Ortak din, Hristiyan ilahiyatının/akaidinin dini anlayış ve kabulünden kaynaklı bir din olarak cari. Kavram olarak da, içeriği ve çağrışımı itibarıyla da köken olarak Avrupa tarihi ve kültürüyle, oraya has toplumsal yapı, süreç ve siyasal düzeniyle de uyumlu bir din bu.
Bu dini telakki klasik tarihten modern çağa geçişte de, toplumsal ve siyasal değişim ve dönüşümlerde de kendini yeniden üreterek var kaldı. Dünya görüşüyle irtibatlı hakikate ve ona dayalı değerler sistemindeki değişimlere teolojik meşruiyet sağlayarak ve destekleyerek yaşıyor.
Avrupai tarz Hristiyan dinine ve oraya has tarihsel akışa ve toplumsal yaşam sürecine koşullu olarak gelişen ama orada kalmayıp modern çağ ile birlikte tüm dünya dinlerini ve toplumsal siyasal biçimlerini de etkileyip değiştiren bu din, Kur’an öncesi dünyadaki gibi tek din olarak yayıldı. Günümüzün de tek dini olarak cari…
Nedir bu din? Hristiyan akaidinde, “religion” terimiyle ifade edilir: Yalnızca “insanın Allah ile olan ilişkilerini” ifade edip kapsar. “İnanç-ibadet-ahlak-ruhâniyât, maneviyat” bu alandaki ilişki biçimlerinin pratiği, örgütlenmesidir.
Aynı akaitte “insan-insan, insan-toplum, insan-devlet, insan-sanat, insan-madde..” ilişkileri “secular” terimiyle ifade ediliyor. “Bedeni-dünyevi, maddi-fiziki” alanda kurulan ilişkileri ifade edip kapsıyor. “Siyaset-devlet-politika-ekonomi-askeriye-maliye..” bu alandaki pratikleri, örgütlenmeyi karşılıyor.
Özetle Hristiyan ilahiyatında ve Avrupai toplumsal siyasal yaşamındaki din “dünya işleri” ile “din işlerini” birbirine karıştırmıyor, ikisini ayrıştırıyor…
Kur’an nazil olduğunda, dini, şirkten/parçalanmışlıktan/dünya ahiret işlerinin ayrıştırıldığı ikilikten kurtarıyor, aslına döndürüyor: İbrahimi hanifliği/aynı inanç üzerinde birleşmiş millet olmayı/bu milletin dünyevi uhrevi tüm işlerini ve ilişkilerini aynı dine göre düzenlemeyi göstererek düzeltiyor.
“Tevhid dini İslam” böylece son defa Kur’an ile ihya ve inşa ediliyor: Dünya ile ahiret hayatı ve işleri “bir”leşiyor, “tek”leşiyor. Tümü yegane ilah olan Allah’a göre anlamlı kılınıyor.
Dolayısıyla Hristiyanlığın “din-dünya” gibi “ikili” ayrışmaya dayalı dini telakkisi ve yaşam biçimi “küfür” sayılarak iptal ediliyor…
İki din bir arada olmaz, muhakkak çatışır. Çünkü bir din, din ise şayet, inanç unsurlarıyla toplumsal hayatı bütünleştirir. Toplumsal işleri ve ilişkileri inanç unsurlarıyla kendince düzenler, herkesin uyacağı yasakları da belirler. Dolayısıyla dinler arasında uzlaşı olmaz.
Bu telakkiyle bugün dünyada yaygın ve etkin olan din Hristiyanlık dinidir. Dünya işleri de dini işler de birbirine karıştırılmadan bu dine göre düzenlenmektedir.
Bu dine “itiraz eden” iki din var: Yahudilik ve İslam. Yahudilik özelleştirilmiş olması dolayısıyla herkese açık bir din değil.. İslam’a gelince onu temsilen Müslümanlarda bir şakınlık görülüyor. Kur’an’ın diniyle aralarında sorunları var!..
Bugünün dünyasında 54 tane “İslam devleti” olduğu söyleniyor. Bunlardan laik demokrat veya cumhuriyetçi olanları konuşmadan daha aralarında;
Anayasalarında “İslam’ı din kabul eden, şeri ahkama uymayan yasa çıkartılmaz..” diye maddeler koyanlara bakıldığında dahi, “devlet, ekonomi, maliye, askeriye, dış politika” işlerine İslam’ı karıştırmadıkları görülüyor.
Aksi olsaydı tümünde gözlenen “siyasi zorbalık, baskıcı rejim, yasal imtiyazlı ve ayrıcalıklı iktidar zümresi, yükselmenin ve zenginliğin iktidar sınıfına haslığı, her muhalefetin zalimce bastırıldığı, can ve mal güvenliğinin birilerinin keyfine bırakıldığı, kişisel menfaatlerin kamu menfaatinin önüne geçirildiği, herkese ait olan mülk ve hazinelerin talan edildiği..” siyasal rejimler ve onun devlet biçimleri mümkün olabilir.
Buralardan kaçıp kurtulmak için her şeyi göze alıp Avrupa devletlerine iltica tek kurtuluş umudu yapılabilir miydi?
Maşallah tümünde liderler dahi “namaz kılıyor, hac edip kurban kesiyor, dini günleri kutluyor, dillerinden Allah, peygamber, kitap düşmüyor!…”
Modern çağın devletleriyle klasik çağın devletleri arasında nitelik ve meşruiyet olarak pek bir değişme yok.
Siyaset biliminde ve tarihinde devlet “tanrıdan bağımsız, kendi başına özerk ve otonom, kendisi amaç olan” bir varlık. “İlk olan.” Din dahil kendisi dışındaki her şeyi tanımlayan, tasnif eden, diğer her şeyi kendisine göre anlamlı veya anlamsız kılan varlık.
Devletin kendisinin “amaç olması” yahut “ilk olması” demek, onun ilah olması demektir. Çünkü bu ulûhiyetin nitelikleridir. Literatürde de böyle tanımlanıyor zaten.
Şu halde Hz. Musa’nın Firavun’a “başıma kakıp durduğun şeyler kavmime yaptığın zulümler nedeniyledir” diyebilecek ve devleti sıgaya çekip onun mutlak iktidarını sınırlayacak bir şeye ihtiyaç var: O şey İslam akaidindeki dindir, Hz. Musa’nın örnekliğidir.
Şu halde kendini ilah olarak niteleyen devlet, aynı zamanda kendisi din olandır. Din kavramını konuşurken neyi konuştuğumuzu biliyorsak sorun yok…
Devletler tarihinde “bir siyasal düzenin” iki tür yapısal dayanağı var: 1- Kişi/lider merkezli siyasal düzenler. 2- Kurum merkezli siyasal düzenler.
Bu ikisinin ortak yanları yok değil ama birincil olarak biri diğerini belirliyor. Biri ilk, diğeri ikincil oluyor. Batıda ikincisi, doğuda birincisi meşhur.
Peki İslami siyasi bir düzen neye dayanıyor? Bu düzenin içindeki devlet ve iktidar nasıl kuruluyor? İslam dini burada nerde yer alıyor?
Müslümanların sorunu bu, diğerlerinin değil. Başka bir yazı konusu olacak konu için bir şey deyip bitirelim: Her millette olmadı ama modelleme olarak insanlık tarihine, siyasal ve toplumsal düzenlere Nebevi müdahaleler oldu. Aranılan şey burada. Bu burayı takip eden ender devletlerde.
Ama önce İslam’ın din kabul ettiği dini telakkide buluşmak gerek! Sonra bu dini gerçekleştirecek “asil, elit, seçkin” bir zümre gerek. Bu işler halkın yapacağı, halktan beklenecek işlerden değildir.
Hüseyin Alan/İktibas Dergisi