Konya’ya davet edilen Şükrü Hüseyinoğlu “Kuran’a Geleneksel ve Modern yaklaşımlar” konu başlığı ile konferans verdi. Çınar Eğitim ve Yardımlaşma Derneği’nin seminer salonunda yoğun katılımcılara hitap eden Şükrü Hüseyinoğlu konferansında, Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu öğrenmek gerektiğini, bunu da Yüce Allah’ın yine Kur’an’ında beyan buyurduğunu ifade etti ve Kur’an’a yaklaşımın ancak Yüce Allah’ın öğrettiği şekilde olması gerektiğini belirtti. Hüseyinoğlu şunlara değindi:
Hz. Peygamber Kur’an’ı tebliğ etmeye başlandığında dönemin Mekke müşrikleri, Kur’an mesajının bastırılması, insanlar tarafından duyulmaması için çeşitli yöntemler uyguluyorlardı. Rabbani mesajı engellemek için uyguladıkları bu yöntemleri Kur’an bize haber vermektedir. Bunlardan biri de Fussilet Suresi 26. Ayette sözü edilen gürültü çıkarma yöntemidir. Ayette Yüce Allah bize Mekkeli müşriklerin tavrını şu şekilde anlatmaktadır: “İnkar edenler: Bu Kur’an’ı dinlemeyin ve ona karşı gürültü yapın. Belki böylece üstün gelirsiniz, dediler.” Görüldüğü gibi Mekkeli müşriklerin tutumu gürültü çıkararak Kur’an mesajını bastırmaya çalışmaktı. Bu Dar’un Nedve önderlerinin Kur’an karşısındaki mücadele stratejilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kur’an’a muharref gelenek eksenli yaklaşımlar ile son birkaç asrın sorunu olan modernist yaklaşımların da bu bağlamda Kur’an mesajı karşısında bir gürültü olduğunu söyleyebiliriz. Tabi bunlar MEkkeli müşriklerinki gibi kaba bir gürültü değil, daha rafine bir gürültüdür. Kur’an’ı bize bizatihi bu mesajın sahibi Rabbimiz tanıtmaktadır. Kitabı doğru anlamanın, ilk önce indirilen kitabın niçin, hangi gayeye binaen indirildiğini anlamakla mümkün olacağını bilmek zorundayız. Kur’an ayetleri ışığında, onun doğru ile yanlışı, hak ile batılı birbirinden ayıran özelliğini, hayat rehberi olduğunu, hayata müdahale eden bir ölçü olduğunu, apaçık ve kolaylaştırılmış olduğunu öğreniyoruz.
Kur’an’ın beyan ettiği ve bizde oluşturmayı hedeflediği bu algıların yanında, Tarihsel süreçte Kur’an’a karşı yaklaşımları incelediğimizde, değindiğimiz amaçlarla ve özelliklerle indirilen kitabın ana gayesinin dışında algıya tabi tutulduğunu görmekteyiz. Bunun kapsamlı ve bilinçli bir yönünün bulunduğunu, İslami ölçülere göre gayrı meşru bir otorite yapısının Kur’an mesajını toplumsal hayattan uzaklaştırma operasyonu olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. O dönemlerde meydana gelen bu anlayış bozukluğu günümüzdeki bozuk Kur’an anlayışlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir çok örneğini söyleyebiliriz ancak en basit örneği vererek anlatımımıza devam edelim, Tağutu reddetmek imanın temellerinden olmasına rağmen, imanın şartları diye belirlenen şartların arasında Tağutu reddetmeyi göremeyiz. Bunların kasıtlı yapıldığı, zalim ve İslami olmayan otoriteye başkaldırının dillendirilmediği, iman şartlarının zalim otoriteler tarafından belirlendiği, etliye sütlüye dokunmayan bir Müslüman tipolojisinin oluşturulmaya çalışıldığı, bozuk Kur’an anlayışının ortaya çıkarıldığını görebiliriz ve görmekteyiz.
İlk neslin hayatında meydanların, çarşı-pazarların kitabı olan ve hayatın her alanına müdahale eden bir hayat menbaı olan Kur’an, daha sonraları, inzal ediliş gayesinin dışında bir sevap makinesi, mezarlıklarda okunan, törenler ve ayinler kitabı olarak algılanmaya başlanmıştır. Bir de batıda aydınlanma ve reform süreciyle ortaya çıkan Hıristiyanlığa yönelik bir takım modern algı ve kavramlarla yorumlama, biçimlendirme ve sınırlama reform çabalarının, askeri ve kültürel işgaller neticesinde 19. Yüzyıldan sonra İslam toplumuna sirayet eden modernist yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım ise insan aklını temel ölçü kabul etmekte ve Kur’an’ı modern algılara mahkum etmektedir. Bugünün Türkiye’sinde ise bu iki yaklaşım hâkim durumdadır. Bu iki yaklaşım ile de Kur’an gerçek gayesinin dışında mevcut beşeri anlayışları onaylayan edilgen bir kitap konumuna mahkûm edilmektedir.
Her iki yaklaşımı başlıklar halinde inceleyecek olursak:
Geleneksel Yaklaşımlar; Gelenek kötü bir kavram değildir. Geleneği reddedemeyiz, bizler de İbrahimi bir gelenekten Muhammedi bir gelenekten gelmekteyiz. İslam türedi bir din değildir. Hz Adem’den bu yana devam ederek gelen bir inanç sistemidir. Ancak Kur’an’a karşı geleneksel yaklaşımları incelediğimizde karşımıza farklı sonuçlar çıkmaktadır. Biz burada muharref gelenekten söz edeceğiz. İlk Kur’an neslinin hayatında temel belirleyicinin Kur’an olduğunu görüyoruz. Hz Peygamberin vefatı ile hadis rivayeti hususunda çeşitli sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Bu rivayetlerin sıkıntılarının farkına varan birçok sahabenin uygulamaları bize bu konuda belirtmiş olduğumuz hususu doğrulayıcı delil olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Hz Aişe kendisine Rasulullah’tan bir haber iletildiğinde, o haberi Kur’an’a arz ettiğini görmekteyiz. Kur’an’a arzının neticesinde uygun olmayan hadisleri reddettiğini, eleştirdiğini görmekteyiz. Örneğin Kütübi Sitte’de geçen bir hadiste, ölünün arkasından ailesinin tutumundan dolayı ölünün kabirde azap gördüğünün belirtilmesi üzerine Hz Aişe’nin Necm Suresi 38-39. Ayetlere dayanarak bu haberi reddettiğini görebiliriz. Aynı durumu Hz Ömer’in, Fatıma binti Kays’ın nafaka hususundaki sözlerini Kur’an ayetlerine arz edişinde Hz Ali’nin yaklaşımlarında ve birçok örnekte görmekteyiz.
Bu yaklaşımlar bize Kur’an’ın sahabenin hayatında mihenk taşı konumunda olduğunu ortaya koymaktadır. Hz peygamberden rivayet edilen hadislerin çokça ortaya çıkması ile iki akım ortaya çıkmaktadır. Bunlar Ehli Rey ve Ehli Hadis. Ehli reycilik hadisi inkar etmek demek değildir, ehli hadis’te aklı reddetmek değildir. Ehli Reyciler Kur’an’ın önüne kimsenin ve hiçbir şeyin geçemeyeceğini, Kur’an’ın önde geldiğini, temel belirleyici olduğunu ortaya koyar. Ehli Hadis ise, Kur’an’ın yanında sünnetinde hadisinde ilahi hikmete dayandığını bu nedenle ayrı değerlendirmeye tabi tutulamayacağını ortaya koymaktadırlar.
Ehli hadisçiler, sahabenin her türlü anlayışa, yeni şeylere, rivayetlere yaklaşımında yapmış olduğu Kur’an’a arz etme anlayışını gerekli görmemiş, bunun yerine rivayet geleneğinde, senet tenkidinin yeterli olduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenle metin tenkidinin bir zemini olmadığını öne sürmüş, buna gerekçe gösterirken ilahi kaynaklı olan hadis ve sünnetin yine ilahi kaynak olan Kur’an’a arzını gerekli görmemiştir. Tüm bu ve buna benzer yaklaşımlar Kur’an’ın temel kaynak oluşunu ortadan kaldırmıştır. Örneğin İmam-ı Ebu Hanefi ve öğrencileri ehli reydir, zaman içerisinde ehli hadis anlayışının temsilcisi konumunda olan İmam-ı Şafinin anlayışı, hadis ve sünneti Kur’an’a eş değer konuma getirmiştir. İmam-ı Hanbel’in de bu usulü yerleşik hale getirdiğini görmekteyiz.
Bu yaklaşımı kendi siyasi yapısına uygun gören Emeviler ve Abbasiler ve başka yapılar, uydurma rivayetler ile siyasal yapılarına meşruluk zemini oluşturmuşlardır. Çarşıların pazarların siyasi alanların kitabı olan Kur’an, artık saray anlayışına hizmet eden, baskı ve zulüm ortamını reddetmeye, onunla mücadele etmeyen, sevap makinesi, muska materyali, ayinler ve törenlerde kullanılan bir kitap haline dönüştürülmüştür. Bu durum çokta uzun bir sürede olmamıştır, bu anlayışın devamında ise mezhep ve meşrep anlayışları Kur’an anlayışının önüne geçirtilmiştir. Hanefi alimlerinden Hasan El Kerhi şöyle bir itirafı söylemiştir, “şayet imamlarımızın görüşleri, bir Kur’an ayeti ile çeliştiğinde, biz burada Ayeti tevil ederiz” demiştir. Bunu söylerken de kötü niyetle söylenmemiştir. Gaye imamların ilimlerinin yüksek olduğunu, ortaya bir şey koydular ise bunun Kur’an’a aykırı olamayacağını, bu nedenle kendilerinin ayeti yanlış anlayacaklarını, ayeti tevil ederek görüşün hakkaniyetini ortaya koymayı hedefledikleri aşikardır. Ancak zaman içerisinde bu anlayışların kötü niyetli yaklaşımlar tarafından kullanılmaya uygun olduğu ortaya çıkmış ve muharref bir Kur’an anlayışı ortaya konmuştur.
Bu anlayış özellikle bizim toplumumuzda Kur’an’ı hayata dair bir şeyler söyleyen kitap olmaktan çıkarmıştır. Ezici çoğunluk tarafından Kur’an algısı, Arapçasından okunan ve sürekli hatimlerin yapılmasıyla sevap kazanıldığı düşüncesiyle yaklaşılan bir kitap konumuna düşmüştür. Biz bunları söylerken toplumu yargılamıyoruz, vakayı teşhis etmeye çalışıyoruz, çünkü bu toplum suçlu bir toplum değil mağdur bir toplum konumundadır. Tarihten bu yana gelmiş olan, saltanat rejimlerinin etkisiyle Kur’an’ın hakikatlerinden alıkonulmuş ve tek yönlü yönlendirmelerle hakikatin varlığı örtülmeye çalışılarak Kur’an algısı oluşturulmaya çalışılan bir toplum konumuna sokmuştur. Örneğin Türkiye’de Yasin suresi denilince toplumun aklına ilk ölülerin arkasından okunan bir sure algısı oluşmuştur. Cenaze defin işlemlerinde okunan Yasin kabul edilebilir, tabi ki oraya katılan dinleyicilerin anlamalarına yönelik topluma karşı mealinin de okunması durumunda, ancak Arapçasından okunan Yasin’in ardından sevap dağıtma töreni düzenlenir ve oysaki aynı surede rabbimiz diri olanların uyarılması için Kur’an’ın gönderildiğinden bahsetmektedir. Toplumu yönlendiren bazı kanallarda görülmekte, spotlar halinde hatim kampanyası diye, sevap kazanma niyetiyle toplunun mağdur kesimi yine aynı kanalı arayarak bu kampanyaya katılmak istediğinden bahsediyor, örneğin 15 hatimde ben okuyacağım diyor, tabi bunu yetiştirebilmek için yine Kur’an’ın tertil üzere okunmasını belirten rabbimizin ayetlerine aykırı davranmış oluyor. Sahabe 10 ayet öğrendiğini, bu on ayeti hayatına tatbik etmeden başkaca ayet öğrenmediğini söylüyorlardı. Bizim toplumumuzda ise Kur’an hastalandığında yazdırılan reçete gibi kullanılmaktadır. Hayatın her merhalesini kuşatması gereken, sürekli bir şifa kaynağı, hayat düsturu konumundan çıkarılarak, sadece darda kalındığında, sınava girildiğinde, muska içinde, hastalandığında yazdırılan ve kullanılan bir reçete gibi kullanılmaktadır.
Modernist ve muharref geleneksel anlayışlarda Kur’an’ın, kurucu, inşa edici, batılı yıkıcı, belirleyici bir özne olma özelliğinden çıkarıldığındı, hakim değil, mahkum bir kitap olarak ortaya konduğunu görmekteyiz. Oysa Kur’an herhangi bir doktrinin, felsefenin anlayışın sınırları içerisinde hareket etmeyi, bu sınırlar dahilinde söz söylemeyi kesinlikle kabul etmez, kendi belirlediği sınırlar dahilinde tüm fikir ve sistemsel yapının söz söylemesini kabul eder. Hakim konumda ancak Kur’an vardır. Modernist ve muharref geleneksel anlayışta Kur’an özne olmaktan çıkarılmış ve nesne konumuna yerleştirilmiştir.
Kur’an’a modernist yaklaşımların ise İslam dünyasına ilk sızdığı yer olarak İngiliz işgaline maruz kalan coğrafyalardan Hindistan ve Mısırın karşımıza çıkması ilginçtir. Modernizim bu coğrafyalara ilk önce askeri işgaller ile daha sonra kültürel işgaller ile gelmiştir. Bu akımda dikkat çeken husus modern ön kabuller, “pozitivizm” etkisi ile, aklın dini yeniden inşa etmesi ve sınırlaması şeklinde Hıristiyan dinine, kiliseye karşı yaklaşımın, bu etkileşim ile İslam’a ve Kur’an’a yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Aklı ve sınırları yeniden inşa eden vahyin konumunu akıl devralmış ve dini inşa etmeye başlamıştır. Bu gün geldiğimiz noktada Kur’an’a modernist yaklaşımların İslam dünyasında ciddi bir etkisinin olduğu görülmektedir. Akademik platformla sınırlı kalmayan bu anlayış tüm İslam dünyasında kabul görüp, şekillendirici bir unsur haline bürünmüştür. Örneğin, tarihselcilik anlayışı bu yaklaşımın örneklerindendir. Fazlurrahman’ın öne çıkardığı yaygınlaştırdığı bir anlayış olarak, tarihselcilik, Kur’an’ın temel ahlaki ve itikadi hükümlerinin evrensel olduğunu ancak, hükümlerinin, yani sosyal, siyasal ve hukuksal, ekonomik hükümlerinin tarihsel olduğunu, belli bir mekanla ilgili olduğunu, o mekanla sınırlı olduğunu, dinin sabit, şeriatın dinamik olduğunu ortaya koymuştur ve giderek revaç görmektedir. Öyle bir sonuca varmıştır ki bu anlayış bazı zihinlerde, Laik hukukun kumarı içkiyi yasaklaması, adam öldürmeyi cezalandırması maksada uygun olduğundan laik hukukun İslam hukuku yerine tahkim edilebileceğini söyleyen görüşler çıkmıştır. Kur’an’ın ahlaki ilkelerine evet diyen anlayış, miras hukuku ile ilgili olarak indiği dönemin en iyi adalet uygulaması olarak ortaya çıkmıştır, ancak bu dönemde artık bu uygulanamaz ve dinamik şeriat yapısı ile tekrar düzenlenebilir denmektedir. Bunun sonucu da bize şunu göstermektedir ki bu yaklaşımda temel belirleyici Kur’an olmaktan çıkarılmış, vahyi doğru anlamak yaşama naklini sağlamak olan akıl, tek belirleyici olarak ortaya konmuştur.
Bir diğer yaklaşım olarak karşımıza tarih üstücülük çıkmaktadır. Türkiye toplumundaki karşılığı ise mealcilik kavramını kullanabiliriz. Tarih üstücülük, Kur’an’ın apaçık bir kitap olduğunu, anlaşılabilir olduğunu, bu nedenle inmiş olduğu devri ve peygamberini göz önüne almadan, onlara ihtiyaç duymadan anlayabileceğini, yorumlayabileceğini ortaya koymaktadır. Bunu böyle yaparken, rabbimizin en güzel örnek olarak ortaya koymuş olduğu resulünü ve ilk nesli devreden çıkarmış durumdadır. Böyle yaparak insan aklını yine ön plana çıkarmıştır. Yine aynı akımın temsilcileri tarafından Kur’an kıssalarının yaşanmışlığının olmayabileceğini, bunun o dönemin Mekke dönemine ait efsaneler olarak Kur’an’ın kullandığını, bunu anlatarak doğru yolu göstermeyi hedeflediğini belirmektedir.
Buna benzer yaklaşımlardan bir diğer modern yaklaşım ise rölativizmdir. Batı menşeili olan bu akım yine, tek doğrunun kabul edilemeyeceğini, herkesin doğrusunun olabileceğini, herkesin farklı yorumlar çıkarıp, anlamlandırma yapabileceğini ortaya koymaktadır. Son dönemlerde baya revaçta olan bu yaklaşım sonucu, muhkem ayetlerde bile insanlar kendilerine göre bir doğru kabul etmektedirler. Netice ile de hakikatin göreceli olduğu insanlara benimsetilmeye başlanmıştır. Hak ile batılı birbirinden ayırmak gibi bir özelliği olan Kur’an’ı, hakkı ortaya koyamayan göreceli bir yaklaşıma sürüklemişlerdir.
Bu nedenle hak ile batılı birbirinden ayıran, apaçık, müyesser, müfesser ve temel çizgisi belli olan Kur’an anlayışının ortaya konulması için, ifrat ve tefritten uzak bir şekilde, öncelikle Kur’an temel referans olarak kabul ederek, temel kaynak olarak merkezde tutularak, resulün sahih sünneti, ilk neslin Kur’an’a yaklaşımını değerlendirerek, gelenekten bize kalmış sağlam düşünce ve birikimleri değerlendirerek, Kur’an yaklaşımımızı ortaya koymamız ve sırat-ı müstakim üzere olmamız gerekmektedir.
Sunumun ardından soru cevap bölümüne geçildi.
(Haber: Mehmet TEKKAYMAZ / Konya)
İslam ve hayat