İyice üzerlerine geliniyorsa eğer, kaşınanları “savunma” yöntemleriyle etkisiz hale getirirler.
Onların küfürler yağdırdıklarını, ona buna bağırıp çağırdıklarını da pek göremezsiniz.
Sâkin, saygılı ve özgüvenlidirler.
*
Bu özgüven meselesi çok mühim.
Çocuğu özgüvenini örselemeden büyütmek…
Bizler, iyi niyetle çok fazla müdahale ediyoruz çocuklarımıza.
“Şunu yapma, bunu yapma”larımız çok fazla oluyor.
İyi niyetle “aşırı baskı” uyguluyoruz.
Bunu yaparken de, çoğu zaman “tehdit dili”ni kullanıyoruz.
“Bacaklarını kırarım!”dan “ağzına biber sürerim!”e…
Dert bir değil ki, elvan elvan…
Bazı televizyon programlarında, özellikle de bazı “sabah kuşağı” programlarında sürekli olarak “boşanma” vurgusunun yapılmasının sebebi ne olabilir?
Ya da, bitmez tükenmez “DNA testi” uygulamalarının sebebi ne olabilir?
“Kanıksatma” çabası, tekrar ede ede normalleştirme!
*
Yukarılarda bir yerlerde “savunma sporlarında uzmanlaşmış” kişilerin özgüvenlerinden bahsetmiştik.
Okumaya meraklı, elinden kitap düşürmeyen insanlar da genellikle şiddetten uzak dururlar.
Gereksiz kavgalara pek girmezler.
Öyle ortamlardan hızla uzaklaşırlar.
Onları, vatandaşın ambulansını, itfaiye aracını yakan, deviren taşlayan “vandallar” arasında görmezsiniz.
Sesini mümkün olduğunca yükselterek ona buna küfür yağdıran tiplerle alâkaları yoktur.
Böyle tiplerden biriyle karşılaştıklarında hemen yüzleri asılır ve hemen o ortamdan uzaklaşmaya çalışırlar.
***
Aile Huzursuz, Toplum Huzursuz!
Şiddete eğilimli insanların büyük bir bölümünün maalesef “parçalanmış” ailelerden çıktığını görüyoruz.
Sürekli olarak hırgürle yaşayan çiftlerin çocukları da, hak elde etmenin tek yolunun şiddetten geçtiği “örtük telkini”yle büyüyorlar.
Bazı odakların, özellikle de femi-faşistlerin niçin özellikle aileyi hedef aldıklarını, etkiledikleri politikacılara niçin “aile yıkan düzenlemeler” yaptırdıklarını çok iyi bilirsiniz.
Aile yoksa huzur da yok.
Aile huzurlu değilse, toplumda şiddet çok!
*
Yazıyı bitiriyoruz yavaş yavaş…
Şiddet, vandallık, hoyratlık görüntüleri gittikçe artıyor.
Bu sırf “sosyal medyanın ve televizyonların etkisiyle görünürlük arttığı için” böyle değil, gerçekten de tırmanıyor şiddet.
Sokağa, caddeye çıktığımızda “şiddet tablosuyla” karşı karşıya kalma ihtimalimiz artıyor.
Sokaklarda “sahipsiz bırakılmış” köpekler parçalayabilir bizleri, iki ayaklı vandallardan oluşan sürülerin de hedefi olabiliriz ya da olan birilerini görebiliriz.
Biz değilsek de, yakın çevremizden birileri son bir birkaç ay içinde mutlaka şiddete maruz kalmıştır.
Psikolojik şiddet gırla, ondan bahsetmiyoruz bile artık.
Fiziki şiddetten, hayatımızı tehdit eden şiddetten bahsediyoruz…
Bir de şurası var:
Bir insanı ellerindeki sopalarla öldüresiye darp eden insanların “çıkarıldıkları mahkeme tarafından serbest bırakıldıklarını” belirten birçok haberi bulabilirsiniz küçük bir internet araştırmasıyla.
Kafa parçalayan tipler, ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşabiliyorlar demek ki!..
*
Maalesef öğretmen-öğrenciler, işçiler- patronlar, amirler-memurlar, doktorlar-hastalar, çocuklar-büyükler, yaşlılar -gençler, kadınlar-erkekler…
Hemen herkes hedef haline gelmiş durumda.
Herkesin hedef haline gelmişse eğer, Allah korusun işler bambaşka yerlere gider!..
*
“Yetkililer bu gidişe bir an evvel el atmalı” gibi “içi boş” bir çağrıyla bitirecek değilim yazıyı.
Bizler el atlamalıyız bu gidişe.
Güzel bir faaliyet alanına iyice yoğunlaşmak, kitap okumaya ağırlık vermek, “kalbimizin sesini dinlemek”…
Çocuklarımızı “tehdit” etmekten, onların özgüvenlerini örseleyip durmaktan vazgeçmek…
Televizyondan, sosyal medyadan mümkün olduğunca (ve tabii kırmadan, dökmeden) “uzak” tutmak.
Empati yapmak;
Bugün zulmettiğimiz insana bir gün ”muhtaç hale” gelebileceğimizi unutmamak!..
Büyüttüğümüz şiddetin bir gün bizi de hedef alacağını unutmamak!
Kendimize daha fazla değer vermek!
Ve…
Elbette…
Kalbimizi günde en az beş kere ziyaret etmek!
Serdar Arseven/Milat Gazetesi