Necran Hıristiyanları Hazreti Peygamber ile görüşmek üzere Medine’ye gelmiş ve taleplerini iletmişlerdi. Resulullah bu kişilerin üzerindeki şatafatlı kıyafetleri görünce görüşmeyi kabul etmedi. Durumun farkına varan kişiler daha sonra sade kıyafetlerle geldiler ve görüştüler. Lüks ve gösterişe önem veren Necranlı Hıristiyanlar Kur’an’ı benliğinde taşıyan Peygamberi şaşalı görüntüleri ile etkileyebileceklerini düşündüler. Fakat Allah Resulü ne gençlik döneminde ne de nübüvvetten sonra dünyaya hiçbir şekilde meyletmemiş, yaşamında tevazua büyük önem vermişti.
Sekülerizmin çarkına takılan ve burada öğütülen kişilerin karakteri geçmişte ne ise bugün de aynı olmuştur. Onlar için sizin sahip olduğunuz ahlaki değerlerin hiçbir önemi yoktur, onlar sizin cebinize ve görüntünüzdeki şaşaaya bakarlar. Onlar manaya değil maddeye odaklanır ve her şeyi görünen yönüyle değerlendirirler.
Necran Hıristiyanları gösterişli giysilerle geldiklerinde Efendimiz bundan rahatsızlık duymuş ve görüşmek istememişti. Fakat ne yazık ki, günümüzde sekülerleşen Müslüman müsveddeleri elde ettikleri ekonomik imkânlar üzerinden ahkâm kesmekte ve kibirli tavırları ile kasılarak yürümekteler. Üstünlüğün takvada olduğunu vurgulayan Resulullahın aksine onlar markalı giysilerle endam ediyor, edindikleri menkuller üzerinden üstünlük taslıyor ve tevazu sahibi olmayı güvensizlik olarak değerlendirip aksi bir yöne doğru sürükleniyorlar. Peki, bütün bunların sonucunda en oluyor? Kendilerini muhafazakâr dindar olarak gören kesimler, tevazu, şefkat, adalet, paylaşım ve hakkaniyet gibi değerleri küçümseyerek hak ihlalini meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Fertleri sadece dış görüntüleri ve variyetleri ile değerlendiren bu Müslüman müsveddeleri bir sabah Resulullah kapılarını çalmış olsa öyle zannediyorum ki kapıyı kapatıp onu beğenmedikleri yoksullar mesabesinde değerlendirecekler…
Tevazu her insanda güzeldir ancak bu hasletin âlim, lider, yönetici ve topluma öncülük yapan kişilerde olması elzemdir ve daha da güzeldir. Fakat ne yazık ki bizler bugün Müslüman siyasetçileri kollarındaki fahiş paralarla alınmış saatleri, edindikleri devasa servetleri, kullandıkları trilyonluk makam araçları ve kibirli tavırları ile tanıyor ve biliyoruz. Toplumun din âlimi olarak gördüğü kimseler ise devlet erkânına yalakalık yaparak bu durumdan nemalanmaya çalışmaktalar. İslam coğrafyasının maruz kaldığı işgallere, düşmanın kim olduğuna toplumda yaşanan ahlaki kokuşmuşluğa dair hiçbir yorum yapmayan, yapamayan, kötüye kötü demekten kaçınan âlim bozuntularının seslerini sadece mezhep ve meşrep ayrımını tetikleyen açıklamalar yaparken ya da tuttukları parti için oy isteyip, yöneticilere yağ çekerken işitebiliyoruz. Bugün âlimlerimiz, siyasetçilerimiz, topluma öncülük yapan şahsiyetlerimiz hangi çizgide yürüyorlarsa onları taklit eden halk da aynı çizgide yürümekteler.
İmam Gazali kibrin afetlerine kuvvetle vurgu yapar ve kibirli kişinin farkında olmadan Allah’a düşmanlık yaptığını ifade eder. Zira büyüklük yalnızca Allah’a aittir, insan ise aciz ve ölümlüdür. Gazali’ye göre kibir kişinin bütün olumlu hasletlerini silip götürür ve onu manevi yoksulluğa sürükler. Yani bu durum insan için değerlerin iflası demektir. Düşünün yaşam boyu kazandığınız bütün erdemleri bir anda kaybediyor ve yoksullaşıyorsunuz. Bu sizin işinizde iflas etmenizden daha mı önemsiz?
Kibir sahibini yoksullaştıran bir haslettir. Kibrin karşıtı olan tevazu ise kişide merhamet, dayanışma, paylaşım, affedicilik gibi değerlerin gelişmesine yardımcı olan bir değerdir. Kibir sahibini mahrumiyete sürüklerken tevazu zenginleştirir.
Fatma Tuncer