Güney Afrika’nın Filistin adına bir adım öne çıkması son yılların en önemli hadiselerinden biridir. Güney Afrikalılar bizde de Nelson Mandela’nın mücadelesi ile tanınıyordu. Aslında Güney Afrika, 1980’de Yeryüzü Yayınları arasında çıkan “İmamın Öldürülüşü” adlı kitap ile gündemimize girmişti. O zamanlar Güney Afrika’da İngiliz kolonyalistleri sistemin bütün unsurları ile hâkim durumdaydı. 19. yüzyıl İngiliz kolonyal mirası bu müstemleke ülkesinde en acımasız bir şekilde devem ettiriliyordu. Fakat kitabın yayımlandığı yıllarda Türkiye’de, bu nitelik üzerine çok fazla durulmadı. Çünkü Avrupa medeniyeti, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi konu başlıkları gündemi tamamen dolduruyordu. Hâlbuki öldürülmesinden çok kısa bir zaman sonra Abdullah Harun’un mücadelesinden haberdar olmuştuk.
Devirler değişti ve Güney Afrikalılar Filistin için İsrail’i ve neredeyse bütün Batı dünyasını tekrar karşısına aldı. Bugün Güney Afrikalıların İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanmasına sebep olması, zannettiğimizden çok daha önemlidir. Geçen haftaki yazımızda “Neden Güney Afrika” sorusunun cevabını vermeye çalışmış; İsrail, ABD ve İngiltere’yi bir araya getiren sistem üzerinde durmuştuk. Bu bağlamda Güney Afrika ile Filistin arasındaki benzerlikler de görülmeye başlandı. Bu vesile ile Güney Afrikalıların mevcut davada dolaylı olarak İngiltere ve ABD’nin yargılanmasını sağladıkları da zamanla anlaşılacaktır. Bu açıdan Güney Afrikalıların adımları dikkatle incelenmelidir.
Anadolu Ajansı’nın bildirdiğine göre Güney Afrika’nın hukuk ekibinden İrlandalı avukat Ni Ghralaigh davayla ilgili olarak şunları söylüyor: “Gazze’deki soykırım, cep telefonlarımıza, bilgisayarlarımıza ve televizyon ekranlarımıza canlı olarak aktarılan Filistin halkına yönelik soykırımın dehşetine rağmen kurbanlarının dünyanın bir şeyler yapabileceği umuduyla kendi yıkımlarını gerçek zamanlı yayımladıkları tarihteki ilk soykırım oldu.” Gerçek zamanlı soykırım tespitinin içinde Güney Afrikalıların geçmişte yaşadıklarının izlerini görmemek mümkün değil. “İlk” sözcüğü ile kendi tarihlerinin acılarına atıf yapıldığı çok açıktır.
Anadolu Ajansı’nın aynı yazıda haber verdiğine göre Birleşmiş Milletler Filistin Özel Raportörü İtalyan Francesca Albanese, İsrail’e karşı soykırım davası açan Güney Afrika’yı övüyor ve X hesabında şunu paylaşıyor. “Afrikalı kadın ve erkeklerin insanlığı ve uluslararası hukuk sistemini kurtarmak için çok sayıda Batılı ülke tarafından desteklenen ve mümkün kılınan acımasız saldırılara karşı verdiği mücadeleyi izlemek, içinde bulunduğumuz dönemi tanımlayacak görüntülerden biri olarak kalacak. Ne olursa olsun bu olay tarihe geçecektir.” Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa da UAD’da İsrail’e karşı açtıkları soykırım davasıyla ilgili olarak “hukuk ekibimiz Lahey’de davamızı savunurken bugün hissettiğim kadar hiç gurur duymamıştım” diyor. Bu ifade de geçmişe atıflarla doludur.
UAD’daki dava devam ederken ABD DışişleriBakanı Bilinken, “İsrail kışkırtılmasaydı bunlar yaşanmazdı” dedi. Aslında 7 Ekim’den sonra Türkiye’de en yaygın görüşlerden biri buydu. İngiltere, ABD ve İsrail’in gücü karşısında bir şey yapılamayacağına inanan çok kişi Filistinlilerin İsrail’i kışkırttığını düşünmüştü. Görüşlerdeki bu paralellik de ilgi çekicidir. Fakat bundan daha ilginç olan, İsrail’in savunmasını aynı görüş üzerine oturtmasıdır. İsrailli temsilciler soykırımın bütün suçunu Hamas’ın üzerine attı. Hamas’ı İsrail’i kışkırtmakla suçladılar. “Hamas savunmaya geçmeseydi bunlar olmazdı” dediler. Hatta daha ileri giderek Hamas’ın sivilleri savunamadığını bile söylediler. Bunlar İsrail’in savunmasında dikkat çeken yeni bir cümlenin olmadığını göstermeye yeter. İsrail tarafı Filistinli sivilleri savunmak için operasyon yaptığını söylediğinde herhâlde güçlü görünme isteğini dışa vurdu.
Eskiden İsrail ne yaparsa yapsın, dışarıdan yükselen itiraz sesleri yerinde boğulurdu. Bu sebeple İsrail bütün katliamlarını, soykırım suçlarını sürekli olarak kendini savunma hakkı çerçevesine oturturdu. Muhtemelen bu alışkanlığın bir sonucu olarak Gazze’de küçücük çocuklara varıncaya kadar öldürdükleri masumların geride bıraktığı büyük acıların üstünde sırıtkan fotoğraflar vermekte bir sakınca görmediler. Fakat Güney Afrikalılar dünyanın değişmekte olduğunu onlara bir daha göstermiş oldu. İsrail’in bütün dünyanın karşısına oldukça zayıf bir savunma ile çıkması bu değişimin bir göstergesidir. Büyü bozuldu. İsrail miti çöktü.
İmam Abdullah Harun’un torunları Anglosakson kolonyal sistemini yargılıyor.
Yeni Şafak / Selçuk Türkyılmaz