Barış Yarkadaş, şu meşhur 10yearschallenge şeysi kapsamında Lübnanlı bir porno oyuncusunun başı kapalı ve açık fotoğrafı kullanılarak servis edilen “özgürleştim diye linç edilmem değil mi?” kurgusal tweetini dolaşıma sokunca hiç şüphem kalmadı. Bu son zamanlarda BBC eliyle ve twitter marifetiyle yaygınlaştırılan “başımı açınca özgürleştim” kampanyası tam bir operasyondur.
Deyin ki bana “niçin Barış Yarkadaş dolaşıma sokunca inandın?” Ben de size “lise öğrencilerinin okuma gruplarından rejim krizi çıkarmaya çabalayan Barış Bey sanırım seviyor böyle işleri” diyerek kapatayım o bahsi.
Önce bir konuda anlaşalım. Tesettürün yani bedenin Allah’ın izin verdiği sınırlar dışında kalan bölümlerinin gösterilmemesinin Müslümanlara farz olduğuna inanıyorum. Kadın tesettürünün şekli konusunda ise yaygın ve “gelenekli” olana itibar ediyorum. Yani “bileklerden itibaren eller, yüz, bileklerden itibaren ayaklar dışında kalan beden bölümlerinin mahremi olmayanlara gösterilmemesi” olarak algılıyorum kadın tesettürünü.
Anlaştıysak devam edelim. Tesettürün, fakat daha da detayda başörtüsünün, “Müslüman ve özgür kadınların sembolü” olduğunu öğreniyoruz tarihten. İslam tarihinin hiçbir döneminde gayrimüslim, köle ya da cariye kadınların örtünmesi söz konusu değildi. Dolayısıyla başörtüsü bu yanıyla Müslüman ve özgür kadını Müslüman olmayan köle kadından ayırıyordu. Bugün elbette aynı normatif bakışla ilerlemiyor başörtüsü durumu.
“Başımı açınca özgürleştim” kampanyasının ise bu kadim durumla hiç ilgisi yok elbette. “Özgürleşme” kavramı daha çok “dini zorunlulukların insanda oluşturduğu manevi baskı ortamından kurtulup dilediğince sekülerleşme” olarak sunuluyor kampanyada. Dans etmek, şarap içmek ve benzeri unsurların bolca kullanıldığı bir kampanya dilinden söz ediyoruz zira.
Şuradan devam edelim. Ülkemizde yetişkin bir birey, başını örtmek-açmak konusunda bütünüyle ihtiyar sahibidir. İsterse açar, dilerse kapatır. İsterse önce açar, ardından kapatır. Dilerse önce kapatır, ardından açar. Üstelik isterse bu kararlarının her birini kamusal alanda çeşitli cümleler eşliğinde paylaşabilir. Dolayısıyla, pek ihtimal vermemekle birlikte, bu kampanyanın etkisiyle samimi olarak aldığı bir kararı toplumla paylaşma gereği duyan biri olduysa onlarla ilgili sorun sayım “sıfır”dır. Bana nedir. Açılsa da bana nedir, kapansa da bana nedir, bunu ilan etse de bana nedir, etmese de bana nedir.
Benim derdim, bu kampanyanın tuhaf ötesi dili ve önermeleri iledir.
“Kadın özgürleşmesi” kavramının bugün bütün sınırlarını modern/seküler dünyanın belirlediğini ayrıca konuşmaya lüzum yok elbette. 20. yüzyılın bütün bir feminist külliyatı, modern kadın hareketleri ve benzeri unsurlarla belirlenmiş bir alandan söz ediyoruz “kadın özgürleşmesi” derken.
Meseleyi biraz daha derinleştirerek devam etmek gerekirse aslında “özgürleşme” kavramının bizatihi kendisi hümanizm ve materyalizmin ilmek ilmek dokuduğu “kutsalsız hayat” fikrinin doğal bir sonucudur. “Baba otoritesini, aile otoritesini, toplumsal normları geçerek ilerlemek; finalde göksel/kutsal otoriteyi ve normları da reddederek özgürleşmek… Dahası da var. Böylesi bir “özgürleşme” tanımının dışında kalan bütün “özgürleşme” tanımlarını da reddetmek, ötekileştirmek ve boğmak.
Dağıtmayayım. Derdim şu: Bir kadına başörtüsünü çıkararak özgürleşebileceğini vaz’etmek sekülarizmin çektiği planlı bir numaradır. 2010’lu yıllar boyunca tüm dünyada bütün bir yayın dünyasının başat meselesinin “Müslüman kadınlar ve kadın hakları” olması da boşuna değildir, BBC’nin “açılınca güzelleştik” konulu dosyalar yapması da boşuna değildir, 10yearschallenge şeysi üzerinden “başını açıp şarap içen kız” kodlaması yapılması da boşuna değildir.
Dertleri Müslüman kadınlarla, Müslüman erkeklerle falan değildir. Dertleri topyekûn bir “tehdit algısı” olarak gördükleri İslam iledir.
Dolayısıyla 10yearschallenge ile “hadis usulü yalan söylemenin yöntemidir” cümlesinin kurulmasını yan yana okumadan doğru anlayamayız meseleyi. Ahundov’u imdada çağıran adamla Aliya’yı yıpratmaya çalışan adamın yapmaya çalıştıklarını yan yana düşünmezsek ıskalamış oluruz meseleyi.
Bugün, dünyaya “değişik bir şey” söyleme ihtimali olan yegâne topluluk -hepimiz bunun farkında değilmişiz gibi davransak da- Müslümanlardır ve küresel kapitalist düzen bundan nefret etmekte, bulabildiği her fırsatla ön almaya çalışmaktadır.
Küresel kapitalist dünyanın derdi de umuru da başörtüsü değildir. Kendi varlığının devamını “sekülerleşme, daha da sekülerleşme, pür sekülerleşme” olarak belirlemiş bu lanetli düzenin aklı tek bir şeye erer: “Herkes tamı tamına benim onlara kodladığım gibi düşünürse benim gemim asla batmaz.”
Barış Yarkadaş’ın, BBC’nin, aptal FETÖ mensuplarının falan alet olduğu düzen işte o düzendir, başkası değil.
Yeni Şafak / İsmail Kılıçarslan