık arasında dipsiz uçurumlar olduğunu görmek gerekir. Yapısal önyargılar, bilgi’den bilgelikten yoksun önyargılar, kimliğe dayalı önyargılar, İslam medeniyeti ufkundan ayrıldığımızı, bu ufuktan uzaklaştığımızı gösterir. İslam imparatorlukları dönemi bürokrasilerinin her inançtan, her kültürden, her mezhepten, ehliyet ve liyakat sahibi kadrolardan oluşturulduğunu hatırlayınca, içerisinde yaşadığımız dönemin, ilkel önyargıların yükseliş döneminin ne kadar kısır bir dönem olduğunu görebiliyoruz.
Bugün, İslam medeniyetinden söz eden akımların/hareketlerin/oluşumların/kadroların her şeyden önce, çok etnisiteli, çok inançlı, çok kültürlü bir zihin-ruh-ahlak dünyasında, bütün entelektüel erdemlere açık olması gerekir. Ulus-devlet çıkarları dışında, hiç bir ilkesel duruşa-varoluşa sahip olmayan İslam dünyası ulus-devletleri, Filistin halkına yönelik olarak uygulanan soykırım/tecrit/sürgün, masum bir halkı topyekûn açlığa/susuzluğa/soğuktan donmaya mahkûm eden vahşet ve dehşet karşısında bile, akıllarını başlarına alarak İslami dayanışmanın imkanlarından yararlanma yolunu seçmediler, bu doğrultuda hiç bir girişimde bulunma ihtiyacı duymadılar. Bu ülkeler, 7 Ekim 2023 soykırım süreci boyunca hem ahlaki anlamda hem de siyasal anlamda hiçliğin sınırlarına sürüklendikleri halde, bir haysiyet sorunu ile karşı karşıya bulunduklarını hissetmediler. Filistin’in masum halkı, çocukları, kadınları soykırıma tabi tutulurken, kendi ülkelerinde, yerli-milli sefer-fetih retoriği ile büyülenen politik liderlikler, aşırı kibrin kurbanı olan tiranlar, maruz kaldıkları ağır yenilgileri, dışlanma ve aşağılanmaları, bunlar hiç yaşanmamış gibi, yaşanmıyor gibi, içselleştiriyor, bu nedenle de bu yenilgilerle yüzleşme ihtiyacı duymuyor, karşı karşıya bulundukları tarihle hesaplaşmak, bu tarihe, bu tarihin adaletsizliklerine-zulümlerine isyan etmek yerine, bu tarihe boyun eğiyor, kardeşleri/çocukları soykırıma tabi tutulurken, bu liderlikler, normal hayatlarını debdebe ve ihtişam içerisinde sürdürüyor.
İslam toplumlarının, bu ülkeler/toplumlar entelektüel hayatının, entelektüel çölden çıkarak/ayrılarak, bu toplumların şimdiye kadar konuşulmamış/tartışılmamış/yeterince anlaşılmamış yapısal sorunları anlamaya/konuşmaya çalışması, çok yönlü, çok boyutlu, eleştirel düşünce yoğunluklarına, tefekkür yoğunluklarına yönelmesi gerekiyor. İslam toplumlarında İslam’ın merkezi önemini yitirdiğini görmek gerekiyor. İslam, bugün, yalnızca geçmişe ait bir kültür olarak, milliyetçiliklerin himayesinde mevcudiyetini koruyabiliyor. Ahlaki/entelektüel/varoluşsal kaygılar-hassasiyetler içerisinde bulunması gereken İslam toplumları bugün, ucuz klişeler, etiketler, sloganlar, önyargılar tarafından işgal edilmiş bulunuyor. Bu tür toplumlar için, İslami bir geleceğin tasavvur edilemeyeceğini anlamak gerekir. İslam toplumlarında çıkar-iktidar mücadelesi veren, kirli tutkularının kölesi olan tiranlar, bugün ilkesizlik, tutarsızlık, ikiyüzlülük ve nifak konusunda ustalaşmışlardır. Bugünün dünyasında, küresel tiranlar, tiranlıklar, sömürgeci dünya sistemine direnen, direniş hareketlerine/mücadelelerine hayat hakkı tanımazken, yerel tiranlar da, muhalif hareketlere-eleştirel hareketlere varoluş hakkı tanımıyor. Yerel ya da küresel bütün tiranlar, kendilerinin, ahlaki uyarılardan, eleştirilerden, sorgulamalardan muaf sayılmaları gerektiğini düşünüyor. Müslüman halklar, milliyetçi/muhafazakâr/sağcı tiranlara tapındıkları için, hiç bir zaman bu tiranların politik yabancılaşmalarını, ahlaki yabancılaşmalarını, ihanetlerini, yolsuzluklarını, hırsızlıklarını, entrika ve skandallarını sorun haline getirmiyor, eleştiri konusu yapamıyor.
Ahlaki-entelektüel-kültürel yoksulluklarla, yabancılaşmalarla, popülizmlerle malûl olan toplumlarda, İslam, iktidarlar tarafından keyfi bir biçimde, sorumsuz bir biçimde istismar ediliyor, araçsal olarak hep gündemde tutuluyor, iktidar çıkarları adına bir baskı aracına dönüştürülebiliyor. Bu toplumlarda, eleştirel istisnai alimler-düşünürler-entelektüeller olmadığı için, toplumlar, zihnen-ruhen konformist din algısı yoluyla köleleştirilebiliyor. Bugün, Müslüman kitleler, kendilerini köleleştiren bu din algısıyla yüzleşme ihtiyacı duymuyor. Sözünü ettiğimiz konformist din algısı İslam toplumlarını akıl almaz bir etkisizlik-edilgenlik-kayıtsızlık ve sessizliğe mahkûm ettiği için 7 Ekim 2023 Gazze direnişi, direniş mücadelesi, ne yazık ki kaderine terkedildi, Gazze, dünyada yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkarıldı. İçerisinde bulunduğumuz çok ağır, çok trajik koşullarda İslam toplumlarında her şeyden önce, ahlaki açıdan yeniden inşa’yı, İslami düşünce hareketlerinin gündemine kazandırarak, Müslümanlara, düşünen Müslümanlara, hiç bir şekilde, yerli-milli bir İslam’ın düşünülemeyeceğini hatırlatmak gerekiyor. Günümüz kitle toplumlarında, kitle kültürü içerisinde yaşayanlar, hayatlarını hiç bir varoluşsal meselenin farkına ve bilincine varmadan sürdürüyor. İslam toplumlarında, dini-tasavvufi liderlere yönelik olarak, politik liderlere yönelik olarak oluşturulan benzeri olmayan putperestlikler, hiç bir varoluşsal meselenin, tarihsel meselenin farkında ve bilincinde olmayan kitle toplumları tarafından ahlaki yargılamalara, suçlamalara, sorgulamalara tabi tutulamıyor. Bugün, toplumlarımızda, bütün sağcı-muhafazakâr popülizmlerin, adaletsizliklerin; derin düşünceye, tefekküre meydan okuduğunu görmek gerekir.
Modernliklerin insan zihni ve ruhu üzerinde ideolojik denetimi sürerken, konformist-mistik din algısının da insan zihni ve ruhu üzerinde baskılayıcı kısıtlayıcı denetimi sürüyor. Bu nedenle, İslam toplumlarında düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, yirmibirinci yüzyıl için bağımsız-özgün/evrensel bir yorum-proje üretemiyor, zamanın yabancılaşmalarını, modernitenin neden olduğu yabancılaşmaları, mistik kültürün neden olduğu yabancılaşmaları, politik hamaset kültürünün neden olduğu yabancılaşmaları aşamıyor, bu yabancılaşmalarla hesaplaşabilecek entelektüel kadrolar yetiştiremiyor. Eleştirel düşünce-dikkat-sorumluluk-hassasiyete sahip olmayan, eleştirel sorgulamalar yapamayan İslam toplumlarında, yerli-milli tiranlıklar, kendi bireysel tercihlerini, ihtiraslarını beklentilerini, kamusal-varoluşsal meselelere dönüştürüyor, dönüştürebiliyor. Tarihsel-ahlaki sorumluluklarının farkında olmayan, her durumda iktidar sahiplerinden bir şeyler bekleyen, kişilik ve karakterlerini tamamlayamayan aydınlar-alimler, bu beklentileri sebebiyle kişilik ve onur kirlenmesi yaşadıklarını hissetmiyor. Geçmişin kısıtlamalarıyla malûl olan Müslüman halklar, bugün, siyasal sorumluluklarını bilmiyor, anlamıyor, bu nedenle de, siyasal sorumluluklarını yerine getiremiyor. İslami anlamda siyasal sorumluluk uluslarüstü bir dayanışma ve bilinci gerektirir. İslami bir gelecek projesi-tasavvuru ortak bir bilinç dilini zorunlu kılar.
Popülist kitle kültürü, propoganda kültürü, Müslüman halkları-toplumları, yaşadıkları ülkelerde düşüncesiz nesneler-araçlar haline getiriyor. Düşüncesiz nesneler, inançlarını, kimlik/kişilik/onurlarını kaybetme pahasına pragmatik-çıkarcı politik tercihler yapan, ahlaki-politik ikiyüzlülük şampiyonu yerel tiranları, her durumda, İslami değerlerin/ilkelerin yılmaz sözcüleri olarak kahramanlaştırıyor. Düşüncesiz nesneler, yerel tiranların, kitlesel katiller, caniler, canavarlar üreten Siyonist sömürgecilik karşısında İsrail’le sürdürdükleri diplomatik/ticari ilişkiler karşısında sergiledikleri histerik ikiyüzlülükleri bile farketmiyor. İktidarlar, iktidarlarını zayıflara dayatırken, İsrail karşısında mutlak bir iktidarsızlık içerisindeler. İslami düşünce hayatının, entelektüel hayatının, bugün, İslam dünyası toplumlarının, Batı rasyonalitesi karşısında sergiledikleri mutlak edilgenlikle ilgili, varoluşsal yüzleşmeler yapması, ahlaki sorular sorması gerekir. Sözünü ettiğimiz mutlak edilgenlik sebebiyle, Haçlı-Siyonist emperyalizme karşı, sadece İslami özgürlük ve bağımsızlık talebi olan, İslami direniş hareketleri-mücadeleleri çok büyük, katlanılması çok zor bedeller ödeyerek savaşıyor. Bugün, İslam dünyası toplumlarında, siyasal özne olarak sadece direniş mücadeleleri var. Emperyalist dünyanın müttefiki olan İslam dünyası ulus-devletleri, emperyalist dünyanın izni olmaksızın, politik bir irade ortaya koyamıyor. İslam dünyası ulus devletlerinde, İslam algısı sebebiyle yaşanan derin kriz ve ikiyüzlülük sebebiyle, büyük imkansızlıkları, büyük imkanlara dönüştürebilecek, İslami dayanışma ile ilgili hiç bir çalışma yapılamıyor. Toplumlarımızda İslam algısıyla ilgili olarak yaşanagelen derin kriz ve ikiyüzlülük sebebiyle, bugün, Türkiye’de yaşandığı üzere, kendilerini İslam’a nisbet eden politik kadrolar, iktidar çıkar ve ayrıcalıkları için faşizan bir zihniyetle, otoriter milliyetçiliklerle uzlaşarak bunlara meşruiyet kazandırabiliyor. Bugün, Müslümanlar olarak propoganda ve gerçek bilgi’yi birbirinden ayırt etme yeteneğine sahip olmayan toplumlarda yaşıyoruz. Bu durum, toplumsal bir şeyleşme ile bütünleştiğimizi gösterir.
İnsanlığın dünyası bugün, klasik emperyalizmin dönüşüne bir kez daha somut olarak tanıklık ediyor, sömürgeci güç zehirlenmesi, bir kez daha insani varoluşu/mevcudiyeti tehdit ediyor. Bilim ve teknolojinin kibirli dünyası, insan ruhunu, vicdanını yok sayıyor. Başka zamanların, başka mekanların nesilleri gibi düşündüğümüz için, yirmibirinci yüzyılla nasıl ilişki kurulabileceğini bilmiyoruz. Yeni bir başlangıç daha önce hiç düşünmediğimiz meseleleri düşünmeye başlamakla gerçekleştirilebilir. Modern uygarlık, modern dünya düzeni maskesi altında sürdürülen emperyalizmler, şiddet’ten, terör’den, savaşlardan ve soykırımlardan kazanç sağlıyor. Teknoloji ve yapay zekâ sistemleri Filistin halkına uygulanan soykırıma katkıda bulunuyor. Teknolojilerin bir yıkım aracına dönüşmesi ve insanlığın, insanlık dışına savrulması modernlikle başladı. Modern ideolojilerin kurumsallaşması, küreselleşmesi ve tahakkümüyle birlikte, insani/ahlaki/vicdani dünya bir daha onarılamayacak ölçüde, çok büyük bir erozyona/tahribata maruz kaldı. İdeolojilerin dünyası, mekanik hayatlar, yapay koşullar üreterek iç karartıcı bir dünya oluşturdu.
Bugün, Müslüman olduğumuz halde, varoluşumuzu, hayatımızı, mevcudiyetimizi, bizim için, seküler bilim ve teknoloji tanımlıyor. Tekno-tıp yoluyla genetik manipülasyonlarla insan fıtratına küstahça müdahale edilebildiği kötü zamanlarda yaşıyoruz. İnsanlığımızda, onur duygularımızda bir azalma, eksilme ve çürüme olduğu için, aziz Filistin halkının acılarını/beklentilerini gereği gibi paylaşamıyoruz. Toplumlarımızda, ahlaksızlıkların, çıkarcılıkların, mafyaların-çetelerin itibar sahibi olduğu, olabildiği, milliyetçi-mezhepçi hezeyanların itibar sahibi olduğu, İslami ilke ve duyarlılıkların hiçe sayıldığı, bayağılık salgınlarının toplumsallaştığı bir dönemden geçiyoruz.
Toplumlarımızda, İslami düşünce hayatı, entelektüel ve akademik hayat, medeniyet değiştirmeden kaynaklanan derin krizleri, travmaları, bunalımları, aşağılık duygularını bir türlü aşamıyor, bunların nasıl aşılabileceğine ilişkin çalışmaları yok. Batı medeniyetine eleştirel olarak bakabilen, yeni bir medeniyet vizyonuna ihtiyacımız var. Gerçek bir insanlık tarihi, tarihin insanileştirilmesiyle, insanları farklı aidiyetleri, hayat tarzları ve dünya görüşleri sebebiyle dışlamayan, ötekileştirmeyen, yok saymayan bir insanlık anlayışı ile başlatılabilir. Müslüman halklar ve toplumlar için yeni bir tarih, çok samimi bir özeleştiri zemininde, kapsamlı-kuşatıcı bir dayanışma bilinciyle oluşturulabilir. Müslümanların tarihsel bir farkındalığa, tarihsel bir bilinç ve sorumluluğa sahip olmadan yaşamaya devam etmeleri, yaşarken ölmek anlamı taşır. Çıkarın ve rasyonalitenin, popülerlik için mücadelenin, muhafazakâr/dindar politik hareketler için de, politik bir araç haline gelmesi, ancak, temel İslami ilkelere ihanet pahasına mümkün olabilir.
Sistematik bir biçimde, popülist propogandaya maruz bırakılan toplumlar, doğru ile yanlış arasındaki, ihanetle sadakat arasındaki ayrımları görme yeteneğini kaybediyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, İslam dünyası ülkelerinde, İslami imkanları gerçekliklere dönüştürme iradesi, yerli-milli engellere takılıyor. Gerçek-sonrası toplumlarda yaşadığımız için, kitleler, romantik-kurgu hayaller peşinde sürükleniyor. Bu tür toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, tek yanlı fanatizmler, derin karşıtlıklar/ayrışmalar, kapsayıcı-kuşatıcı müşavere, müzakere kültürünü imkansız kılıyor. Toplumlar, faşizmi içselleştirdikleri ölçüde, kültür, medeniyet, bilgelik, estetik dünyasına yabancılaşıyor. Konformist din algısı aracılığıyla, hamaset uyuşturucuları alan toplumlarda, bu toplumların İslami idrakleri etkisizleştiriliyor. Hamaset uyuşturucuları, toplumlarımızı yirmibirinci yüzyılın belirleyici dinamiklerine karşı savunmasız hale getiriyor.
Kökten belirsizliklerin, küresel bayağılaşmanın ve popülizm çağının gerçekleriyle yüzleşmek yerine, romantik idealleri tartışıyor, masum/zayıf halkların düşmanı olan emperyalizmlerin yeniden sahneye çıktığını görmüyoruz. İslam toplumlarında entelektüel hayat, ilahiyat hayatı, ondokuzuncu yüzyılda başlayan, ahlakı/bilgeliği/vicdan ve merhameti silip süpüren teknoloji devrimlerinin, bu devrimlerin sonuçlarının; İslami varoluş/bilinç ve mevcudiyet üzerinde, radikal bir meşruiyet ve otorite aşınmasına neden olduğunu, bu otorite ve meşruiyet kaybının nasıl telafi edilebileceğini, hiç bir zaman bu gerçeklikle yüzleşmek üzere gündeme getiremediler. Bugün, toplumlarımızda İslam’a ilişkin bütün çalışmalar, bu otorite ve meşruiyet kaybı dikkate alınmaksızın sürdürülüyor. Günümüzde, politik popülizmler yoluyla romantik hayaller peşinde sürüklenen toplumlarımız, genetik mühendislik projeleriyle, insanın teknolojik bir ürüne dönüştürülmesi projeleriyle hiç bir şekilde ilgilenmiyor. İslam toplumları sömürgeci-ırkçı dünyanın kavram ve kurumlarını sorgulamaksızın içselleştirmeye devam ettikleri için, entelektüel bağımsızlığa ulaşamayacaklar. Dijital teknolojilere bağımlı hale gelen genç kuşaklar için de ahlaki bir gelecek olmayacak. Toplumlarımız romantik hayaller dünyasına hapsedildiği için küresel teknoloji tiranlıklarının insanlığın geleceğini sömürgeleştirdiğini görmüyor.
Atasoy Müftüoğlu / İktibas Dergisi Şubat Sayısı