Yine bir Nisan ayındayız. Malumunuz Türkiye’de Nisan ayı artık ‘kutlu doğum’la özdeş hale geldi. Ne dersiniz, söze bu ‘kutlu doğum’dan başlayalım mı? ‘Kutlu doğum’ İslamî bir tabir midir?
Kutlu kelimesinin karşılığına baktığımızda Arapçada mübarek kelimesi karşımıza çıkıyor. Meryem suresi 31. Ayetinde “nerede bulunursam bulunayım beni kutlu (mübarek) erdemli kıldı…” buyruluyor. Enbiya suresi 50. ayette “ve bu uyarıcı kutlu bir mesajdır.” Enam suresi 155’te “işte bu kutlu (mübarek) bir kitaptır…” aynı şekilde enam 92’de de kullanılmaktadır. Bu anlamda baktığımızda resulün doğumunu kutlu bir doğum olarak almak çok sakıncalı bir ifade gibi durmuyor. Ancak kutlu doğumu yalnızca son nebi olan Muhammed’e (sav) atfediyorsak orada sakınca vardır diye düşünüyorum. Çünkü bütün nebilerin doğumu mübarektir. Zira insanlık için seçilmiş örnek şahsiyetlerdir. Terimin İslami olmasından çok özel bir durumu anlatmak için kullanılmış bir terim olarak kabul edebiliriz.
Kutlu Doğum etkinliklerinde Peygamber’e (sav) giydirilen, çok farklı bir kostüm var sanki. Peygambere ve peygamberliğe dair ilimlerle ilgilenen bir hoca olarak, bu farklı kostümün, 610-632 yılları arasında yaşamış, vahyi ilahî tarafından tanıtımı yapılan, sınırları çizilen Rasul-Nebî Muhammed (sav)e uygun düştüğünü söyleyebilir misiniz?
Kutlu doğum etkinliklerinde peygamberi “gül peygamberi” olarak takdim etmek, Allah ile yüz yüze görüşebilen, Allah ile ibadetler hususunda pazarlık yapabilen, ayı ikiye bölen, ümmetine şefaat edecek olan, elinden sular fışkıran vs. daha birçok anlayışla onu tanımlamak vahyin anlattığı resule inanmamaktır. Özellikle son yıllarda resulü adeta sevgi peygamberi yapmak onun diğer savaşçı olan yönünü, küfre karşı dik duruşunu perdelemektedir. Oysa en çok işlenmesi ve ele alınması gereken yönü tağutlara karşı vermiş olduğu mücadele olması gerekirken fincancı katırlarını ürkütmeyen, kimsenin rahatını bozmayan ve herkesi her halükarda bağışlayıp cennete gitmesine vesile olan bir nebi anlayışı sokuşturulmuştur. Böyle bir anlayış kuşkusuz maliyeti düşük kazancı büyük olan bir anlayıştır. Oysa vahiy yüksek maliyet, yüksek risk ve onun karşılığında sonsuz bir ikram ve cenneti vaat etmektedir. Adem’den son nebiye kadar tüm resuller insanları rahata ve keyfe değil maliyeti yüksek, riski yüksek olan tevhidi yaşama davet etmişlerdir.
Hiçbir Nebî, çevresindeki zulme, sömürüye kayıtsız kalmamıştır. Hiçbir nebi ashabının ellerine sıkıştırılan üç beş dua ile sıkıntıdan kurtulmamıştır. Hiçbir nebi amelsiz bir imana çağırmamıştır. Zaten iman eden kimse salih ameli hemen ortaya koyabilmiştir. Namazı üşene üşene kılmayı, infak ederken gönülsüz vermeyi, insanlara gösteriş yapmayı vahiy münafıklık olarak tanımlarken resul de o münafıklarla ayrışıyordu. Oysa şimdiki resul anlayışı münafıklığa prim vermektedir. Ve onca yapılan mücadele, çekilen sıkıntılar, yoğunluklar, savaşlar, ölmeler ve öldürmeler adeta değersiz ve anlamsızlaştırılmaktadır. Çünkü şimdiki resul anlayışında günahın ne kadar büyük olursa olsun kelimei tevhidi sözle ifade etmek cennete gitmek için yeterli anahtar cümledir. Şimdiki kutlu doğum haftası peygamberi anlamaktan öte anlamsızlaştırmak için şova dönüştürülen kutlamalar haline getirilmiştir. Kur’an’ın anlattığı nebiler anlaşıldığı takdirde sulu gözlü vaizlerin ekmekleri, işleri kesada uğrayacak ve etraflarında onları hipnoz olmuş vaziyette dinleyen itaatkar müritleri olmayacaktır.
Âlemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı, Âdem henüz yaratılmamışken Nebî olan bir Peygamber tasavvuru, “Allah’ın oğlu İsa” inanışına benzemiyor mu?
Ben Müslümanların bu konuda Allah’ın oğlu anlayışının da daha ilerisine gittiğine inanıyorum. Bu ülkede meşhur bir hoca efendinin anlatmış olduğu malum bir hikaye var. Hikaye şöyle: “Cebrail (as) peygambere vahiy getirir ve peygamber her vahiy getirişinde Cebrail’e sorar; Ey Cebrail vahyi nereden alıyorsun der. Cebrail der ki valla göğün bir katına kadar çıkıyorum orada bir perde var perdenin arkasından bana sana getireceğim vahiy okunuyor ben de oradan alıp sana getiriyorum. Peygamber sorar; peki o perdeyi hiç açmadın mı kim var bakmadın mı? Cebrail hayır hiç açıp bakmadım der. Bir dahaki sefere bak der. Tabi bir sonraki vahiy almak için göğe yükseldiğinde perdeyi aralar bakar bir de ne görsün vahyi veren de Muhammed (as) yeryüzünde alan da Muhammed (as)” işte bu anlatım peygamberin nasıl görüldüğüne dair bize ışık verir sanırım. Hristiyanlıktaki Aziz Pavlus’un İsa’ya yaptığının daha beterini tasavvuf edebiyatıyla beslenen şeyhler, gavslar, üstatlar Muhammed’e (as) yapmışlardır.
Yine hepimizin bildiği meşhur ilahiyi hatırlayalım “gel şefaat eyle kemter kuluna/ adı güzel kendi güzel Muhammed” burada kul kim ilah kim karışmış durumdadır. Müslümanların bu bakışı Aziz Pavlus’un İsa anlayışının kendi üzerlerinde oluşturduğu kompleksten kaynaklandığını ve bu kompleksi aşabilmek için Zerdüştlükten, vedalardan, şamanizmden, israiliyattan kattıkları hurafelerle yeni bir peygamber algısı yarattıkları ortadadır.
‘Kutlu doğum’ terimi, Peygamber’in doğru anlaşılmasını engellemek adına özel olarak üretilmiş olabilir mi?
Bana kalırsa peygamber bu terim ortaya atılmadan önce de doğru anlaşılmıyordu. Çünkü Kutlu Doğum teriminden önce de aynı sakat resul anlayışı mevcuttu. Kutlu Doğum terimi belki resulü kendilerince daha da yüceltici bir hal içinde anlatma arzusu olabilir kanaatindeyim. Giderek mitolojik bir kahramana dönüştürme çabasına dönüşmüş durumdadır. İnsan peygamber yerine yarı tanrısal özelliğe sahip bir peygamber algısı üretilmektedir.
‘Kutlu doğum’ çerçevesinde yapılan etkinliklerin Türkiye’ye biçilen ‘ılımlı İslam’ misyonuyla bir ilgisi var mı sizce?
Ilımlı islam tabiri literatürümüze gireli çok olmadı. Amerikalı tarihçi yazar Daniel Pipes’in ilk kez 1995 yılında kullandığı “Radikal İslam tehdittir, ılımlı İslam çözümdür” vecizesi “Ilımlı İslam”ın besmelesidir. Pipes, “ılımlı islam” terimini ilk kez 1995 yılında, Nixon Center’ın çıkardığı “National Interest” dergisinin sonbahar sayısında yayınlanan, “Fundemantalist İslam ile baş edecek ılımlılar yok mu?” başlıklı yazısında kullanıyor. Bizde ise bu terim daha çok AKP ile anılır oldu. Kutlu Doğum tabiri ise tarihsel olarak 1989 yılında literatürümüze girdi. Fethullah Gülen hareketinin desteklediği ve Türkiye Diyanet Vakfının da onayı ile Mevlit kandili Kutlu Doğum haftası olarak değiştirildi. Onun için başlangıç olarak böyle bir misyon güdülmemiş olabilirse de zamanla bu misyona hizmet eden bir etkinlik halini almış durumdadır. Çünkü peygamberi tabirimi hoş görün sevgi kelebeğine dönderdiler. Mevlana etkinlikleriyle birlikte bir tokat atana diğer yanağını çevir diyen Hristiyanlaştırılmış bir din anlayışını kabul ettirdiler. Vahiyden uzak bir peygamber algısı ile beslendikleri için toplumsal şahitliği olmayan yalnızca gönüllerde yaşayan ve gönülden dışarı çıkamayan tutsak bir resul anlayışı inşa ettiler. Adeta resulü kendi zulümlerine, sömürülerine ve hukuksuzluklarına payanda kıldılar.
Bu anlayış elbette ılıman islam anlayışını topluma dayatmak isteyen güçlerin işine yaradı. Amerika; Irak’a, Afganistan’a, Somali’ye, Fransa; Orta Afrika Cumhuriyetine, Çin; Doğu Türkistan’a, Tayland; Miyanmara girip onca Müslümanı katlederken, kadınların namusunu kirletirken, çocukları ve yaşlıları acımadan katlederken hala bizler mucizelerle örülü mitolojik peygamber algısıyla beslenebiliyor ve bununla mutlu olabiliyorsak böyle bir peygamber sevgisinin kimin işine yaradığı gayet açıktır. Kendilerine verilen üçbeş vird ve dua ile bilmem kaç şehid sevabı alacağına inanan ve ahir zamanda resulün en küçük sünnetine ittiba ederek cennete gideceğine inanan bir toplum inşasının kimin projesi olduğu anlaşılır olmalıdır.
Peygamberi doğru anlamanın yolu, yöntemi ve imkânları nelerdir?
Peygamberi doğru anlamanın birinci yolu vahyi doğru anlamaktır. Bugün peygamberin doğru anlaşılmasının önündeki engel vahyin hayatın merkezinden uzaklaştırılmasıdır. Vahiy peygamberi anlatırken onun hem beşer yönünü hem de insan yönünü ele alarak anlatır. Kur’an nebilerin hata edebildiğini, yanlış kararlar verebildiğini bize örneklerle gösterir. Onların da çarşı ve pazarlarda gezdiğini, yemek yediğini, evlendiğini, uyuduğunu, endişelendiğini vs. bize anlatır. Ama aynı zamanda onların seçilmiş şahsiyetler olduğunu ve onlara itaat edilmesini de imanın şartlarından sayar. Kur’an peygamberi anlatırken insan üstü bir varlık olarak değil de üstün bir insan olarak anlatır. Eğer nebileri insan üstü bir varlık olarak ele alacak olursak insanlığa örnek olma durumlarını da rafa kaldırmış oluruz. Çünkü melek olan ya da uçan, kaçan, sihirli güçleri olan bir peygamber vahyin şahidi olamaz. Çünkü vahiy onların elleriyle ve tanıklığı ile yaşanabilir olduğunu ispatlamıştır. “Ben de sizin gibi bir beşerim…” derken bizim gibi etten ve kemikten insan olduğunu ama Allah’ın elçi olarak kendilerini seçtiğini vurgulamışlardır. Onun içindir ki örnek alınabilecek bir nebiyi doğru bir şekilde anlayacaksak mutlaka vahyi doğru okumamız gerekmektedir.
Venhar