İslam, insanı varlığıyla şereflendiren bir inanç biçimidir. İnsan kendisine şeref katan bu değere karşı gerekli hassasiyeti ve özeni göstermek zorundadır. İslam’ın çizmiş olduğu sınırlar içinde kalmak ve hududullahın dışına taşmadan yaşamaya gayret etmek insanın birincil sorumluluk alanıdır. Onun içindir ki İslami mücadele hayat boyu vazgeçemeyeceğimiz bir hayat tarzıdır. Her mücadelenin kendine has doğası vardır. Tarihteki ideolojilere göz gezdirecek olursak feodalitenin, liberalizmin, demokrasinin, oligarşinin, sosyalizmin, cumhuriyet rejimlerinin hepsinin kendisine has mücadele doğaları vardır. İslam’ın kendisine has doğasını belirleyen en başta Kur’an ve sonrasında onu hayata örnek şahsiyet olarak aktaran resuldür.
Nebiler kuşkusuz vahyin metodunu bize gösteren eşsiz şahsiyetlerdir. Onun içindir ki tüm İslami mücadelelerde ortak birleşme noktası nebevi metod olarak kabul edilir. İslami mücadele iddiasını taşıyan herkes meşruiyetini mutlaka nebevi metoda dayandırma kaygısı güder. Eğer böyle yapmazsa meşruiyet zemini bulamaz. Ne var ki İslam adına çıkan bunca yapı, bunca cemaat veya bunca örgüt nebevi metod iddiasını taşısa da çoğunluklu olarak bir türlü şahsiyetli bir kimlik inşa edemezler. Ya hermonetik bir tezle moderniteye teslim olurlar, ya gelenekçi bir anlayışla taassup zincirini kıramayıp geçmişin kültür İslam’ı çerçevesinde sıkışıp kalırlar. Niçin sağlıklı bir kimlik inşa edemeyiz?
Uzun soluklu bir mücadelede öğrenmemiz gereken ve başta kabul etmemiz gereken yasalar vardır. Öncelikle mücadele edeceğimiz dinin sahibi Allah’tır bunu bilmemiz gerekmektedir. Zira bunu bilmezsek mücadeleyi kimin adına ve kimin kıstaslarına göre yapacağımızı bilemeyiz. Allah’ı tanımak ancak onu vahyinden tanımakla mümkündür. Allah’ın affetmeyeceğini söylediği tek günah şirk olarak karşımıza çıkar. Öyleyse mücadelenin en önemli aşaması mücadeleye şirki bulaştırmadan tevhid ekseninde yola devam edebilmektir. Bu öylesine basit ve geçiştirilebilecek bir şey değildir. Allah’ı tanımak aynı zamanda insanın kendi yerini bilmesini beraberinde getirir. Yani tevhid iki esas üzerinde durur yaratan ve yaratılan. Yaratan her türlü otoritenin sahibi olmalıdır, yaratılan ise yaratanın kendisine emrettiği sınırlarda kalmalıdır. Bütün yaratılmışlar yaratana eşit mesafede uzaktırlar. Yaratılanlar ancak yaratanın kendilerine çizmiş olduğu sınırlar içinde kalırlarsa yani takvalı olurlarsa o oranda yaratana yaklaşmış olurlar. Öyleyse buradan mücadele için birçok veri elimize ulaşıyor. Öncelikle herhangi bir ırkın, ülkenin, şehrin ayrıcalığı olmadan herkesin takvası ölçüsünde ortaya koymuş olduğu şahitliklerin değerli olduğu bir toplum oluyoruz. Ne zenginliğimiz, ne kariyerimiz ne de çok kitap okumamız bizi kıymetli kılmıyor. En iyi olmak; en mütevazi olmak, en çok ibadet eden olmak, en çok emek harcayan olmak, en çok infak eden olmak, günahlardan en çok sakınmakla mümkün oluyor.
Allah’ı tanımak bizim eşya ile olan ilişkilerimizi de çepeçevre kuşatır. Kendi canımız dahil sahip olduğunu sandığımız ne varsa hepsinin bize emanet edildiğini ve bu emanetlerden dolayı bir gün hesaba çekileceğimizi bilmemiz demektir. Böylece ne doğaya karşı bir ilahlık iddiasında oluruz ne de emanetleri sahiplenerek onları rabbiymiş gibi hareket ederiz. Modern çağın putları evlatlarımızdır. Onların sahibiymiş gibi davranır onlara dünyevi anlamda itibar sağlayacak her türlü desteği sağlarız da Allah’ın katında itibar sağlayacak şeylere istikballerine mani olur diye izin vermeyiz. Yahut onları münafık bir zihin kurgusuyla inşa ederiz. Herkesi memnun etsin işini yürütsün. Yahut Kabil gibi davranırız en kıymetli olanı Allah’a adamak yerine en işe yaramazını Allah için feda ederiz. Söylevlerimizde ise Meryem gibi olmak, İbrahim gibi olmak gırla gider. Allah’ı tanımak tüm bu cahili davranışlardan arınmayı ve Allah’a emanetlerini gereği gibi koruyup gözeterek vermemizi emreder. Malın sahibi olmadığımızı ve kazandığımız tüm her şeyin Allah’a ait olduğunu ve O’nun istediği şekilde malı tasarruf etmemiz gerektiğini öğrenmiş oluruz. Müsrif bir toplum olmaktan O’na sığınırız. İslami mücadeleyi öncelikle nefsimizden başlayarak en yakınlarımızı bu sürece dahil etme kaygısıyla ve sorumluluğuyla işe başlamış oluruz.
Allah’ı tanımak demek kendimizi tanımak demektir. Gücümüzü, kapasitemizi ve yeryüzünde kaplayacağımız hacmi bilmemiz demektir. Varlığımızı O’na borçlu olduğumuza iman etmek demektir. Kendimizin azgınlaşarak kendimize yettiğimizi ve her şeyi yapmakta serbest olduğumuzu mevki ve paramıza bakarak her şeyi yaratan ve her şeye şekil veren olmadığımızı bilmemiz demektir. Çünkü Allah’ı tanıyan bir kimse bilir ki şeytan sürekli tuzak kurmakla meşguldür. Sırati Mustakiym üzere oturarak insana bilmediği yerden yaklaşacağını ve her türlü yolu deneyeceğini bilir. Şeytanın iman edenlerden ümidini kesmesi için daha çok yaratana sığınılması gerektiğini bilir. Allah’ı tanıyan bir kimse için ne eş, ne çocuk, ne mal, ne meskenler ne de ticaret asla onun İslami mücadelesine engel değildir. Kimsenin hatrı için İslam’ı yaşamının ikinci sırasına koymaz. Çünkü bilir ki böyle yaparsa cennetini kaybeder.
Allah’ı tanımak demek tağuti otoriteleri iyice tahlil etmeyi ve onların tuzaklarından sakınmayı gerektirir. Dünün Lat, Menat, Hübel putunun yerini hümanizm, demokrasi, laiklik, kapitalizm ve piyasa putu almıştır. Artık her şey gayri safi milli hasıla rakamları, etnik ulus devlet ölçeğinde ulus devlet çıkarları, emperyalist küresel dünyada aktör devlet olmak ideali (yani yeni bir emperyal devlet olma ideali) ile belirlenmektedir. Küresel sistem demokrasi kültürüne herkesi ram etmeye çalışırken bütün bu savaşımını İslami bir dil kullanarak yapmaktan çekinmemektedir. Allah’ı yeterince tanımamış zihinler İslami mücadelenin dilini küresel sistemin söylevleriyle eşitleyerek tam da onların ekmeğine yağ sürmektedirler. Kahrolasıca düzenlerin artık alkışlanacak düzenler olduğuna dair inançları pekiştirmektedirler. Formülleri de oldukça basittir “yeter ki gönlünüzün kıblesi şaşmasın”. Hatta hiç gocunmadan iki tür nebevi metod olduğu iddiasını taşıyarak bunlardan ilkinin güce dayalı devrimci bir model olduğunu ve ikincisinin de demokratik metod olduğunu ve resullerin bu iki yöntemi de kullandığını söyleyenler bile vardır. İşte tüm bunlar Allah’ı gereği gibi takdir edememenin bir sonucudur. Çünkü Allah otoritesini kimseyle paylaşmaz. AKP’nin mitinglerinde sıkça kullandığı “milletten başka güç ve milletten başka inanç taşımayan…” diye devam eden bir söylevi bile görmezden gelerek iktidarın rüzgarını arkasına almakla övünen ve tüm işaretleriyle kazanımları korumak adına mevcut iktidarı destekleyen bir zihniyet henüz Allah’ı tanıma fırsatına erememiş demektir.
Allah’ı tanıyan bir kimsenin mücadelesi ekmek ve özgürlük mücadelesi değildir. Yalnızca otoritenin Allah’a teslim edilmesi mücadelesidir ki bunun akabinde zaten ekmek ve hürriyet Allah’ın vaadidir. Çünkü iman etmek ve sakınmanın karşılığı yerin altından ve üstünden yemek ve yeryüzüne tıpkı geçmiştekiler gibi iktidar olmak demektir. Kim Allah’tan daha çok sözünde durabilir ki! Oysa Allah’ı tanımamış bir zihin modern ulus devlet düşüncesine hapsolmuş ve ulus çıkarı için dinini feda edebilen ve mücadeleyi iş, aş ve özgürlüğe hapsetmiş bir zihindir. İşte kazanım dedikleri şeylerde mevcut iktidarın kapitalizm dininin türettiği hümanizm mezhebi gereğince kapitalizmin ekmeğine yağ sürdüğü ve ona nefes aldırdığı sürece izin verdiği bir takım düzenlemelerdir ki mümin bir kişi nezdinde değeri olmayan, olmaması gereken şeylerdir.
İslami mücadele Allah’ı tanımakla başlar ve onunla ilişkiyi en üst düzeyde tutmayla devam eder. Bu mücadele uzun soluklu bir mücadele olup insanın sürekli vahiyle kendisini yeniden ve sürekli olarak inşa etmesiyle mümkündür. Bugün en çok ihtiyacımız olan şey şanımız ve şerefimizin içinde saklı olduğu Kur’an’ı gereğince okumak ve anlamaya gayret etmektir. Okumak ve anlamaya gayret etme çabası bizi uzun bir yolculuğa çıkaracaktır kuşkusuz. Ve bu yolculukta bizim tek kaynağımız vahiy olacaktır. Çünkü onun içinde Nebiler ve Nebiler’in eşsiz mücadele örnekleri vardır. Her bir Nebi’de toplumuzdan bir parça buluruz. Ne zaman ki vahiy yerine kılavuzumuz günün reel politik okumaları olur işte o vakit yolumuz değişir ve mücadelemizin seyri farklılaşır. Bizi Allah’a ulaştırmayan her yol kuşkusuz cehenneme ulaştırır.
“Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size vadedilmekte olan cennetle sevinin!” 41/30