Atmosferin dengesini bozan bir çok şey var; bir süredir, insanların konuşma balonlarının da onlar arasında olduğuna inanıyorum ben. O konuşma balonlarının içi tıka basa lafla dolu, ama anlam arıyorsanız aslında pek çoğu bomboş! Bu kadar çok konuşma, özellikle de belli bir anlam birikimi doğurmuyorsa gürültüden, ses kirliliğinden, söz uğultusundan öte bir anlama gelmiyor. Bu kadar çok konuştuğuna, konuşmaya bu kadar hevesli olduğuna göre anlatacak çok şeyi olduğuna inanıyor bugünün insanı. Ama kulak verdiğinizde aslında aynı şeylerin etrafında dönüp durduğunu görüyorsunuz büyük kısmının. Aynı boş konuşmalar, aynı sonu gelmez lafazanlıklar, tekrarından nasıl oluyorsa hiç bıkılmayan hep aynı klişeler… Konuşma balonlarının içini her gün, her saat aynı sığlık ve anlamsızlıkla bu kuru gürültüyle doldurmak için bunca gayret neden? Bütün bu lafazanlıklardan gerçekten hayata bir şeyler katacak bir anlam hasıl olduğuna mı inanılıyor, yoksa sadece konuşma balonları boş kalmasın diye mi hiç durmadan laf üretiliyor? Birincisi ise sebep, bu büyük bir yanılgı; hayata baktığımızda konuşarak bir yere varamayan koca bir kalabalık olduğumuz açıkça görülüyor. Bunun için değil de, sırf herkes kadar, hatta herkesten bir fazla konuşmak için her tarafa laf yetiştirme gayretine giriliyorsa bu daha da vahim! Boşlukları doldurmak için konuşanların çoğunluğu temsil ettiği bir dünyada, her boş konuşma tabiatıyla gürültüyü ve dolayısıyla boşluğu büyütmekten başka bir işe yaramıyor.
Üstad Rene Guenon, ‘Doğu ve Batı’ kitabında günümüzün gürültücü lafazanlarını sobeleyen okkalı bir tespitte bulunuyor: “Özellikle genç beyinlere sokulmuş olduğu için sökülüp atılması imkansız ölü fikirlerle kirletilmiş bir kafaya sahip olmaktansa, hiçbir şey bilmemek daha iyidir. Cahil adam, en azından, fırsatını bulursa, öğrenme imkanını koruyan kişidir. Cahilin bozulmamış bir ‘sağduyusu’ vardır ki bu, genellikle yetersiz olduğunun bilinciyle birleştiğinde birtakım budalalıklar yapmasına engel olur. Buna karşılık, yarım-öğrenimden geçmiş adamın kafası hemen her zaman bozulmuş olur; bildiğini sandığı şeyler öyle bir yeterlilik duygusu verir ki, ne olursa olsun her şey hakkında konuşabileceğini sanır, yerli yersiz konuşur, hem de yetersizliği oranında rahat yapar bunu.”
İnsanın anlamlı şeyler konuşması için zengin bir birikime, sağlam ve oturmuş fikirlere ihtiyacı var. Bunun için de öncelikle sessizliğe ihtiyacı var. Çünkü hakiki söz, öğrenmeyi mümkün kılan sessizliklerin dinginliği içinde husule gelir. Dinlemeyi, değerlendirmeyi, sükunet içinde düşünmeyi, tahayyül ve tasavvur etmeyi göze almadan söylenen her söz tabiidir ki boş söz kıvamında olacaktır. Konuşmaya bu kadar hevesli olanların en tahammül edemedikleri şeyse anlamı aramak görünüşe göre… Bu bir eziyet gibi geliyor konuşma heveslilerine… Pişmesini bekleyecek sabrı gösteremeyip yemeği çiğ çiğ yemeye benziyor bu durum; ne lezzet alınabilir ki o yemekten! Anlamı olduğu gibi lezzeti de getiren sabırla birikmek, biriktikçe söylemek olmalı değil midir?
Söz anlamını tamamlamadıkça sese dönüşüp sessizliği bölmemeli. Çünkü hakikat sözünü kulağımıza fısıldamak için hep etraftaki seslerin kesilmesini bekler.
“İçimizdeki hakikat suskundur, sonradan edindiğimiz özelliklerimiz ise lafazan” diyor Halil Cibran, ‘Kum ve Köpük’ kitabında.
Gökhan Özcan/Yeni Şafak