Ülkede yaşananları, İslam’la İslam dışının hesaplaması olarak görmek, basiret ve ferasetle alakalı bir durumdur. Her ne kadar bu yönde çok keskin bir duygusallık oluşturuluyorsa da, mü’min feraseti, duygularımızın körelmesine fırsat vermemelidir.
Yapılanların kıyasıya bir İslam-küfür mücadelesi olmadığını anlamak için kendi kendimize bazı ‘sıradan’ sorular sormamız, bazı ‘küçük’ soruların cevabını aramamız yeterli olacaktır. Mesela şunu sormalıyız: Başbakan ve Hükümeti, ‘paralel yapı’ / ‘örgüt’ dedikleri bir yapılanma tarafından aldatıldıklarını söylüyorlarsa -ki bu bir itiraftır-, o halde, hangi konuda aldatıldıklarını, iyi niyetlerinin kurbanı olduklarını daha açık bir şekilde beyan etmeli değiller midir? Şu ana kadar gördüğümüz kadarıyla, Başbakan, ‘örgüt’ün, takiyye yaparak devlete sızdıkları, kendilerine rağmen, hükümetin ve devletin işleyişini diledikleri şekilde etkileyebilecekleri, adeta hükümete darbe yapabilecek bir seviyeye gelmiş alternatif bir yapılanma içerisine girmelerine içerlemekte ve aldatıldık derken bunu kastetmektedir.
Bunlara itirazımız yoktur. Devletin, kendisine şirk koşturmayacağını ifade ederken de bunu teslim etmiştik…
Lakin Başbakanın, hükümet ve AKP olarak aldatılmaları bundan ibaretse -ki aksine bir beyan duymuyoruz-, demek ki toplum bir kere daha İslam konusunda sadece cambaza baktırılmaktadır…
İkinci sorumuz şu olmalıdır: Başbakan, Fethullah Gülen’in akidevi, siyasî v.b. hezeyanlarını meydanlardan bütün Türkiye’ye ve bütün dünyaya, en yüksek perdeden duyurmakta, adeta Gülen’i siyaseten linç etmektedir. Yalnız bu hususta, şu kaydı da düşmek gerektiğine inanıyorum. Başbakanın bu tavrı, hani camide, Yahudilerin İsa’yı öldürdüğü vaazını dinleyip de, oradan çıkınca yolda ilk karşılaştığı bir Yahudiye tokadı patlatan, Yahudi’nin “o şu kadar asır önceydi” itirazına karşı, “olsun, ben yeni duydum” diyen adamın heyecanını anımsatmaktadır. Başbakanın, F. Gülen’in cürümlerini ‘yeni duymuş’ olması acaba gerçekten bu kadar ‘normal’ ve masum mudur?
AKP lideri R. Tayyip Erdoğan, yaklaşık 12 yıllık iktidarı döneminde hemen her icraatında, yönetime tam dirayetli, ülkede olan-bitene tam vakıf, tabir caizse siyasî arenada uçan kuştan bile haberi olan, külyutmaz bir başbakan izlenimi vermiştir. Lakin bu son olaylar bu hususta ciddi kuşkular doğurmuştur. Burada iki ihtimal söz konusu: Birinci ihtimale göre Başbakan, sanıldığı kadar vaziyete hâkim değildir. Şayet, vaziyete hakimdi, olan-biten hiçbir şey gözünden kaçmamıştı denirse, hem Başbakanın “iyi niyetimizi suiistimal ettiler” mealindeki sözünü izah etmek mümkün olmaz, hem de, bir cemaatin devlet içinde devlet oluşturacak denli ‘örgütleşmesine’ ne niyetle, hangi amaçla, nasıl bir maslahatla göz yumdunuz sorusunu sormak hak olur.
İkinci olarak şu sorulmalıdır: AKP Hükümetinin ‘Paralel Yapı’ya karşı başlattığı karşı atağı iyi tahlil etmek gerekir. Burada Hükümet, yerden göğe kadar haklı olabilir. Kamuoyunun bildiklerinden çok daha fazlası muhakkak ki hükümetin elinde mevcuttur. Fakat Başbakanın sembolleşen cümlesiyle ifade edecek olursak, paralel yapının inlerine girecek kadar okun yaydan çıktığı bir vasatta, her şey, zikri geçen ‘örgüt’ün hükümete karşı paralel hareketlerine yöneliktir. Hükümetin ve Başbakanın bir türlü hazmedemediği şey, belli bir süre bu yollarda beraber yürümüş, beraber ıslanmış oldukları halde, deyim yerindeyse arkadan hançerlenmiş oldukları hissiyatıdır. Başbakanın, kendilerini, kardeşleri tarafından kuyuya atılmış olarak hissettiklerini söylemesi, bu inkisarı daha iyi açıklamaktadır. Bu istiareye göre, önceki yıllarda, belli bir dönem ‘kardeşlik’ hukukunu yaşamışlardır. Başbakan kendisini, kardeşlerince kuyuya atılmış Yusuf gibi hissediyorsa, bu hissiyat, Yusuf’la kardeşlerinin ortak bağları olan babaları gibi, ortak bir ‘köken’e sahip oldukları hissiyatını da akla getirmektedir. Daha açık söylemem gerekirse, kuyuya atılmış Yusuf temsili, geçmişteki ortak din, inanç, zihniyet, anlayış birliğine atıf içermektedir.
Neo-nurcu örgütün AKP karşıtı pek çok kirli çamaşırı ortaya çıkartılmakta; hükümete, ülke güvenliğine karşı olduğu ileri sürülen bazı adımları ve niyetleri deşifre edilmektedir. Fakat şu hususa bir türlü sıra gelmemektedir: Birtakım masonik örgütler gibi çalışan Fethullah Gülen grubu, ülkede oluşturdukları dini makyajlı sosyal ağlarla, bütün genç nesillere ulaşarak, gençlerin ve çocukların din algısını baştan aşağıya değiştirdiler. Dershanelerde, okullarda, ‘ışık evleri’nde, esnaf sohbetlerinde v.b. kelimenin tam anlamıyla bir “İslam’a karşı İslam” öğretildi. İslam’ın akidesi adeta Hristiyan kredosuna benzetildi. İslam’ın Peygamber kavramı ve risalet müessesesi, Hristiyanların Allah’ın oğlu Peygamber telakkisine oldukça yaklaştırılmıştır. İslam, Allah’ın biz kullar için seçtiği ve razı olduğu bir DİN (hayat nizamı) değil, Türkiye’de ve dünyada, egemen ideolojilere, muhtaç oldukları oksijeni temin eden bir aparata dönüşmüştür.
Yıllardır modern haçlıların projelerinin hedefi olan İslam’sız bir İslam oluşturulmuştur.
İşte yeni mücadele döneminde, ‘örgüt’ün bu misyonu hemen hiç gündeme gelmemektedir. Gündeme gelen, durdurulan MİT tırları, yolsuzluk dosyalarının açılması, telefon dinlemeleri, kaset şantajları, emniyette, Milli Eğitimde ve sair kuruluşlardaki takiyyeci yapılanma boyutu v.b.dir.
Peki, neden ‘örgüt’ün İslam’a, tıpkı Yahudilik ve Hristiyanlığın başına gelenler ayarında verdiği tahribat gündeme getirilmemektedir? Bunun sebebi belli değil midir: Bu tahribatta FG grubu yalnız değildir. Bu yollarda beraber ıslandıkları partiler de bu suça ortaktırlar. Şu anda olan-bitenin özeti neredeyse, öküzün ölmesiyle, ortaklığın bitmesi arasındaki ilişkidir.
Buradan hareketle şunu açıkça söylememiz gerekir. Şu anda ‘örgüt’ üzerinden yürütülen mücadele bir İslam-küfür mücadelesi değildir. Bu, belki bugüne kadar kamuoyunun pek alışık olmadığı, yeni bir sistem içi mücadele, yeni bir sistem içi temizlik operasyonudur. AKP, FG örgütünün bu ‘suçüstü’ bastırılmışlığını tepe tepe kullanmakta, mücadeleyi de bihakkın oya, halk desteğine tahvil etmeyi başarmaktadır.
Kitleler ‘örgüt karşıtlığı’, ‘AKP destekçiliği’ denkleminde ileri düzeyde politize olmuş durumdadırlar. Bu yeni dönemde, ‘iblis’ keşfedilmiştir: ‘paralel örgüt’! Her kötü işi o yapmıştır, her kötülük ondan sudur etmiştir. Muzaffer İzgü’nün bir hikâyesinde bir ‘açomba’ figürü vardı. Geçmişte bir zamanlar bir toplum, bütün kötülüklerin anası olarak ‘açomba’yı keşfetmiş. Türkiye’de her on yıllık dönemlerde böylesi ‘kötülük odakları’nın keşfedildiğini iyi biliyoruz.
Yeni (post-modern) bir ‘açomba’, ülkedeki toplumsal ve siyasal bütün öfkeleri üzerine çekerken, İslam’ın hayattan uzaklaştırılması da gayet ustalıklı bir şekilde sürmektedir. İslam sorunsuz bir şekilde, hayattan tard edilmeye devam etmektedir. Paradoksal olarak kamusal alanda İslam’ın görünürlüğü de o oranda artmaktadır. İşte kitlelerin afyonu da budur. Başbakan çok yerinde olarak, toplumun belli bir kesiminin zehirlenmesini haşhaşi benzetmesiyle yaptı ama başka kesimlerinde haşhaşın etkisi başka biçimlerde devam etmektedir.
Toplumda Kur’an İslam’ının yerine, geleneksel bir Anadolu İslam’ının nasıl ikame edildiğini kitleler fark etmemektedir. Kitlelerdeki zihinsel yozlaşma çok ciddi boyuttadır. Neo-nurculuğa karşı ‘sıcak çatışma’nın yaşandığı şu demlerde, klasik nurculuk yine AKP kanalıyla değer kazandırılmaktadır. Acaba AKP bir kere daha, geçmişteki hatasını yineliyor olabilir mi sizce? Şöyle de sorabiliriz: Neo-nurculuğa karşı klasik nurculuğa sığınılması, AKP zihniyetinde tasın da, hamamın da aynı olduğu anlamına mı gelir?
Biz Müslümanlar en iyisi, pazarlıksız bir şekilde İslam’ın tamamına talip olma anlamındaki imanımızı yenilemeli, bizi Müslüman yaratan Allah’a içtenlikle şükretmeli ve İslam’ı, basit hesaplara alet etmekten daima Allah’a sığınmalıyız.