İnsanların sıkılganlıkları, düzenleri bozulduğunda başlar. İsteklerin elde edildiği bir yaşantının içinde konfor üst düzeyde olabilir; ama doyum denilen insanın fıtrat yapısına dönük eksiklik hep var olacaktır. Üstelik bu, eksikliğin yaşandığı anlarda zirve yapacak kadar etkileyici olacaktır.
İnsanın ulaşamadığı, hayallerine umut katan ve sürekli bir özlemi çağıran yerler, insanın hakikatte ruhunun ait olduğu yerlerdir. Ulaşılan istekler mutluluk verebilir; ama doyum sağlamaz. Bu da insanın ait olduğu yerlerin hazla değil teslimiyet ve anlamla bezendiğini ortaya koyar. İnsan bu dünyaya ait değildir. Çünkü bu dünya geçicilikle süslenmiş bir cazibedir. Oysa geçici olanın doyum sağlaması imkansızdır. Doymayan bilinç, huzura ermemiş kalp, iyilikle bütünleşmemiş vicdan, sınırlı olmayı kabullenmemiş akıl sürekli arayışlar serüvenine atılır. Arayışın gerçek anlamda tamamlanması imkansız olan bu yolculukta insana düşen, ulaşılması başka yerlerde mümkün olan yerlerin yolunu takip etmektir. İnsan, anlamı tattığı oranda mutmain olur. Sınırsız gücün ve aşkın olanın hakimiyeti altında sınırlı oluşunu kabullendiği an, hissettiği eksikliklerin bir kısmının bu dünyada giderilemeyeceğini kavramış olur. İnsanın varlık olarak tanımı budur. Yaratılan, sınırlanan, teslim olan, anlam bağına bağlı olan beşer, ömür sahnesinde güzellikler yetiştirebildiğinde insan olur. İyilik yolunda azim gösteren varlık, belki de karşılığının bu dünyada hiç bir zaman alınamayacağı tarlaların hasadını ruhun teskin olacağı yelerde alacaktır.
Sınırlı bir dünyada, sınırsızlık arayışı beyhude bir çabadır. Ruh, ancak sınırsız dünyaya yerleştiğinde tatmin olur. Mutluluk ile mutmainlik çok farklı kavramlardır. İnsan, mutlu olabilir; ama mutmain olmadığı zaman mutluluk eksik kalacaktır. Mutluluk, sıkıntıların yokluğunda iktidardır. Yüreğin mutluluğu, rahatsızlık veren fikir veya davranışların zuhuruyla birlikte sekteye uğrar. Oysa mutmainlik, tam bir gönül ve akıl birlikteliğidir. Anlamın doruk noktasıdır. Ömrün, aşkın gücün teslimiyet çağrısına verdiği olumlu yanıtın öteki adıdır. Olumsuzluklar mutluluğu öldürebilir; ancak ruhun mutmain oluşunu hiç bir olumsuzluk öldüremez. Çünkü bu dünya hayatı, huzurun daim olamayacağı kadar kısadır. Bu yüzden ikamesi sınırsız yatırımlar sonsuz hayatın var olduğu yerlere yapıldığı vakit aslında iç dünyanın huzur semtleri inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bu da ancak kalbin kalıcı sevinçler ile dolmasıyla mümkündür. Ruh, asıl mekanına uyumlu beslendiği vakit, kalp ve akıl bozulmamış eylemlerle koruma alanına alınmaya başlanacaktır.
Hedefine ulaşmada sürekli bir arayış içinde olan insan, her seferinde yeni hamlelerle yeni arayışlara koyulur. Oysa sınır denen bir gerçeklik var. Ve sınırın varlığı, uzayıp giden uzakların varlığını işaret ediyor. Sınırın öte tarafında tam da ömrü boyunca arayış içinde olan kalbin anlam bulduğu ve doyuma eriştiği mükemmellik var.
Aslında insanın mutlak mükemmellik arayışları sonsuzluğa susamış gönlün ruhun teskin edici dünyasını anlamaktan geçiyor. Anlamdan yoksun arayışlar, tüketimi üst düzeyde yaşamanın özgürlük olduğu yanılgısını taşırlar. Rutin halini almış davranışların esiri olmaktan ötürü kendisini özgür sanan fakat gerçekte ruhunu hapseden bir köle olduğunu bilmemektedir.
Cennet öteki dünyanın gerçeğidir. Ötekine ulaşma çabası insanı ayakta tutan güçtür. Bu, insanı amacına yönelten bir güçtür. Çünkü insan, amacı olmadan yaşamaya başladığı an gücünü kaybeder ve karmaşık yaşam sürmeye başlar. Cenneti bu dünyada yaratmaya kalkışmak, kusurların hüküm sürdüğü güzelliği meydana getirmeye çalışmaktır. Kusurların ön planda olduğu bir güzelliğin insana haz vermesi imkansız olduğu gibi yeryüzü cenneti de ancak hazzın, tüketimin, hırsın ve doymamış yığınların yapay binası olabilir.
Cennet kusursuzluğun somut halidir. Kusursuz iradenin mükemmel ülkesidir. Güzel amellerin karşılık bulduğu ve doyuma eriştiği sofradır. Cennet, hepimizin fikir dünyasında beslediğimiz ve olgunlaştırıp yaşamsallaştırdığımız eylemlerle oluşur.
Gecenin soğuk yüzü, iyilerin dışarıdan içeriye hicretiyle başlar. Alanlardan fikrin çekilmesi, ortaya çarpık yaşantıların çıkmasına neden olur. Bu yüzden meydandan, sonsuz hayatın çağrısı çekilmemelidir. Cennete çağıran sesler susturulduğunda yıkık hayatlar ve kirli dünyaları geçici cennet diye zihinlere kazımayı amaç edinen yüzler çıkar. Böylece huzursuz evlerden dışarıya çoklu kişilikler eşliğinde kararmış bedenler çıkar. Bunun neticesi de kokuşmuş toplumların oluşmasıdır. Başka bir deyişle, yorgun sokakların dinlenme vaktine bırakılma düşüncesiyle terkedilmeleri, iyilerin kendi evlerine yolculuğu ile başlar. İyilerin alandan çekilmesiyle kötüler gecenin en koyu ve sessiz anında kalabalıklaşıverirler. Gecenin kalbi bu andan itibaren yaralanmaya başlar. Çünkü meydan, kötünün sinsi amellerine müsait olmaya başlamıştır. Bütün kirli ameller kurnaz emellerin neticesidir. Ve işgal, gecenin arsız darbeyle iktidara konması sonucu hız kazanır. İlk yenilgi gündüzün, sessizliği tanımasıyla başlar. Yabancı fikirlerin tedricen zihinlerdeki ana renk temasını oluşturmasına direnen bir toplumun yoksunluğu, ölü beldelerin doğmasına neden olur. Kendi olmaklığını bir başkasının emelleri uğruna erteleyen avare kişiliklerin doğum mevsimi böylece başlamış olur. Bunun mağlubiyetteki karşılığı, cennet davasında yara alıp savaşın mağlup tarafı olduğunu haykırmaktır. Kalbin ebediyetten vazgeçip geçici olanı mekan edinmesiyle yenilgiler çığ gibi büyümüş olacaktır. Bu, ruhun yabana atılması durumudur. Gittikçe uzayan karanlık gecelerin insan üzerindeki yaralayıcı baskısı da böylece başlamış olacaktır.
Kalbin, kavrayış dünyasının merkezi noktasından soyutlanması çabası, beyhude bir hakikati arayış yenilgisidir. Amaçsız bir yönelme, neyin arandığına dair herhangi bir fikrin olmadığı mağlubiyetler dünyasında nefes almak gibidir bu durum. Bir başka fikrin yönlendirdiği bir toplumda kaliteli, diri ve üretken fikirler doğamaz. Zira o toplum kendi olmayı başaramamış ağır yenilgiler toplumudur. Üretken olmak için fikir dünyasında galip gelmenin şart olduğu bu çağın acı gerçeği kendi olmayı; yani özgünlüğünü koruyabilmeyi hedef haline getirmenin öncelenmesidir. Büyük bir ilmi yetkinliğin akıl, kalp ve ruhun uyumu ile korunabildiği kesindir.
İnsanın güncel durumunda sürdürdüğü yaşantısının kalitesini ve duruşunu uzaklaştığı düşünce ve inancın değeri belirler. Uzaklaştığı fikrin yabancılığı, bulunduğu yeni konumundaki terkleridir. Sahiplendiği, kabullendiği ve yaşantısını sürdürdüğü yeni anlayışın doğruluk ile yanlışlığı; iyilik ile kötülük hasletleri arasındaki farklılıkların bir tarafında temsiliyeti vardır. Dolayısıyla aslında insan, terkettiklerinin acısını çektiği kadar pişman; yenilerini sahiplendiği kadar rahattır. O, geriye dönüşe olan özlemi dindirme isteği kadar ilerleyebilirken, geride bıraktıklarının kendisinde oluşturduğu izler kadar kendi içine saplanmıştır. Geçici olanın bağrında saplanıp kalma, kalıcı hayata olan özlemi baltalayacaktır. Geçici hazların terki ise huzur bahçesinin yolunu açacaktır.
Dünden kalma yorgunlukların sarmalından kurtuluş azmi, kişide yeni bir dirilme hikayesi doğmasını sağlayacaktır. Geleceğin endişe yüklü düşünceleri ise yorgunluklar çogaltacaktır. İnsan, yorgunluğundan ve endişelerinden, geçici hayata köle olmayı reddedip kalıcı hayata odaklandığında kurtulabilir. Çünkü fıtrat, asıl mekanında özgürdür. Özgür ruhun ise endişe ve yorgunluktan sıyrılması kolaydır.
İnsan, olmak istediği hal üzere adım atmalı ki isteği samimiyetle ölçülsün. İstemek için irade ve hareket gerekir. Gayret, bu isteğin ciddiyet halidir. Ruhun asıl mekanına hicret, dünyadaki gayret ile gerçekleşir.
Kadir Çiçek/Her Taraf