Prof. Dr. İsmail Kara şöyle diyor: “Ülkemizin hiçbir meselesi yoktur ki İslâm ile münasebeti kurulmadan anlaşılabilsin ve çözülebilsin”.
Bu madalyonun bir yüzüdür.
Öteki yüzünde yazılı olan şudur: “Ülkemizin hiçbir meselesi yoktur ki kapitalizm ile olan ilişkisi kurulmadan anlaşılabilsin ve çözülebilsin”. (Bu yazıları Batı’yı kötülemek, kapitalizm eleştirisi yapmak için yazmıyorum. Bu işi Batı’da ve bizde çok iyi yapanlar var. Ben nerede durduğumuzu tespite çalışıyor, kafesten nasıl çıkarız acaba diyorum.)
Şurası çok açık: Bu madalyondan bir yol haritası çıkarıp derde derman arayanların “zülcenaheyn” olması gerek. Yani hem Batı’yı hem İslâm’ı çok iyi bilecek. “Âmentüye inananlar” inandıkları gibi yaşamak istiyorlarsa bu yolda gayret sarfetmelidir. İnanmayanların canı sağolsun.
Ülkemizde imal-i fikr etmek için idarî-malî-hukukî bir özgürlük atmosferi vardır. Yukarıdaki yol haritası uyarınca ilmen-fikren çalışıyor, yazıyor, konuşuyorsanız kimse sizi tutuklamaz.
Devlet bilakis çalışacaklar için geniş imkânlar hazırlamıştır. Yüzlerce dernek, enstitü, vakıf kurulmuştur; her ilimizde üniversite vardır. Binlerce öğretim elemanı bulunuyor, bunlardan isteyenler yurtdışına ihtisasa gidiyor.
Peki bu imkânlara rağmen ülkemizde dişe dokunur bir fikrî inkışaf olduğundan, tek tek dahi olsa fikir adamlarının insanımızı, İslâm âlemini, tüm dünyayı etkileyecek eserlerinden bahsedebilir miyiz?
Enseyi karartmak, karamsar bir tablo çizmek niyetinde değilim. Bilakis bir rüzgâr essin, bir heyecan uyansın isterim. Bu yolda tuğla üstüne tuğla koyanlara müteşekkirim.
Pek çok mahfilde şu idealin dile getirildiğine şahidiz: “İslâm medeniyetinin yeniden inşa ve ihyası”.
Bu konuda sürekli geçmiş başarılar tekrarlanır. İbn Rüşd’den, Farabî’den, Gazalî’den, Endülüs’ten, Osmanlı’dan bahsedilir.
Elbette ki bütün bunların bilinmesi, geçmişten ilham alınması, güç devşirilmesi lâzımdır ama; şunu gözden uzak tutmayalım.
Eski medeniyetlerin hepsi dine dayanır. Paganların panteonları, Budistlerin pagodaları, Hıristiyanların çan kuleleri, Müslümanların kubbe ve minareleri vardır. Bunlar önde gelen sembollerdir.
Çağdaş Küresel Medeniyet dinsizdir. Onun sembolleri fabrika bacaları ile gökdelenlerdir.
Çağdaş Küresel Medeniyeti oluşturan zihniyet dini dışlayarak vücut bulmuştur, modernizm dine inanmaz.
Bu medeniyetin filozofları, bilim adamları, üniversiteleri, laboratuvarları, sanatçıları vardır. Ama ipi elinde tutan sermayedir. Onun Yahudi, Neocon veya dini çağrıştıran bir sıfat taşıması kendi çıkarınadır.
Sermaye sadece köle devşirdiği ülkeleri değil kendi halkını da acımasızca sömürür. (XIX. asırda İngiliz kömür madenlerinde çalıştırılan on üç yaş altı çocukları unutmayın)
Sermaye Hududullah’ı aşan teknolojiyi, sanayi ve endüstriyi oluşturdu. (Teknik ile teknolojiyi karıştırmayın. Benzer görünür ama tamamen farklıdır.)
Ortaya çıkan ideolojinin adı kapitalizmdir. Kapitalizm zihniyeti ile beraber 500 yılda oluştu. Günümüzde bütün dünyaya hakim olan “Küresel” sıfatı ile anılıyor. Tüm dünyanın ensesine yapışmış kan emerek büyüyen bir illettir.
“Büyüme” onun temel tabiatıdır. Masallardaki gibi insan yiyerek semiren ejderhalara benzer. Onun gülen yüzü liberal ekonomi ile liberal demokrasidir. Vadettiği cennet bu dünyada kurulacaktır. Yani: İlerleme, zenginleşme, refah, konfor. Bu vaade kanmayacak nefis ancak Müslümanda bulunabilir. Çünkü Müslümanın cenneti öbür dünyadadır. Onun hedefi mutluluk ve huzur değil, Allah rızasıdır.
Tüm dünyada geçerli, hakim olan kapitalizmin kanunlarıdır. Hukukta, iktisatta, siyasette, ahlâkta (etik diyorlar, etik menfaat ahlâkıdır), sanatta vb.
Kapitalizm zaman zaman krize girer ama daima onu aşar. Bilgi toplumu, dijital devrim “Teknokapitalist” dönemin günümüzdeki çarpıcı tanımıdır.
Bu kan emici keneyi iyi tanımalıyız. Müslüman, bir elim yar koynunda öbürü cennette olsun diyemez. Müslüman kapitalist olamaz. Bu sebeple günümüz ülke ve dünya şartlarında “Ne yapmalı” sorusuna cevap aramalıyız.
Açıkçası şudur: Evet, geçmişte iyi şeyler yaptık. Ama bugün kendimize, İslâm âlemine ve tüm dünyaya Müslümanlar olarak ne söylüyoruz?
Ben bir hikâyeci olarak Mustafa Özel, İsmet Özel, İsmail Kara ve Süleyman Seyfi Öğün’den; daha mühimi Nurettin Topçu ile Prof. Dr. Teoman Duralı’dan yerli ve yabancı başka kaynaklardan, nur içinde yatsın Elmalılı Hamdi Yazır’dan faydalanarak “Kalbin Sesi” adlı bir kitap yayımladım. Bir yaprak kıpırdadı mı bilemiyorum. Olsun. Ben yine bu yolda havanda su dövmeye devam edeceğim.
“İslâm terakkiye mani midir?” diyerek neredeyse bir buçuk asırdır “İslâm”ı tartışıyoruz.
Yeter artık.
Müslümanlar asıl düşmanı bırakıp birbirleri ile didişmesin.
Âmentüye inananlar için “Ehl-i sünnet”in fazlası var, eksiği yok. Bize yeter.
Artık “Terakki”yi tartışalım. Tartışalım ki yuttuğumuz “Zoka”dan kurtulalım.
Tartışma, düşünme, imal-i fikr sürecinde Tarım toplumu-Sanayi toplumu ayrımı yapılmalıdır. Bu ayrımı yapmaksızın ne aileyi, ne devleti, ne üretimi, ne tüketimi, ne camiyi, ne mektebi, ne maziyi, ne istikbali tam değerlendiremeyiz.
Her iki toplumda da insan aynı insandır deyip işin içinden çıkamayız.
İslâmın parlak dönemlerinde yapılan işler, yetişen düşünürler tarım toplumunun mahsulüdür. Sanayi devrimi sonrası oluşan Çağdaş Küresel Medeniyet sürecinde, kapitalizmin hâkimiyeti karşısında ulemanın sükut ettiğini görüyoruz.
Medine-i Fazıla müellifi günümüzün metropollerini görseydi ne diyecekti?
Yeni Şafak / Mustafa Kutlu