Her toplumda meselelere vukufiyeti olan, hadiseleri derinliğine kavrayıp değerlendiren zihinler vardır. Bunlar algılama grafiğinin en üst noktasını, yani tavanını teşkil ederler. O birikim ve aklıselim sahibi zihinlerin sayıları azdır ve fakat etkileme kapasiteleriyle toplum idrakine seviye kazandırırlar. Aynı tablonun bir de dip noktası vardır ki, orası en basit yargılarla, en ucuz fikirlerle, klişe tekerlemelerle teşekkül eder ve bu türden bir muhakemesizliği, cehaleti, şuursuzluğu temsil eden birileri her zaman her toplumda bulunur.
Toplumun zihniyet grafiğini aşağıya doğru çeken bu dip katmanın kalınlığındaki her artış, o toplum için büyük bir tehlikenin habercisidir. Çünkü bu toplumun zihinsel gidişatını kötü etkileyebilecek, dengeyi menfi yönde bozabilecek bir gelişmedir. Durumun ne ölçüde tehlike arzettiğini tespit edebilmek için toplumsal algılama grafiğinin alt ya da üst noktalarına bakmaktan çok, toplumsal algılama vasatının nerede oluştuğuna bakmak icap eder. Çünkü o vasat, toplumun gidişatına ilişkin en genel, en kapsayıcı, en bağlayıcı ifadeyi bulabileceğimiz, mevcut ahval hakkında en gerçekçi cümleyi kurabileceğimiz yerdir.
Endişemiz o ki, bugün memleketimizde iyi ihtimalle kötü ihtimal arasında bir denge noktasına konması gereken vasat çıtası iyi ihtimalden hızla uzaklaşır, kötü ihtimale hızla yaklaşır bir vaziyet arzeder hale gelmiştir. Birikim ve aklıselim sahibi zihinlerin söylediği sözler, ifade ettiği kanaatler kuru gürültüye kurban giderken, nefsaniyetini bilgelik zanneden cahil cüretkarlıklarıyla toplum oraya buraya savrulmaya başlamıştır. Her türlü savrulma hali, zeminsizliğin, kaidesizliğin, bilgisizlik ve irfansızlığın tezahürü olarak görülmeli, bunun muhasebesi layıkıyla yapılmalıdır. Ancak bizzat şu durduraksız savrulma halinin kendisi, her türlü muhakeme ve muhasebeye manidir.
Zihinsel gidişatımızın grafik tablosu açık ve seçik olarak, idrakin düşüşüne ve nefsaniyetin yükselişine işaret ediyor. Doğrudan cehalet demiyoruz, çünkü günümüzde yaygın olduğu şekliyle cehalet de aslında nefsaniyetten doğar. Dikkatle bakarsak, hayatımıza sonradan giren bütün modern araçların kozlarını nefsaniyetimiz üzerinde oynadıklarını ve şuurumuzu zayıflatarak güçlendiklerini görebiliriz. Bizi sahip olduklarımızın bağımlısı, henüz olmadıklarımızın kölesi kılan bir düzen kurdular. Heveslerimizin esiri, arzularımızın tutsağı kıldılar. İnsanlığımızda düşürdükleri ilk cephe idrak cephesidir. Bu kurgu gürültülerin muhakeme ve muhasebeye galebe çaldığı yerdir. O günden beri nefsaniyet her birimizin içinde adım adım ilerliyor.
Nefret, hakaret, şiddet, nobranlık, iftira, dedikodu, yargılama, suçlama, aşağılama, hakkaniyetsizlik ve saire… Bunlar toplumun en kötülerinin değil, toplumsal insan vasatının, yani sıradan insanın hayatına sızmış, orada yer tutmaya başlamış sinsi, çürütücü, tahrip edici, uyuşturucu davranışsal ifrazatlardır. Modern araçlarla, insan duygu ve düşünceleri üzerinde oynanan karanlık oyunlara ne yazık ki mukavemet gösteremedik ve kaybettik. Kötülüğün piyasa kurumları kendilerine en uygun ‘müşteri’yi dizayn etmeyi başardılar.
Her sabah dünyadaki milyonlarca insan, adeta birer robot, birer android gibi kalkıp, şuursuzca klavyelere, ekranlara kilitliyor, zincirliyor kendini. Ve sonra gecenin bir yarısına kadar kötülüğün birer memuru olarak nefis tokluğuna canhıraş bir mesai… Linç, hakaret, iftira, infaz, yargılama, üste çıkıp nefis kabartmak adına milyon çeşit polemik, karalama… Bunun neresi hayat, bunun neresinde hayat?
Yazık hepimize; zaman ve insan, insanlık tarihi boyunca belki de hiç bu kadar israf edilmemişti!
Yeni Şafak / Gökhan Özcan