Bilindiği üzere İsveçli aşırı sağcı Rasmus Paludan Kuran-ı Kerimi yakmak üzere menfur bir girişimde bulundu. Bu cani insana söyleyecek tek sözümüz vardır o da Yüce Allah’ın şu sözüdür: “Fakat ayetlerimizi inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üstünedir.” (Bakara/161)
Evet ben de bu menfur olaya teşebbüs eden bu rezil adamı en deruni duygularımla lanetliyorum. Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti bu ve bu gibi insanların üzerine olsun.
Bireysel bazda hayatlarını Kur’an’a göre düzenleyen insanların varlığı bir tarafa, dünyanın dört bir yanında ne yazık ki Kur’an’ın hükümleri icra makamından kaldırılmış vaziyette. Devletler bazında sistematik olarak hükümleri uygulanmayan bu kitap, hala kafirlerin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Bu durum bile Yüce Kitabımızın mucizevi oluşunun ve değişmediğinin en bariz göstergesi olarak ayan beyan bir şekilde karşımızda duruyor.
Şüphesiz bu kitap kafirlere, müşriklere ve münafıklara cehennemi vaat ediyor. Dünyanın ve dünyada geçerli olacak hükümlerin yeğane sahibinin Allah olduğunu haykırıyor. Elbette korkacaklar, elbette titreyecekler, elbette çekinecekler, elbette yakmaya, yıkmaya, dağıtmaya çalışacaklar.
Kafirler, kafir olmalarının gereğini yapabilirler. Bu durumu bir yere kadar hoş görebiliriz. Ancak Müslümanların Müslüman olmalarının gereğini tam manasıyla yerine getirmiyor olmalarını anlayabilmiş veya izah edebilmiş değilim.
Kur’an-ı Kerim’i yakmak büyük bir cinayettir. Ancak hükümlerini uygulamamak, icra sahasından uzaklaştırmak, alternatif kanunlar ihdas etmek, rafa kaldırmak, camiye mahkum kılmak, vicdana hapsetmek ya da mahkeme salonlarından tart etmek daha büyük bir cinayettir.
Daha önce nice kitaplar, nice sahifeler indirildi, nice Peygamberler göderildi. Birileri inansa da inanmasa da Kur’an-ı Kerim son ilahi kitaptır. Hükümleri kıyamete kadar geçerli olacak, başka bir kitap da gelmeyecektir. Bu kitaba iman eden ve hükümlerini hayatında sergileyen insanlar kurtuldular. İnkar eden ve hükümlerini hayatından tart edenler de şüphesiz ki iki cihanda rezil rüsva oldu.
Bu bir iman meselesidir. İman etmeyenlere bu durumu kabul ettirmek deveye hendeği atlatmaktan daha zordur.
Biz Müslümanlar, hem Kur’an’a inanıyor hem de daha önce indirilmiş kitapları kabul ediyor olmamız bizi diğer insanlardan üstün kılan önemli bir vasfımızdır. Bu vasıf diğer dinlere mensup hiçbir insanda mevcut değildir. Tevrat’ın da Zebur’un da İncil’in de Allah tarafından indirildiğine olan inancımız sonsuzdur. Bu inanç bizi Müslüman kılmaktadır. Bizler kitaplar arasında ayırım yapmadığımız gibi Peygamberler arasında da ayırım yapmayız. “Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” (Bakara/136)
Gürüldüğü üzere Tevrat’a, İncil’e veya Zebur’a inanmayan bir insan Müslüman olamaz. Bu bizim farkımız. Ama hiçbir Hristiyan hiçbir Yahudi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirilen son kitaba iman etmiyor. İman etseler Müslüman olmakla kalmaz bir üst lige de çıkacaklardır. İşte bu yönüyle biz Mü’minler diğer dinlere mensup insanlardan üstünüz.
Bu üstünlüğü Yüce Allah vermiş bizlere. Baş göz üstüne diyoruz biz de. Irk, dil, renk, cinsiyet veya ülke bazında verilmiş bir üstünlükten bahsetmiyorum. “Hayır, öyle değil! Kim “ihsan” derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükafatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara/112)
“İhsan” derecesine çıkan bu insanlar Arap olabilecekleri gibi, Kürt de olabilirler, Türk de olabilirler, İngiliz, Fransız, Alman veya Rus da olabilirler. Hatta İsveçli de olabilirler. Kim bu makama çıkmışsa o Mü’mindir ve o üstündür. Çünkü Yüce Allah Mü’minler için: “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran/139) buyurmaktadır.
Şu konuyu bir kez daha dikkatlerinize sunmak istiyorum. “Özgürlük” konusu İslam dinine karşı kullanılmaya müsait kaypak bir zemindir. Özelde Türkiye’de, genelde Avrupa’da özgürlük denilince İslam’a saldırı anlaşılmaktadır. Özgürlük girdabından bir türlü çıkamayan bazı kafir, müşrik ve münafık ruhlu insanlar ya Hz. Muahammed (s.a.v.)’e saldırıyor ya İslam dinine hücum ediyor ya da Kur’an-ı Kerimi yakıyor. İllaki saldıracak çünkü tiyneti bozuk adamın. Şimdiye kadar bu kefereler ve fecereler Hristiyanların kutsal kitabı İncil’i yaktıklarına şahit olanımız yoktur, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’a tekme attıklarını görenimiz de yoktur.
Hani özgürlük, hangi özgürlük?
Sözkonusu bu saldırılar Yüce Kur’an-ı Kerimin değişime uğramayan yegane ilahi kitap olduğunun en bariz ispatıdır.
Değişime uğramış, beşer sözü karışmış diğer kitapları kafirler, kendi arzu ve isteklerine göre dizayn edebiliyorlar. Ancak Kur’an-ı Kerim kilometrelerce uzakta olsalar bile, Müslümanlar derin uykuya dalmış olsalar bile kalplerine korku salmaya devam ediyor.
Kur’an var oldukça bu kafirler huzurlu ve mutlu olamayacaklardır. “Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koştuklarından dolayı; inkar edenlerin kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin kalacakları yer ne kötüdür.” (Al-i İmran/151)
Söz konusu kafirlerin kalplerini tahrip eden bu korku Allah tarafından salınan bir korkudur.
Kafirlerin, müşriklerin ve münafıkların diğer müharref kitaplara herhangi bir tepki göstermiyor olmaları o kitapların değiştiklerinin en bariz göstergesi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
İlahi kitaplar insanların hayatını düzene sokmak, kural ve kaide oluşturmak üzere gönderilmişlerdir. Kural ve kaidesini Allah’ın belirlediği bu kitaplar değişime uğrayınca dünya hayatına müdahale etmekten ve insanların hayatına karışmaktan da uzaklaştılar.
Beşer sözü karışınca ilahi emirler vicdana hapsedildi. Bu vesileyle kimsenin müdahale etmek üzere karşı çıkmasına gerek de kalmadı. Bu manada özgürleşen insanoğlu dünya hayatının iş ve işlemlerini kendi arzu ve isteklerine göre düzenlemeye kalkıştı.
Kur’an-ı Kerim baştan sona bir yaşam düzenini sunduğu için kefereler tarafından hep saldırıya maruz kaldı. Dün de böyleydi, bugün de böyledir yarın da böyle olacaktır. Ancak Yüce Allah: “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf/8) şeklinde biz iman eden insanlara müjdesi olduğu gibi durmaktadır.
Önceki kavimlerin helak edilişlerinde büyük ibretler vardır. Anlatılan her olayı tahrifata uğratmadan doğru okumak ve doğru değerlendirmek gerek. Risaleti dokuz yüz elli yıl devam eden Hz. Nuh (a.s.)’un kavminin helak edilmiş olması yer yüzünde sınırsız bir özgürlüğün olmadığının en bariz göstergesidir. Bu kavim Peygamberlerini öldürmediler, kitaplarını yakmadılar, dinlerini tahrif de etmediler. Sadece inkarda direttiler. Bundan mütevellit gelen tufan, kafirleri helak etmekle kalmadı Yüce Allah’ın sınırsız bir şekilde küfrü hoş görmediğini de ispatlamış oldu bizlere.
Diğer kavimlerin helak edilişlerini de bu minvalde değerlendirmekte fayda vardır.
Vakt-i zamanında bazı kefereler Salih (a.s)’in mucizesi olan deveyi de kesmişlerdi. Kimisi bıçağı çekmiş kimisi de bıçağı çekene yardım etmişti. “Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti.” (Kamer/29) Kimileri de özgürlük adı altında biz bu işe karışmayız demişlerdi.
Deveyi kesen insanlar, devenin kesilmesine yardım edenler ve bu olaya ifade özgürlüğü diyerek sessiz kalanların tamamı sadece bir sesle, evet bir çığlıkla helak oldular. “Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç uğultulu ses yakalayıverdi.” (Hicr/8)
Hz. Salih (a.s.)’ın devesini kesen insanların helak haberlerini Kur’an’dan okuyoruz. Yüce Allah bu haberleri niçin bizlere vermektedir? Deve misalini Kur’an’a yorumlayacak olursak karşımıza nasıl bir sonuç çıkmaktadır?
Akıbeti bugünkü keferelere, müşriklere ve münafıklara ola.
Nihat Güç/İslam ve Hayat