Hocam yine bir Nisan ayındayız. Malumunuz Türkiye’de Nisan ayı artık ‘kutlu doğum’la özdeş hale geldi. Ne dersiniz, söze bu ‘kutlu doğum’dan başlayalım mı? ‘Kutlu doğum’ İslamî bir tabir midir?
Kur’an-ı Kerim’in üslubuna ve Hz. Peygamberin normal bir insan olarak “beşer” oluşuna vurgu yapmasına bakıldığında, bu gibi “insan üstü”leştirme anlamına gelebilecek ifadelerden sakınmak tabii ki en isabetli yol olarak görünmektedir. Kaldı ki “kudsiyet” ancak Allah’ın bir şeyi “kutsal” kabul etmesi ile söz konusu olabilir, bizlerin Allah’ın bu yetkisini kullanarak Hz. Peygamber dahi olsa, bir beşere kutsallık atfetmemiz doğru olmaz.
Öte yandan İslam toplumlarında ve onun bir parçası olan toplumumuzda Hz. Peygamber’i yarı insan – yarı ilah gibi gösteren ya da onu (sav) bütün kainatın kendisinden yaratıldığı bir “kozmik maya” gibi gören aşırı yaklaşımların (Levlâke levlâke ya da Nûr-i Muhammedi teorisi) yaygınlığı göz önüne alındığında, bu gibi yaklaşımlara yol açmamak adına da böylesi nitelendirmelerden kaçınmakta yarar vardır.
Ama asıl önemlisi bu gibi isimlendirme veya nitelendirmelerin altında yatan zihniyettir. Şayet Eleanor Roosevelt’e atfedilen KÜÇÜK BEYİNLER KİŞİLERİ, ORTA BEYİNLER OLAYLARI, BÜYÜK BEYİNLER FİKİRLERİ TARTIŞIR, KONUŞURLAR vecizesini esas alacak olursak, Hz. Peygamber’in getirdiği İslam öğretisini değil de, kendisini merkeze alan yaklaşımların ne anlama geldiğini de anlamak kolay hale gelir.
Kutlu Doğum etkinliklerinde Peygamber’e (sav) giydirilen, çok farklı bir kostüm var sanki. Peygambere ve peygamberliğe dair ilimlerle ilgilenen bir hoca olarak, bu farklı kostümün, 610-632 yılları arasında yaşamış, vahyi ilahî tarafından tanıtımı yapılan, sınırları çizilen Rasul-Nebî Muhammed (sav)’e uygun düştüğünü söyleyebilir misiniz?
Elbette bu soruya evet diyebilmek için bir insanın ilim adamı sıfatını bir tarafa bırakması gerekir. Zira tarihin belli bir döneminde ve belli bir coğrafyada yaşamış bir “beşer” olarak Hz. Peygamber’in -tarihte pek çok tarihi şahsiyetin başına geldiği gibi- onu beşer üstü bir statüye yükseltmek isteyenlerce bir “kutsallık halesi” ile tebcil ve takdis edilmeye çalışıldığı inkarı mümkün olmayan bir vakıadır. Kur’an’da dikkat çekildiği üzere, diğer insanlara örnek ve model olabilmesi için yine bir beşer’in Peygamber gönderilmiş olmasına itiraz eden müşriklerin zihniyeti ile bugün pek çok müslümanın peygamber tasavvurları altında yatan zihniyet arasındaki benzerlik gerçekten ürkütücü ve korkutucudur.
Aslına bakılırsa sadece bu konuda değil, dine dair hemen her konuda -delil, burhan, ikna ve ispat metoduna davet eden- Kur’an vahyine değil de, kör taklide, kulaktan duyma ve asılsız malumata, uydurma rivayetlere ve zorlama tevillere dayalı bir din tasavvuruna itibar eden milyonlarca müslümanın, farkında olmadan “Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde; “Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuza (geleneğe) uyarız” (2-Bakara Suresi 170) diyen müşriklerin kör taklitçi zihniyetini benimsemekle -zihniyet ve metot olarak- onlarla aynı safa düşmüş olduklarını görmek insanın tüylerini diken diken eden bir durumdur. İslam’ın sadece bazı formüllerin otomatik olarak tekrarlanması ya da bazı ritüellerin mekanik bir biçimde uygulanmasından ibaret olmadığı, aynı zamanda bir zihniyet ve metot olduğu göz önüne alınacak olursa, pek çok müslümanın müslümanlığının ne kadar acınası bir halde olduğu da kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Âlemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı, Âdem henüz yaratılmamışken Nebî olan bir Peygamber tasavvuru, “Allah’ın oğlu İsa” inanışına benzemiyor mu?
Sadece bu kadarla kalsa iyi! Daha vahimi (49, el-Hucurât, 16) ayetindeki uyarıya rağmen pek çok müslümanın sahip olduğu böylesi peygamber tasavvurları ve bu tür tasavvurların din adına savunulması tam anlamıyla “Allah’a din öğretmek” anlamına gelen tehlikeli teşebbüslerdir. Bir bakıma bu, Kur’an’ın sunduğu peygamber telakkisine meydan okumak ve dolayısıyla Şeriati’nin deyimiyle “Dine karşı Din” türetmek anlamına gelmektedir. Bu tür yaklaşımların İslam’ın orijinal öğretisinin sınırlarını zorlamak anlamına geldiğinde ise hiç kuşku yoktur.
‘Kutlu doğum’ terimi, Peygamber’in doğru anlaşılmasını engellemek adına özel olarak üretilmiş olabilir mi?
İşin başında böyle bir niyetle yola çıkılıp çıkılmadığını bilmek mümkün değilse de, şu an geldiği nokta itibariyle bu nitelemenin ve bu çerçevede gerçekleştirilen faaliyetlerin, resmi İslam’ın sözcüsü olan DİB’na yüklenen “İslam’ı ve Müslümanları kontrol altına alma” görevinin bir parçası olarak değerlendirilmesi pek de yanlış olmayacaktır. Hatta bu amaçla yapılan faaliyetlerin siyasi iktidarların ve icraatlarının meşrulaştırılması amacına yönelik manipülasyonlar ve propagandalar halini aldığı yolundaki eleştiriler göz önüne alındığında, yapılan eleştirilerin pek de haksız olmadığı ileri sürülebilir.
Tabiatıyla bu tür çabaların, Türkiye’nin de içinde yer aldığı BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ ya da ILIMLI İSLAM gibi projelerin bir parçası olma ihtimali de göz ardı edilmemelidir. En azından bu tür çabaların, bu gibi projelerin amaçlarına hizmet eder bir mahiyete büründüğünü söylemek pek de mübalağalı bir değerlendirme olmasa gerektir.
‘Kutlu doğum’ çerçevesinde yapılan etkinliklerin Türkiye’ye biçilen ‘ılımlı İslam’ misyonuyla bir ilgisi var mı sizce?
Resmen ve alenen bu ifade edilmese de, atılan adımlar bu ihtimalin pek de yabana atılamayacağını göstermektedir. Zaten daha önce DİB çevrelerinin bu gibi projelerle olan şaibeli ilişkilerine dair yapılan yorumlar ve verilen bilgiler göz önüne alındığında, bu ihtimalin, ihtimalden de öte bir şey olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Ayrıca bu tür faaliyetlerin sevgi, hoşgörü, kardeşlik, mutluluk v.b. klişeleşmiş kavramlar ve şablonlar çerçevesinde gerçekleştirilmesi, buna mukabil “Cihad” veya “Emr-i ma’ruf nehy-i munker” ilkelerinin göz ardı edilmesi, gündeme geldiğinde de içinin boşaltılması, bu suretle de söz konusu projelere katkı sunan işbirlikçi çabalara dönüşebilme eğilimi taşıması, bu ihtimalin o kadar da boş bir iddia olmadığını gösterse gerektir.
Peygamberi doğru anlamanın yolu, yöntemi ve imkânları nelerdir?
Hz. Peygamber’i doğru anlamanın yolu, önce bu konuda yapılan yanlışların farkına varmaktan geçer. Bu bakımdan İslam dünyasında mevcut sağlıksız ve çarpık peygamber tasavvurları ilmî araştırma ve incelemelere konu edilmedikçe, bu araştırmaların sonuçları müslümanların bilgi ve ilgisine sunulmadıkça, kısacası önce müslümanlar uyandırılıp uyarılmadıkça sağlıklı bir peygamber tasavvuruna doğru ilerlemek mümkün olmayacaktır. Zira kendisini sağlıklı zanneden birisinin, hastalığının tedavisi için uygulanması gereken tedaviler konusunda ikna edilmesi fevkalade zor olacaktır. Benzer şekilde kafalardaki sağlıksız ve çarpık peygamber tasavvurlarının ilmi temelden yoksun, temelsiz bilgilere dayalı ya da bilgi kirliliğine maruz olduğu, ama hepsinden önemlisi Hz. Peygamber’in, tebliğiyle mükellef olduğu Kur’an’a taban tabana zıt olduğu gözler önüne serilmedikçe, müslümanların sağlıklı bir peygamber tasavvuruna ulaşma çabası içerisine girmelerini beklemek çok ta gerçekçi olmayacaktır.
Öte yandan Hz. Peygamberin sağlıklı ve gerçekçi bir tablosunu bizlere sunacak ilmi çalışmalara da acilen ve yoğun bir şekilde ihtiyaç olduğu da ortadadır. Ne var ki bu alanda kalem oynatanlar arasında, bu nitelikte eser yazanlar hiç yok denecek kadar az olduğu gibi, iyi niyetle bazı adımlar atmak isteyenlerin de, Hz. Peygamber ile ilgili malzemeyi hangi epistemolojik ve metodolojik esaslara göre inceleyip kullanacağı konusunda kafaları karma karışıktır. Daha doğrusu ortada bu alanda izlenecek bir epistemoloji ve metodoloji olup olmadığı dahi kuşkuludur. Özetle Allah’ın Elçisi hakkında yazılan eserler halkımızın tabiriyle “Allah’a emanet” denecek durumdadır. Acı olan ise Allah Rasulü ile ilgili ciddi ilmi eserler yazılmasına acilen ihtiyaç bulunduğunu fark edenlerin Müslümanlardan önce Batılılar, hatta oryantalistler olmasıdır. Müslümanların bu ilgisizliğinin sebebi ise, Hz. Peygamber’in adeta üzerinde gelişi güzel ve hatta sorumsuzca kalem oynatılabilecek olan bir “tüketim nesnesi” haline getirmiş olmalarından başka bir şey değildir. Dolayısıyla acilen yapılacak işlerden birisi de Hz. Peygamber’i, ona gösterilmesi gereken saygı ve sevgiye mütenasip bir ilmi ciddiyetle ele almaktan uzak olan müslümanların elinde oyuncak olmaktan kurtarmaktır.
Prof.Dr. M. Hayri KIRBAŞOĞLU‘na katkılarından dolayı çok teşekkür ediyoruz.