Yüzyıllar içinde yaşanan tecrübeler göstermiştir ki, geleneksel İslam kültürünün oluşturduğu kurumsallaşmış din anlayışı, Kur’an’ın tek muhatap olarak aldığı insan aklını iptal etmiştir. Oysa Kur’an çok açık bir şekilde bireyi önplana çıkarmakta ve insanların, kişilerin peşinden giden sürüler değil, özgür bireyler olmasını istemektedir.
Kur’an’ın tek muhatabı insan olmasına rağmen, Müslüman gelenek geçmiş nesilleri taklide dayalı bir din dili oluşturarak aklın anlamadığı ve benimsemediği konulara inanmayı bile fazilet olarak ortaya koymuştur. Zamanla Kur’ani doğrulardan çok gelenek üzerine bina edilen dini anlayış, her türlü eleştiriye kapalı bir Müslüman zihin dünyası oluşturmuştur.
Oysa fikri tekamülün ve değişimin en önemli dinamiği eleştiri ve sorgulamadır. Akla ve mantığa kapalı, sıhri bilgilerin önemli hale geldiği ve zihni köleliğin yüceltildiği bir Müslüman dünyada ne yazık ki bilimsel zihniyetin gelişmesi mümkün değildir. Maalesef özellikle Emevi iktidarıyla birlikte bazı hadis alimlerinin de desteği ile akıl ve bilim hedef tahtasına oturtulduğu için, veli, arif, abid, keramet gibi kavramlar ön plana çıkmış ve batıni düşünme biçimi neredeyse hakiki Müslümanlık olarak algılanmaya başlanmıştır. Kabul etmek gerekiyor ki, tahkiki imanın değil, taklidi imanın hakim olduğu, yani bilimsel zihniyetin gelişmediği bir dünyada Müslümanların mehdi ya da mesih beklemesinden daha doğal bir durum olamaz.
***
Hiçbir komplekse kapılmadan bir gerçeği bütün açıklığı ile ifade etmek gerekiyor; hala geleneksel İslam kültürünün mirası içinde yaşamakta ısrar eden Müslüman dünyanın insanları modern dünyanın gerçeklerini keşfetmek durumundadırlar. Çünkü İslam’ın evrensel mesajını günümüz insanına anlatmanın başka bir yolu ve yöntemi yoktur. Prof. Dr. Ali Akbulut’un “Kur’an’a Yabancılaşma Süreci”kitabında çok net olarak ifade ettiği gibi, yeni bir uygarlığın doğması için var olan dinsel geleneğin değişmesi gerekmektedir. Bunu sağlamanın yolu da Kelam ilminin kuruluş döneminde olduğu gibi aklı ve Kur’an’ı öncelemek, yeniden ilmin denetiminde bir iman yaklaşımını benimsemektir.
Eğer tarihimizde aklı ve ilmi önemsizleştirerek bütün meseleyi taklidi imana indirgeyen ve böylece bir bakıma cehaleti kutsallaştıran zihniyet yapısını sorgulayamazsak, Müslümanların niçin geri kaldığını da doğru izah edemeyiz.
Müslüman dünyanın geri kalmasının sebebini dine yükleyen saçmalıkları kabul etmek elbette mümkün değildir, İslam yüzünden değil ama Müslümanlar yüzünden geri kaldığımız da bir vakıadır. Kur’an’ın ilmi önceleyen açık emrine rağmen, Müslüman zihni hurafelerle ve cehaletten kaynaklanan önyargılarla kuşatılmış ve akıl işlevsiz bırakılmıştır.
İşte bu saldırgan cehalet yüzündendir ki Müslümanlar aklı ve ilmi dışlayan ve de din olarak algıladıkları kendi geleneksel kültürlerini sorgulamak yerine, kabahati başkalarının üzerine atarak rahatlamayı tercih etmişlerdir. Bunun sonucu olarak da maalesef zaman içinde oluşan gelenekler, dinin asli unsuru haline dönüşmüş ve Kur’an’ın tarif ettiği Müslümanlık buharlaşarak yok olmuştur.
Oysa çok açıktır ki insani anlayışlar, gelenekler zamana ve mekana göre değişen, hatta çoğu zaman İslam’la da çelişmeyen kültürel birikimlerdir ama hiçbir şekilde İslam’ın esası da değildirler. Aslında Müslümanların yaşadığı tarihsel tecrübeler ibret alınması açısından son derece önemlidir ama bu geçmişe dönmeyi yücelten bir özlem haline dönüşmemelidir. Aksi taktirde Müslüman zihni Kur’an’ın değil, geleneklerin muhatabı haline gelir ki, işte tam da bu Müslümanları yaşadıkları çağın dışına iten ve birey olmalarını engelleyen bir durumdur