Fiziksel güvenlik bariyerleri “füzelerin” kendisine ulaşmasını engelliyor. Psikolojik ve zihinsel güvenlik bariyerleri ise Müslümanların dikkatini, enerjisini ve öfkesini kendisinden uzaklaştırıyor. Sadece uzaklaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda birbirlerine yöneltiyor.
Peki bunu nasıl yapıyor?
Nasıl oluyor da Mescid-i Aksa işgal altındayken, Filistin işgal altındayken bazı Müslümanlar öfke ve düşmanlıklarını, İsrail’i vuranlara yöneltiyor?
Bu yazıda bu soruyu biraz açmaya çalışacağım.
Savaşın iki cephesi: Askeri savaş ve manipülasyon-psikolojik savaş
Rus teorisyen Evgeny Messner, bundan 60-70 yıl önce şunu söylemiş: “Geçmiş savaşlarda toprakların ele geçirilmesi önemli sayılırdı, geleceğin savaşlarında ise hedef ülkedeki insanların ruhlarının ele geçirilmesi önem kazanacaktır.”
Henry Kissinger’a atfedilen bir söz de benzer bir vurgu yapar: Gerçeğin ne olduğu pek önemli değildir, fakat gerçeğin nasıl algılandığı çok önemlidir.
ABD dış politikasının mimarlarından biri olan Joseph Nye da bu konuyu merkeze alır ve “yumuşak güç” tabirini kullanır. Ona göre de zihinlerin ve kalplerin işgal edilmesi, toprakların işgal edilmesinden çok daha değerlidir. Çünkü kalıcı zaferler zihinlerin, duyguların ve tutumların dönüştürülmesiyle mümkündür.
Özetle, manipülasyonun iki boyutu vardır: Birincisi İsrail’in kendisiyle ilgili boyutu, diğeri de İsrail’in düşmanları ile ilgili boyutu. Bu ayırımın farkında olmak önemlidir. Çünkü manipülasyonun her iki boyutunu doğası gereği bazen farklı kişi ve kurumlar üstlenmesi gerekebilir. Örneğin dindarlara hitap eden bir kişi ya da kurumun İsrail’le ilgili olumlu imaj oluşturması pek mümkün değildir. Ancak İsrail’in düşmanları ile ilgili olumsuz algı oluşturabilir.
Genel olarak dindar bir toplumda yaşadığımız için ilk boyutun ülkemizde açıktan yapılması zordur. İkinci boyutun ise ülkemizde ve Arap toplumlarında yaygın bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Fakat bunun başarılı bir şekilde uygulanması için aynen askeri savaşta olduğu gibi psikolojik savaşta da stratejik bir planlama gerekir.
Bu stratejik planlamanın iki boyutu bulunmaktadır: İsrail’in düşmanının arasındaki doğal farklılıkları dikkate almak ve manipüle edilecek toplumun niteliklerini/duyarlılıklarını dikkate almak. İsrail bu iki noktayı dikkate almadan psikolojik savaşın stratejini oluşturamaz. Bir medya dili kuramaz.
İsrail’in düşmanları arasındaki farklılıklar
İsrail’in askeri alanda savaştığı düşmanı açıktır: Direniş cephesi.
Fakat direniş cephesi tek bir kimlikten oluşmuyor. Kavmi (Arap-Fars), mezhebi (Şii-Sünni) ve ideolojik (Sol-İslamcı) farklılıklar söz konusu. İsrail’in psikolojik savaşta başarılı olabilmesi için öncelikle bunu dikkate alması gerekiyor.
Örneğin Jewish Voice isimli Siyonist kurumun sitesinde 2017’de Joseph Farah’ın kaleme aldığı yazı buna dikkat çeker. Farah “İslami Ortadoğu’nun” Şii ve Sünni olarak iki büyük kampa ayırıldığını söyledikten sonra bu iki kamp arasında bin küsur yıldır bitmeyen bir nefret olduğunu belirtir. Artı, kendisini çevreleyen devletler arasında ulusal çıkar çatışmaları, sınır sorunları gibi başka pek çok çatışma alanı vardır. Demek ki, düşmanın arasında da düşmanlıklar vardır. Sorun bu düşmanca duyguların İsrail’in amaçları doğrultusunda yönetilebilmesidir.
İsrail’in düşmanın arasındaki farklılıkları çözümlemeye dönük çeşitli çalışmaları bulunmaktadır. Bunlardan biri de The Israel Project isimli kurumun 2009 yılında yayınladığı “Global Language Dictionary” isimli belgedir.
Kurumun kurucusu Jennifer Laszlo Mizrahi. Kendisi Joe Biden’la yakın biri. Huffington Post ve Times of Israel gibi gazetelerde yazıyor. En son 14 Ağustos 2024’te “Gazetecilerin Filistin Yanlısı Protestoları Haberleştirirken Kaçınmaları Gereken 5 Hata” başlıklı bir yazı yazdı. 18 bölümden oluşan bu belge, İsrailli diplomatlara psikolojik savaşın kavramsal lojistiğini sunar. Bu belgenin 34. sayfasında Arapların “yekpare” bir topluluk olmadığını, el-Fetih liderleri ile HAMAS liderleri arasında bile farklılık olduğunu söyler. “Ilımlı” liderlerle “barış” için çalışılabileceğini vurgular.
Manipüle edilecek toplumun arasındaki farklılıklar
Psikolojik savaşın kazanılabilmesi için düşmanın arasındaki farklılıkların bilinmesi yetmez. Manipüle edilecek toplumun özelliklerini de bilmek gerekir. Siyonist cephe, hedef toplumun özelliklerini bilmeden hangi konuyu gündeme getireceğini, hangi manipülasyonu yapacağını bilemez.
Örneğin HAMAS’la ilgili Batılı toplumlarda “HAMAS, iktidara geldiğinde cinsel özgürlükleri kısıtlayacak!” propagandası yapabilir ve bu tutar da. Ancak aynı propagandayı dindar bir topluma yapamaz, yapsa da etkili olmaz. Dolayısıyla manipüle edilecek toplumun hassas noktalarına uygun bir dil kurması gerekir.
Global Dil Sözlüğü bu noktada çarpıcı örnekler içerir. Bu belge ABD ve Avrupa halklarını manipüle etmek için hazırlanmıştır. “Din Hakkında Konuşmayın” başlığında, İsrail’e en düşmanca davranan grupların İsrail’in bir din devleti olduğuna inananlar olduğunu söyledikten sonra, bu grupların desteğini almak için dini terminoloji kullanılmaması gerektiğini söyler. “Siyonizm” ve “Yahudi” gibi kelimeleri de kullanmamalarını öğütler. Belge kritik bir nasihatte bulunur: Sizin ne hissettiğiniz değil, İsrail’e yakınlaştırmak istediğiniz toplumun ne hissettiği önemlidir. Dilinizi ve iletişim stratejinizi hedef kitlenin duyarlılıklarını dikkate alarak kurmalısınız.
Aksa Tufanı Savaşı’nda Türkiye’de uygulanan manipülasyon
İsrail dünyada “HAMAS=Terör” propagandası yaptı. Bu propaganda halkları manipüle etmenin dışında, yöneticilerin üstünde baskı kurmak ve İsrail’in eylemlerine haklılık kazandırmayı amaçlıyordu.
Fakat bu propagandanın Türkiye’de uygulanması birkaç sebepten mümkün değil. Birincisi İsrail HAMAS’a karşı savaşıyor. Türkiye’de insanlar Filistin davasına duyarlı. HAMAS bilinmeyen bir örgüt değil. HAMAS’ı terörist ilan etmek doğrudan İsrail’in yanında konumlanmak anlamına gelirdi.
İkincisi Türkiye’de resmi söylem HAMAS’ın bir terör örgütü olmadığı yönünde şekillendi. Eğer resmi söylem nötr kalsaydı muhtemelen “terör” propagandası dindar kitleler -bir kısmı yine hariç- üzerinde de etkili olabilirdi.
Dolayısıyla Türkiye’deki manipülasyon daha çok “Filistin’den ya da HAMAS’tan yana olabilirsiniz ama İran ve onun desteklediği unsurlardan uzak durun!” şeklinde organize edildi.
Halbuki Aksa Tufanı savaşı sadece İsrail-HAMAS arasında değil, İsrail-Direniş Cephesi arasında cereyan ediyordu. Nitekim HAMAS da direniş cephesinin bir parçasıydı.
Fakat bu nokta halklardan özellikle uzak tutuldu. Türkiye’de HAMAS yanlısı söylem devam ederken, İran-Hizbullah ve Ensarullah karşıtı söylem birlikte yürüdü.
Bu strateji Türkiye’de etkili olabilecek en doğru stratejiydi. Çünkü bu stratejinin dayandığı üç ayak ülkemizde uzun yıllardır işleniyordu: Birinci ayak mezhep ayağı idi: İran ve desteklediği gruplar Şii idi, Türkiye Sünni. İkincisi kavmiyetçi ayak idi: İran-Osmanlı çatışmasından kaynaklanan tarihsel bir rekabet vardı. Üçüncü ayak da ikinci ayağın güncellenmiş versiyonu idi: İki ülke arasında bölgesel rekabet vardı.
Suriye politikası bunun yakın geçmişteki en canlı örneği idi.
Dolayısıyla Türkiye’de HAMAS’ı manipüle etmenin objektif koşulları pek olmasa da, direniş cephesini manipüle etmenin tarihsel, mezhebi ve kavmî dayanakları mevcuttu.
Sonuç
Fakat bu noktada şöyle bir sorun ortaya çıktı: Aksa Tufanı Savaşı boyunca Filistin direnişinin liderleri İran, Hizbullah ve Ensarullah’la ilgili takdir ve şükran beyanlarında bulundu.
Örneğin Kassam Tugayları, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın şehadetinden sonra şu açıklamayı yaptı:
“Bugün, Siyonist varlığın hedef listesinde en üst sırada yer alan, Hizbullah’ı liderliği sırasında daha güçlü ve dirençli bir konuma taşıyan bir cihad liderine veda ediyoruz. Nasrallah’ın liderliği, Filistin direnişi, özellikle Kassam Tugayları ile olan ilişkilere de büyük bir ivme kazandırmıştır. Bu süreçte direnişimize her türlü destek, yardım, kucaklama ve deneyimi sunmaktan asla geri durmamıştır.
Şehit lider Hasan Nasrallah’ın, Mescid-i Aksa’nın savunulmasındaki en kutsal ve en şerefli mücadele olan “Aksa Tufanı” sırasında Filistin halkının yanında durması ve Gazze’ye destek cephesini kapatmayı reddetmesi tarihî bir duruş olarak kaydedilmiştir. Lübnan ve Hizbullah, savaşçıları ve liderleriyle büyük fedakârlıklar yapmalarına rağmen, Nasrallah, ruhunu Aksa için feda etmiş, kanını Filistinli şehitlerin ve mücadele liderlerinin kanlarıyla birleştirerek, Kudüs’ün kurtuluş yolunda silah arkadaşlığı ve kardeşlik adına en büyük dayanışmayı göstermiştir.”
Bu, insanların kafasını karıştırabilirdi: “HAMAS’ı destekleyin ama direniş cephesinden uzak durun!” şeklinde organize edilen manipülasyonun teklemesine neden olabilirdi.
Bunun için de farklı manipülasyonlar üretildi. Öyle görünüyor ki, daha başka manipülasyonlar da üretilecek. Çünkü İsrail’in varlığı, direniş cephesinin bölünmesine en azından genişlememesine bağlı.
Fakat şunu da dikkate almak gerekir: Direniş cephesi bölünmez ise (ki artık bu aşamadan sonra çok zor) ve bu manipülasyonlar devam ederse, suçlama ve ithamlar direniş cephesinin İran-Hizbullah-Ensarullah boyutuyla sınırlı kalmaz zamanla HAMAS’a ve Filistin direnişine de yönelebilir.
Milli Gazete / Mücahit Gültekin