‘Hasan el-Bennâ’yı Yeniden Okumak’ kitabını özetleyen tanıtım yazısı çerçevesinde oluşan kimi tepkiler vesilesiyle böyle bir açıklama yapma gereği hasıl oldu.
Oldum olası, internet ortamında birtakım fikirler bağlamında kısır çekişmeler yapılmasından hazzetmiyorum. Bu ortamlardaki tartışmaların herhangi bir yararı olduğuna da inanmıyorum. Fakat tartışmaların içine de zaman zaman bilmecburiye dahil olmaktayım. Bu verimsiz ve herhangi bir usule dayanmayan tartışmaları -genel olarak- Kur’an’ın o eşsiz benzetmesindeki ‘köpüğe’, makale ya da kitap çalışmalarını ise, köpüğün üzerini örttüğü kalıcı suya benzetebiliriz.
***
Öncelikle şu hususun altını çizmek gerekmektedir: Allah’ın Rasulleri dışında her insan eleştiriye açıktır; hiçbir insan eleştirilmez değildir. Bu, her insanın her sözünün, her yazısının, her iş ve eyleminin mutlaka eleştirilmesi gerektiği anlamına da gelmemektedir. Eleştiri, gerekiyorsa yapılmalıdır; gerekmiyorsa, laf olsun diye eleştirmek de fasid bir iştir.
Kuşkusuz eleştirinin de eleştiri denebilecek bir seviyede olması gerekir. Nasıl ki her adam adam değilse, her laf laf değilse, her eleştiri de eleştiri değildir. Eleştiri Allah için olmalı, bağcı dövmek için değil, üzüm yemek maksatlı olmalıdır.
Bu anlamda biz Müslümanların, hakkaniyetli eleştiriler yapabilmek ve yapılan eleştirilere yine hakkaniyetle cevap verebilmek için henüz daha fırınlar dolusu ekmek tüketmemiz gerektiği anlaşılmaktadır. Bizler ya tam bir ‘taraftar’/yandaş psikolojisi ile hareket etmekteyiz, ya da tam bir karşıt/müzmin muhalif psikolojisi ile…
Tenkid kelimesi, ‘nakid’ paranın sahtesini sahihinden ayırmak anlamına gelmektedir. Düşüncede sahte, çürük, işe yaramaz ve batıl olanı gerçek, yarayışlı ve hak olandan ayırt etme amacıyla yapılan tenkid ibadet mesabesindedir. Tenkid etmek, tıpkı daha verimli olması için ağaçların budanması, daha bereketli olması için malın zekatının verilmesi ya da daha üretken olması için bostanın çapalanması gibi salih bir ameldir. Elbette tenkid saldırı, hakaret, karalama ve yerden yere vurmadan başka bir şeydir. Bugün Müslümanlar olarak ciddiye alınan, çığır açıcı, gündem belirleyici bir düşünce üretemiyorsak, bunun bir sebebi de, tenkid zihniyetimizin zafiyetidir.
***
Hasan el-Bennâ’yı ve İhvan-ı Muslimîn cemaatini eleştirmek neden sakıncalı olsun?
Hasan el-Bennâ bizim mahallenin bir figürüdür. Gençlik yıllarımızda onun Risaleler’ini ve Hatırat’ını okuduk. Tıpkı Ali Şeriati’yi, Seyyid Kutub’u, Mevdudi’yi, Said Havva’yı, Humeyni’yi, Malik bin Nebî’yi, Ebul Kelam Azad’ı, Humeyni’yi, Said Nursi’yi v.b. okuduğumuz gibi. Bennâ’nın güleç yüzlü resimleri bize hep güven telkin etti. Onun düşünceleri, siyaseti ve fikirleri üzerine çevremizde bir ön kabul hissettik. Okuduğumuz eserlerini benimsemede bu ön kabulün etkisi oldu. Geçmişte Hasan el-Bennâ eleştirisi ya yapılmadı ya az yapıldı ya da biz yapılan eleştirilere vakıf olmadık veyahut da önemsemedik. Şimdi artık önümüze çok ciddi eleştiriler gelmektedir. Zehra Betül Güney’in kitabı bu ciddi eleştirilerden biridir. Bundan sonra bu eleştirilerin benzerleri gelecek gibi görünmektedir. Aslında hâlihazırda bu alanda ciddi bir tetebbuat da mevcuttur. Seyyid Kutub cezaevinde idam için infaz odasına götürülürken, onu görmek için pencereye koşuşan İhvan mensuplarının, “Cehenneme git Kutup!” diye bağırdıklarını Saleh el-Verdani de yazmaktadır. Fakat Müslümanlar olarak bu eleştirilere kulak vermek, anlayıp dinlemeye çalışmak yerine, yapılan eleştirileri değersizleştirmek, bunların arkasında birtakım komplolar aramak peşindeyiz. Oysa Kitabımız bize böyle bir tutum öğretmedi.
Komplo teorilerinin, nifak girişimlerinin, Müslümanların birtakım değerlerine saldırı, sataşma ve kuşku uyandırma çabalarının ötesinde, kusurlarımızı, ölümcül yaralarımızı bize hatırlatan eleştiriler vaki olamaz mı? Kur’an’ın tanıklığına göre müşrikler her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Müminler ise sözü dinleyip, hak olana tabi olmakla müşriklerden ayrışırlar.
Türkiye’de ehli kıble insanların öncülüğünde ortaya çıkan ‘Milli Görüş’ adındaki siyasi hareketi yöntem ve temel İslamî şiarlar açısından bazı Müslümanlar eleştirince, bu eleştirilere kulak asmak yerine, en kaba tabirle ‘siyonizm uşaklığı’ ile damgalanarak, susturulmak istenmişlerdir. Milli Görüş çizgisinin uzantıları bugün artık Türkiye’nin en yüksek idare mekanizmalarında oturmaktadırlar; siyaseten oldukça büyümüş durumdadırlar. Bu hareketi baştan itibaren hakikat adına eleştiren çabaların ise bugün gelinen nokta itibariyle, kitleler nazarında hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmaması, bu eleştirileri gerçekte de değersizleştirir mi?
Aynı zihin yapısıdır ki, Fetö gibi hareketler kitleler nazarında kabul görmüş, etrafına adeta bir kutsallık duvarı örülmesine yol açmıştır. Çünkü sevgi gözü kör etmektedir.
***
Hasan el-Bennâ ferdi olarak ‘salih’ bir Müslüman olabilir. İbadetlerinde, günlük virdlerinde çok titizlenmiş de olabilir. Yaptığı her işin, attığı her adımın kendince bir izahı da tabi ki vardı. Ama mesele İslam, İslamî düşünce, İslamî uyanış, İslamî hareket, İslamî cihad olunca, orada kişilerin iyi niyetinden ziyade, yol ve yöntemlerinin sağlamlığına, nebevî yönteme uyup uymadığına bakmak gerekmez mi?
Zehra Betül Güney’in kitabı, Hasan el-Bennâ hakkında çok ciddi tespitler ortaya koymaktadır. Yazar bunları gerekli kaynaklardan nakletmektedir. Bu bir tezdir, bir iddiadır. Bu tez/iddia şayet ‘amaçlı’, iyi niyetten yoksun ve haksız bulunuyorsa, o zaman bu tezin ilmî ölçüler çerçevesinde çürütülmesi beklenir. Oysa bu yapılmayıp, yazarın siyasi görüşü, sosyal medya denilen vasattaki birtakım paylaşımları v.b. gündeme getirilerek, top taca atılmakta, konu saptırılmaktadır. Bir yazarın kitabındaki fikirler, yazarın siyasi/ideolojik fikirleri bize uyuyorsa iyi, uymuyorsa kötü müdür?
Bir Amerikalı, Rus arkadaşıyla birlikte Moskova metrosunda tren bekliyorlarmış. Tren, tarifesinden beş dakika gecikmiş. Amerikalı, “bu ne biçim sistem, tren beş dakika gecikir mi?” gibisinden arkadaşına tafra yapmış. Rus’un cevabı hayli etkileyicidir(!) Diyormuş ki Amerikalıya, “ama siz de Kızılderilileri öldürdünüz!” Durumumuz buna benzememelidir.
***
İslamî düşünceyi ve dünyanın en ciddi işi olan İslamî hareketi hedefleyen İslamî uyanışı, pragmatizm hastalığından kurtarmamız gerekmektedir. Pragmatizm İslamî hareketin kanser tümörüdür. Müslüman, İslamî hareket hattını pragmaya göre değil, Allah’ın tayin ettiği temel şiarlara göre belirler. Sanıyorum Allah biz kullardan Mısır’da, Türkiye’de iktidarı elde ettiniz mi, en azından siyasette dengeleri değiştirecek ağırlığa sahip bir yapı olabildiniz mi diye sormayacaktır ama Allah’ın dinine göre hareket ettiniz mi diye mutlaka soracaktır.
Peygamberimizin “güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz…” resti doğru ise -ki doğruluğuna iman ediyoruz-, Hasan el-Bennâ’nın Mısır sarayının kralcıklarına ve Mısır hükümetlerinin başbakanlarına tabasbus etmesi yanlıştır. Rasulullah’ın bu tutumu ile Bennâ’nın tutumu, bir müslümanın koltuğunda ikisi birden taşınacak değerler değildir.
İhvan-ı Müslimin gibi bir cemaatin, hem de ilk mescidini inşa ederken, Mısır’ı işgali altında tutan ülkelerin Mısır’daki müdürlerinin verdikleri parayı alması, üstelik de, bize Kiliseye verdiğinizden çok az veriyorsunuz gibisinden sitem etmesi doğru bir hareketse, Rasulullah’ın mescid-i dırarı yıktırıp yaktırması nasıl bir harekettir?
***
Hasan el-Bennâ ve İhvan’la FETÖ arasında pek çok yönden benzerlik bulunmaktadır. Benzerliklere, söz konusu kitabı özetlediğim uzunca yazımda yeterince işaret ettiğime inanıyorum. Dolayısıyla burada onları tekrar etmeyi zaid buluyorum.
***
Hasan el-Bennâ’nın zaaflarını okumak beni sevindirmemekte, bilakis üzmektedir. Çünkü el-Bennâ’nın eleştirilmesi, bizim kendi ayıbımızla yüzleşmemizdir. Bu kadar çok ayıbımızın, derin kusurlarımızın olması elbette üzücüdür. Fakat bir açıdan da teselli etmektedir, o da şudur ki, bu derin kusurlarımızla yüzleşmeden, gelecekte sağlıklı bir İslamî yapı, sağlıklı bir İslamî hareket oluşturmamız mümkün olmayacaktır. Kusurlarımızı fark etmek de bir erdemdir. Ama sanki bu kusurları görmek istemiyor gibi bir tavır içine girebiliyoruz.
Dünyada bütün ‘Hasan el-Bennâ’lar’ eleştirilse de, Allah’ın dini asla küçülmez ve nakıs olmaz. İslam, onun müntesibi olduğunu beyan ve ikrar edenlerin hiçbirisinin kusurları yüzünden lekelenmez. Çünkü İslam Allah’ın tertemiz, ak-pâk dinidir. Bizler İslam’ı ne kadar Kur’an’a uygun şekilde anlar, hareket hattımızı ne kadar Sünnet-i Rasulillah’a uygun şekilde belirlersek, izzetimiz o oranda yüksek olacaktır. Aksi takdirde izzeti kralların, laik-demokrat başbakanların, İngilizlerin, Almanların ve Fransızların katında aramak gibi zillete düşmek sıradan bir iştir.