Eğitim kurumu bir milyonu aşmış öğretmen kadrosu ve on milyonlarca öğrencisiyle devasa bir alanı kapsamaktadır. Devasa bu alanın sorunları da, ona göre devasadır.
Milli Eğitim meselesi bilhassa yılın eğitim-öğretim döneminin açıldığı günlerde, yeni bir bakan ataması yapıldığında, bilhassa merkezi sınavların sonuçları açıklandığında ve yıl içinde okullarda sıra dışı olayların vukuu anında medya ve siyasi nitelikli kişi ve kurumlar nezdinde dayanılmaz bir tartışma arzusu doğurmaktadır. Doğrusu iyi bir ‘savaş’ vasatı sunmaktadır eğitim konusu. İsteyen istediği dozda, istediği gerekçelerle ve istediği tarzda saldırıda bulunabilmektedir.
Meseleyi daha da daraltarak sadede gelecek olursak, milyonlarca çocuk ve genç, ülkenin, büyük çoğunluğu son derece gelişmiş, fiziki imkanları oldukça iyi okullarında bir eğitim-öğretime tabi tutulmakta fakat elde edilen sonuç neredeyse bir ‘hiç’ olmaktadır. Bir tır dolusu buğdayınızı değirmene döküyorsunuz ama bir çuval un bile çıkmamaktadır. Çünkü buğdayınız güve tarafından buğday olmaktan çıkartılmıştır.
Milli Eğitim’in sorunları saymakla bitecek gibi değildir. Daha sözün başında, ‘milli’ ve ‘eğitim’ kelimelerinden başlayabilirsiniz eleştiriye. Eğitimden hemen herkes şikâyetçidir. Ama bilinmelidir ki, herkesin şikayet gerekçesi farklıdır. Çok basit bir örnek verelim: Kimi aileler ülkede gereğinden fazla İmam-Hatip okulları açıldığından şikayetlenirken, kimisi de yeteri kadar ve iyi düzeyde İmam-Hatip okulları açılmamasından şikayetçidir.
***
Milli Eğitim’in sorunlarını burada saymaya girişecek değilim ancak ben de bu sorunlar ve bunların çözümüne dair genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.
İlk olarak şu tespiti yapmam gerekmektedir: Ülkenin eğitim sistemini, ülkenin genel toplum yapısından ayrı değerlendirebilir miyiz? Bu soruya verilecek cevap önemlidir. Benim cevabım, ‘kesinlikle hayır!’ şeklindedir. Ülkenin eğitim sistemi, toplumun genel yapısı, değer yargıları, toplumun beslendiği fikir-inanç-siyaset-ahlak v.b. kaynaklarının hasılasıdır. Hatta toplumun yedikleri-içtiklerinin bile eğitimin şekillenmesinde bir payı vardır.
O halde eğitimi tek başına ve öğrencileri anne-babalardan, ebe-dedelerden, amca-dayılardan v.b. soyutlayarak ele almak ve buradan bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Eğitimin aileyle, aile dediğimiz müessesenin değer yargılarıyla, ahlak görüşüyle birebir alakası vardır. Çocuğu eğiten (doğrusu: terbiye eden) unsurlardan birisi de okuldur.
Eğitimin en fazla alakası ise, bir iktidar eliyle işletilen ve ülkeye hükmeden sistemle bulunmaktadır. Bunu biraz açmamız gerekmektedir.
Bu basit iddiayı şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Diyelim ki 1917 yılında Rusya’da yapılan devrimin ardından, ülkenin okullarından İslam şeriatına göre eğitilmiş, İslam terbiyesi almış, namazlı-niyazlı Rus öğrenciler mezun olduğunu var sayalım… Evet, bu sadece bir varsayım olur, hakikat olmaz. 1917 Bolşevik Devriminden böyle bir sonuç beklenmez.
Türkiye’nin sisteminden de, sistemin genel yapısı, yönelimleri, sistemin yaslandığı siyasi/fikrî temeller, insan anlayışı, ahlak felsefesi, hukuk sistemine aykırı bir eğitim-öğretim neticesi beklemek abes olur. Yani sistem laikse, laik nesiller yetiştirecek, Müslümansa Müslüman nesiller yetiştirecektir. Arpa eken, tarlasından buğday devşiremeyeceği gibi, kavak ağacından da elma-armut beklenmez. İşte, bilhassa son 17 yıldır şiddetle tartışılan ve muhafazakâr denilen çevrelerin bir türlü anlamadığı husus odur ki, ülkenin en yüksek siyasi makamlarına ‘İslamî geçmişi olan’, ‘mütedeyyin’ ya da ‘İslamî hassasiyetleri olan’ insanların oturması sistemin mahiyetini değiştirici bir durum değildir. Sistemin genel mahiyeti değişmediği sürece de, eğitimden ‘iyi şeyler’ ummak kadar safça bir beklenti olmaz. Bu, bankalardan karzı hasen icraatı beklemek gibi bir durumdur.
Ülkede İmam-Hatip okullarının sayısını artırıp, her türlü imkanla donatmak, Diyanet İşleri Başkanlığının yetkilerini artırmak, yeni yeni camiler yapmak, resmi kurumlarda başörtüsünü yasaklı olmaktan çıkartmak gibi icraatlar sadece muhafazakâr halk kesimini sisteme yaklaştırmakta (sistem ise olduğu yerde ‘mıh gibi’ durmaya devam etmektedir), topluma sahte umutlar aşılamaktadır. Zaten toplumun öyle çok hayırhah bir beklentisi filan yoktur.
Kısacası ülkeye hükmeden sistem, sistemle oldukça barışık toplum, topluma etki eden resmi ve özel kurumlar, STK’lar, kanaat önderlerinin v.d. zihniyetleri, dünya görüşleri eğitime doğrudan yansır. Eğitim bu genel ittifakın bir hamulesidir.
Sadece eğitime /okullara değil, bütün İNSAN’a, ülkeye, doğaya, kısacası Allah’ın dışında her şeye hükmeden / hükmetme eğiliminde olan sistem, eğitimde farklı bir yol izlenmesine tabi ki müsaade etmeyecektir. Cumhuriyet rejimi eskiye ait ne varsa tamamını devirip, yerine kendince, sıfırdan bir hayat düzeni kurdu ki bir ‘devrim’ olarak bunda da haklıydı. Eğer içimizden birileri eğitimde yeni/farklı şeylerin olmasını bekliyorsa, bilmelidirler ki, bu yeni istek sahipleri de, mevcudu tamamen ifna edip, yerine sıfırdan, tamamen kendi dünya görüşleri / amentüleri doğrultusunda yepyeni bir sistem kurmak zorundadırlar.
Bugünkü eğitim sistemini doğrultmak, düzeltmek, herkesi şaşırtacak yepyeni sonuçlar alacak bir kıvama getirmek mümkün değildir; böyle bir sonuç, değil bir bakan, başkanların da üstesinden geleceği bir iş değildir.
Putperestliğe dayalı, Allah’ı hayata müdahil kılmamayı, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek denli bir ilke edinmiş bir sistemin eğitim düzeneğinden kim ne bekliyorsa, bilsin ki o beklediği şey hayır değildir. Nihilist bir siyasal sistem nihilist bir gençlik üretecektir. Allah’ı hayata müdahil kılmayan bir siyasi rejim, Allah diye bir mefhumdan haberi olmayan, budala, zavallı bir nesil ‘yaratacaktır’.
Müslümanlar olarak günübirlik sosyal sızlanmaları bırakıp, pansuman niteliğindeki tedavilere heveslenmeyerek, kalıcı çözümlere kafa yormalıyız. Bizim kalıcı çözümümüz, toplum olarak reddettiğimiz İslam’a yeniden iman ve Allah’a tevbe etmektir. Hiçbir Müslüman da bugünkü eğitim sisteminden, sistemin herhangi bir okulundan veya herhangi bir bakanından bir hayır beklememelidir. Hayır, bizim kendi öz değerlerimizdir. Kendi öz değerlerimizi en önce ailemizde verebiliriz çocuklarımıza. Bunun için de biraz yorulmamız gerekmektedir.
Bir mümin şeytandan kendi nesillerini eğitmesini istemez herhalde…