وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكاً لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ
Ve eğer O’nu (peygamberi) bir melek kılsaydık, elbette O’nu yine bir erkek (suretinde) kılardık ve onları yine düşmüş oldukları şüpheye düşürürdük. (En’am Suresi 9. Ayet)
Bütün mesele, insanın vahyi, vahyi tebliğ eden nebîyi doğru anlaması ve aynı doğrulukla Allah’a teslim olmasıdır. İnsan şeytanın ve nefsinin fısıldadıklarını reddederek, Allah’ın çağrısını işitir işitmez itaat yolunu tutmayınca kendince bahaneler uydurarak, Allah’a muhalefet safına geçebilmektedir.
En’am suresi söze, kafirlerin kendilerine gelen ayetlerden hiçbir geçerli sebep olmaksızın yüz çevirdiklerini, kendilerine hak geldiğinde küfrü inadi ile yalanladıklarını bildirerek başlamaktadır. Allah, insanı düşündürücü şu temsili de vermektedir: Biz kâğıtta yazılı bir kitap indirsek de elleriyle ona dokunsalar kâfirler yine teslim olmazlardı. Akıllarına gelen ilk itiraz şu olurdu: Bu bir sihirdir! Sonra da bütün şirretliklerini kuşanarak, Muhammed (as)’a neden bir melek indirilmedi diye sorarlardı. Allah’ın cevabı şuydu: Eğer biz bir melek indirseydik iş bitirilmiş olur, kendilerine göz açtırılmazdı.
Cenabı Hak, eğer Rasûlü bir melek yapsaydık (melek elçi gönderseydik) onu erkek yapardık ve müşrikleri düştükleri kuşkuya yine düşürürdük buyurmaktadır. (En’am, 9). Çünkü Allah’ın yasası bunu gerektirmektedir. Belki de müşrikler melekleri kadın suretinde tahayyül ediyorlardı. Allah ise elçiyi meleklerden yapsaydı, o yine erkek suretinde bir elçi olacaktı ve bundan da müşriklerin şaşkınlığı zail olmayacaktı.
Şu hâlde Rasûlün insanlardan bir insan -ve erkek- olmasında yadırganacak bir durum yoktur; tıpkı Kur’an’ın, kağıtlara yazılmış olarak değil de söz olarak gelmesinde de yadırganacak bir durum olmadığı gibi. Keza Rasûlün beşer olması da anlaşılmayacak bir durum değildir. Yeryüzünde hayat sürenler beşer olduğu için Allah beşer elçi göndermiştir.
Allah’ın, Rasûlullah Muhammed (sav)’den önce gönderdiği rasûllerin hepsiyle alay edilmiştir. Demek ki sorun rasûllerin erkek mi dişi mi, melek mi insan mı olduklarıyla ya da vahiy kâğıtta mı gelmeli, kağıtsız mı tartışmalarıyla ilgili değildir. Sorun, insanın Allah’a, Rasûlüne ve vahye iman etmekten kendini müstağni görüp, kibirlenmesinde düğümlenmektedir. İnsan kendini kendine yeterli gördüğü için tağutlaşmaktadır.
Elçinin nasıl bir varlık olacağı, cinsiyeti, Kur’an’ın geliş biçimi vb. tamamen Allah’ın takdirine bağlıdır. İman, bu konulardaki her ‘sorun’u çözer. Vahiy -faraza- 21. yüzyılda gelseydi “Tanrıyı kıyamete zorlayan(!)” insan bu sefer de belki Tanrıyı elçileri kadınlardan yapmaya zorlayacaktı. Hasılı insanın kuşkusu kendindendir. İman etmekte yüzü olmayan insanlar küfretmek ve Allah’a şirk koşmak için sayısızca gerekçe bulabilirler. Ne ticaretin ne alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, salatı ikame etmekten ve zekâtı vermekten alıkoyamadığı, kalplerin ve gözlerin allak-bullak olacağı günden korkan ‘adamlar’ (Nûr, 37) ise Allah’tan gelen Nûr’a teslim olmakta bir an bile tereddüt etmez, iman ederler.