Kuşkusuz her ideoloji içinde bulunduğu zaman ve zemin içinde kendini yeniler ve daha iyi anlaşılmak ister. Daha iyi anlaşılmak için takipçilerinin gayretini ve davaya olan bağlılıklarının sadakatle sürmesini arzular. İyi olan ve korunması elzem olan her şey aslında insan eliyle gerçekleşir. Çünkü insan tarihsel süreç içerisinde uğruna kelle koyduğu bir davayı bütün saflığıyla yaşamak ve onu kendisinden sonraki nesillere taşımak gayretindedir. Bugün İslam nasıl anlaşılmalıdır ve nasıl yaşanmalıdır sorusu da içinde bulunduğumuz zaman ve zemin içerisinde cevaplanmaya ihtiyaç duymaktadır. İslam’ın nasıl yaşanması ve anlaşılması üzerine elbette sayısız görüş ve öneri bulmak mümkündür lakin ben burada bu iki soruya da cevap verecek durumda değilim. Daha doğrusu benim vereceğim cevap da rölativist yani göreceli bir bakış açısı olarak değerlendirilecektir ki kuşkusuz bunda haklılık payı da yüksektir. Öyleyse derdimiz nedir neden böyle bir makaleyi ele alma gereği duyuyoruz?
Yaşadığımız dönemi tanımlayacak olursak post modern bir dönemi yaşıyoruz. Ulusal sınırların kalktığı, dünyanın küçük bir köy haline geldiği ve şirketler eliyle yönetildiği, insanın açık pazar haline dönüştüğü ve bireyciliğin en yüksek doruklarda olduğu bir zaman içindeyiz. Artık insanın eskiden olduğu gibi aile, aşiret, cemaat vs. bağlarının olmadığı kendi başına devlet olduğu zamanları yaşıyoruz. İnsanın en bencil olduğu, günahın en meşru olduğu bir zaman dilimindeyiz kısacası. Böylesi bir ortam içinde, başıboşluk, rehavet içerisinde İslam nasıl anlaşılmalı ve mücadele nasıl olmalıdır sorusu haliyle önem arzetmektedir. Ya da gerçekten İslami mücadele gerekli midir diye sormak gerekiyor. Çünkü yaşadığımız bu düzlemde İslami olarak algıladığımız her şeyin buharlaştığını gözlemlemekteyiz. Buharlaşan şey bizim inançlarımızdır. Bulunduğumuz zemini giderek kaybediyoruz. Belki de zamanı iyi okuyamadığımız için sağlam bir zemini elde edemedik. Onun için olacak ki hep kaygan zeminler üzerinde hareket ettik durduk. Kaygan bir zemin üzerine bina inşa olmayacaktır. Öyleyse zemini sağlamlaştırmak gerekiyor.
İslami mücadeleye niçin gerek duyarız? Bu soruyu kendime sorduğumda üç farklı nedenden dolayı İslami mücadeleye sahip çıkmam gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle Allah bu mücadeleye sahip çıkmamı istediği için: “Fitne ortadan kalkıncaya ve din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın…” (8/39) ayeti bana bunu sürekli hatırlatıyor. İkincisi; bu davaya sahip çıkmak benim Allah’ın rızasını kazanmada asli vazifem olduğu için. Ancak bu mücadele alanının içinde kaldığım sürece Allah’ın vadettiği güzelliklere erişebileceğime olan inancımdan dolayı. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O’da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (47/7)bu ayette bana hep bunu hatırlatmaktadır. Son olarak da ben olmazsam, mücadele etmezsem benim yüzümden İslam’ın bir kısmı eksik kalacak ve yeryüzü benim nemelazımcılığım yüzünden fesada uğrayacak diye korkmamdandır ve bundan dolayı hesaba çekileceğimden duyduğum endişedir. “Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz” (4/75) ayeti de bana sorumluluğumu sürekli hatırlatmaktadır.
Kötü bir dünyada yaşıyoruz, kötülerin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ama her zalimin karşısında yüreklice duran bir Musa, Muhammed yahut İbrahim olduğumuzda küfrün bir selin köpüğü gibi dağılıvereceğini biliyoruz. Öyleyse öncelikle İslami mücadele sürecinin gerekli olduğuna olan inancımızı kazanmamız gerekmektedir. Bu inancı kazandıktan sonra şu üç şeyi iyi bilmemiz gerektiğine inanıyorum: 1- Allah’ı, yani vahyi çok iyi bilmek. Çünkü İslami mücadele kaynağını vahiyden almadığı sürece hiçbir zaman İslami olmayacaktır. 2- İnsanın kendini çok iyi bilmesi gerekir. Kendini bilmeyen, tanımayan bir insan neyi nereye kadar yapabileceğini, eksiklerini fazlalıklarını bilemez. Nerede faydalı olabileceğini nerede olamayacağını göremez. Öyleyse insanın kendi gerçekliğine, kapasitesine vakıf olması gerekir ki kendini ne gereğinden fazla büyük görsün ne de gerektiğinden aşağı bir konuma yerleştirsin. Eksiklerini tamamlama gayretinde olurken becerileriyle de İslami mücadeleye renk katabilsin. 3- Toplumu çok iyi bilmesi lazım, çağı iyi okuması lazım. Eğer insan yaşadığı çağı artılarıyla ve eksileriyle iyi okuyamıyorsa ortaya koyacağı çözümlemelerde o oranda eksik ve hedeften yoksun olacaktır. Ya geçmişin tabularına bağlı taassup içinde kalırsınız ya da çağın diliyle kuşatılırsınız. Kısacası ya gelenekçi olursunuz ya da modernist. Oysa toplumları doğru okuyabilen kimseler gelenekçiliğe ve moderniteye bulaşmadan kendi tarif dilini ve mücadele yöntemini geliştirebilirler. Bu üç maddeden birini eksik bıraktığımızda mücadelemiz kendi gerçek mecrasından başka taraflara kayacaktır. Çünkü vahiy kaynağından beslenmeyen bir kimse kendini bilemez, müstağnileşir. Müstağni bir toplumsal okumayla ne çağını insan doğru anlamlandırabilir ne de o müstağni bakışla toplumu ıslah eden bir davranış ortaya koyabilir.
İslami mücadele sürecinde belki de atlanan en önemli öge insan sorunudur. Bir mücadelenin; gayesi, hedefi, hareket fıkhı, maslahatı vs. vs. daha birçok şeyi tek tek belirlenirken insan sorunu üzerinde yeterince zihin yorulmadığını düşünüyorum. Biz bir harekete ne kadar teknik düzeyde bakarsak bakalım o hareketi devam ettirecek yine insandır. Kur’an’da insan davranışlarına dair birçok örnekler bulmak mümkün. Mesela; Musa İsrailoğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarır daha sonra İsrailoğulları Musa’dan diğer kavimlerin ilahları gibi kendilerine bir ilah yapmalarını ister. Ya da İsa’nın havarileri vardır hem İsa’ya Allah’ın yardımcıları olacaklarına dair söz verirler hem de süreç içerisinde Gökten Allah’ın kendilerine bir sofra indirmesini isterler. Demek istediğim odur ki değişken karakterlere sahip insan tiplemeleriyle yola çıkarız. İnsan her an yol değiştirebilir ve geçici olan dünyaya meyledebilir. Mücadele kendine ağır gelebilir, modern putlarını tam anlamıyla bırakmamış olabilir. İçinde bulunduğu refahın peşine düşüp azgınlaşma sürecine girmiş olabilir, rabbin nimetlerini görmeyerek ya da görmek istemeyerek yalanlama yoluna gitmiş olabilir. Öncelikle insanın olduğu yerde kokuşmanın da olabileceği ihtimali öz önünde bulundurularak yola çıkılmalıdır. Çünkü buna hazırlıklı olunabilirse hayal kırıklıkları yaşanmaz ve kişi tek başına bile kalsa mücadeleyi sonuna kadar götürebilir.
İnsanın değişken karakter yapısı dışında ikinci insan sorunu olarak gördüğüm şey mücadele içinde yer alan insanların birbirlerine olan merhameti ve sevgisi sorunudur. Sevginin kaynağı nedir sorusuyla birlikte düşünülecek bu konu özellikle gündem dışına itilen bir konudur. Oysa insanların bir görev aşkıyla bir araya gelerek adeta bir mühendis kadrosuyla teknik bir iş yapıyormuş imajı uyandırmak böylesi hareketlerin en temel problemidir. Çok yetenekli insanları bir araya toplayabiliriz ama bu yetenekli insanlar sevginin kaynağını vahye bağlayarak birbirlerini yeterince sevememişlerse ne kadar şahane bir hareket fıkhı çıkarsalar da mücadele başarısızlıkla sonlanacaktır. Öyleyse insanlar kaynağını vahiyden alan bir sevgiyle birbirlerini ölümüne sevebilmelidirler. Neden illa kaynağını vahiyden alan bir sevgiyi dillendirdiğimi merak edebilirsiniz. Müminin sevgisinin de nefretinin de temelinde Allah olmalıdır da onun için. Allah adına yola çıkıldığında en ciğer paremiz bile bu yolda bir kayma yaşayacak olursa onu güzel bir nasihatle uyarabilmeli ve yanlışında diretiyorsa bağları gerektiğinde koparabilmeliyiz. Çünkü sevginin kaynağı Allah ise bağlarımızın şeklini belirleyecek olan Allah’tır. İnsan elbette yolda yanlış yapabilir, hata edebilir, unutabilir. Dostlar birbirlerini böylesi zamanlarda uyarırlar, durumlarını kendilerine resmetmeye gayret ederler. Ne var ki yanlış yapan taraf haklılığını savunuyorsa ve durumunu gözden geçirmiyorsa yapılabilecek en güzel şey kardeşi için dua ederek onun zamanla bu gerçeği kavraması için ona zaman vermesidir. Kardeşini tekfir edip onu aşağılaması doğru değildir. Kardeşlik hukuku gereği meseleyi şahsileştirmekten uzak durulmalıdır. Allah’ın kalpleri kendi vahyi çerçevesi içerisinde tekrardan aynı potaya döndürmesi için dua edilmelidir. Ama ne var ki sonuç odaklı çalışma içerisinde insanın değişken karakter yapısı ve bu değişken karakter yapısının inkişafı gerçekleşince de tekfirci ve katı duruşla süreç akabete uğramaktadır.
Bu demek değildir ki her yanlış hoş görülsün. Mesele yanlış yaptığını kabul etme erdemini gösteren insanların hoş görülmesidir. Tıpkı okçular tepesini terk eden okçuların yanlışından dolayı pişmanlık duyup resulün onlara yumuşak davranması gibi. Savaştan hiçbir sebep yokken yalnızca ölüm korkusu ile yahut keyiflerinin bozulmaması için geride kalan üç sahabenin durumunda olduğu gibi boykot dahi yapılabilmelidir. Bu tavır almanın temelinde nasıl Allah var ise bizim tavır ve eylemlerimizin temelinde de Allah olmalıdır. İnsan sorununu çözemeden hiçbir şeyi çözemeyiz. Öncelikle bu mücadelenin gerekliliğine inanmış moral düzeyi çok yüksek inanmış fertlere ihtiyaç vardır. Allah yolunun yardımcıları kimler olacak denildiğinde ben diyen ve elini taşın altına koyabilecek, malıyla canıyla ulu orta meydanlara dökülebilecek şahsiyetli bireylere ihtiyaç vardır.
İslami mücadelenin bir diğer insan sorunu ağabeyler sorunudur. Bu niçin sorundur konusuna geçmeden hemen belirteyim ki benimde belli bir zihin performansıma ulaşmama sebep birçok ağabeyler vardır Allah hepsinden razı olsun. Gerek birebir görüşmelerden gerekse eserlerinden faydalandığımız birçok ağabeylerimiz vardır. Ben sorunu genel bazda değerlendireceğim için benim bu ifadelerimi de mazur görmenizi dilerim. Bir ağabeyim demişti ki “bugünün abileri sorunlu olduğu için tabileri de sorunludur.” İşte benim değinmek istediğim şey tam da budur. Tabiiki her abi ve ya her tabi sorunludur anlamı çıkarmayalım. İslami mücadele sürecinde müminlerin yetiştirilmesi hususunda nebevi metoddan hepimiz haberdarızdır. Mümin bir taraftan ilmi dilini geliştirirken diğer yandan siyasi dili de öğrenir. Biz bu ikisinin birlikte olan haline tevhidi duruş diyoruz. Süreçle birlikte mücadeleyi göğüsleyen öncüler ilmi dili kuşanırken siyasi dili terk etmeye başlıyorlar. Bunun birçok sebebi olabiliyor. Ya sistemin iyi polis-kötü polis oyununu göremeyip aynı tağuti sitemin iyi polis rolünü oynayanları kendinden görüyor eleştiri getirmiyor ve birçok haksızlıklarını dile getirip tağuta karşı direnişi desteklemiyor. Ya da kapalı kapılar ardında belli pazarlıklarla sayısal çokluğa ve şöhrete oynanarak siyasal dil kaybediliyor. Ve yahut yılların mücadelesi sonuç odaklı değerlendirmeye tabi tutulduğundan olacak, bir arpa boyu yol gidilemediği hatta “bir lisenin tiyatro salonunu dolduramayacak kadar insana ulaşamamış” olmanın üzüntüsü içinde siyasal dili tamamen dışlayarak yalnızca hurafe ve bidatlarla savaşan bir yapıya dönüşüveriyorlar. Sonuç, Suudi sarayından beslenen alimler gibi bir forma dönüşüyor. Yani bidat ve hurafe konularına o kadar çok dalınıyor ki tağutların ne ahlaksızlıklar, rüşvetler, halkı soymalar ve inananlara zulümler işlendiği görülemiyor. Oysa peygamberlerin tamamı ilmi ve siyasi dili birbirinden ayırmadan tevhidi bir duruşla tağutlara karşı amansız bir mücadele vermişlerdir. Öyleyse ağabeylerin sisteme bilerek ya da farkında olmadan angaje olduklarında tabileri de kendileriyle aynı akabete uğramaktadırlar.
Ağabeyler, tek adam olmak hevesinden uzaklaşmalılar. Kendilerine tabi değil yol arkadaşı aramalılar. Tabi olanlarda ağabeylerinin hakkını teslim etmeli, saygıda kusur etmemeli ama yanlış gördüğü şeyleri de maslahat gözetmeksizin usulünce dobra dobra ağabeyi ile paylaşmalıdır. Çünkü İslami mücadele süreci içerisinde birbirlerinin cennete gitmelerine vesile olacak bir yol arkadaşı olabilmeliler. Oysa gördüğümüz o dur ki ağabeyler tek adam olarak ön planda olmayı çok sevmekteler ve kendilerini temsil edebilecek yahut kendilerini hayır yarışında geçebilecek bir yol arkadaşını istememektedirler. Bu bir zafiyettir, hastalıktır bunun tedavisi için müminler çalışmalıdırlar. Tabilerin sorunlu olması evvel emirde abilerin sorunlu olmasına bağlıdır. Ama bu tabilerin üzerinden yükümlülüğü almaz. Aksine aynı vahiyle hesaba çekileceğimizden bizim de her an tetikte ve doğru şeyler yapma gayretinde, bilincinde müminler olmamız gerekmektedir.
Ben İslami mücadele sürecinin gerekliliğini ve bu mücadele sürecinde dikkat edilmesi gereken hususları kendimce dile getirmeye çalıştım. Bununla birlikte bu mücadelenin temel sorunu olarak gördüğüm insan sorununa eğilmeye çalıştım. Biliyorum ki bu konu üzerine daha çok konular eklenebilir. Birçoğunuz başta da belirttiğim gibi bu bakış açısını göreceli bir bakış olarak görebilirsiniz buna itirazım olamaz. Ama en azından düşünmek için bir pencere açmışımdır ümidini taşımaktayım. Doğrular Rabbime aittir, yanlışlar ve günahlarsa bana aittir…