“Hak, Rabbinden (gelen)dir. Öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma.” (Ali İmran 60. ayet)
İnsan fıtratı için yaşanabilir bir dünyanın imkânı, Hak olanın muhafazasından ibarettir. Halk Hak’tan mahrum kalır da, Hak halk arasında itibarını kaybeder ise, insanlığı başına tahmin edemeyeceği felaketlerin gelmesi kaçınılmazdır.
Hak olandan uzaklaşanlar, öncelikle şahsiyetini kaybeder, daha sonra yaşadığı cemiyet ifsat olur. Hak olan ise, ancak Rabbimizden gelendir. Haktan yüz çevirenler, fertten topluma, insan onuruna ait değerleri yitirir. Adalet, ahlak, merhamet, muhabbet, sevgi, saygı, paylaşmak gibi birlikte yaşamanın vazgeçilmezleri olan değerler, Hakkın terkiyle yok olur.
Adalet ki, her şeyde Hakkın ölçülerini kabul etmektir. Adaletten maksat, Hakkın hakim olmasıdır. Her fert öncelikle bu değeri kendi nefsinde yaşamalıdır. Fertlerin toplamından meydana gelen cemiyet, her ferdin Hakka olan tutkusu kadar, Hakkı ayakta tutabilir. Hakka tabi olmayan fertlerin oluşturduğu cemiyetler, anbean selamet yurdundan uzaklaşırlar. Hak olandan uzaklaşan fertlerin cemiyetinde, adaletin nuru tecelli edemez. Zira adil fertlerden teşkil eden bir cemiyet adil, zalim fertlerden teşkil eden cemiyet zalim olur.
Toplumu idare eden iktidarların adaletle ve zulümle olan ilişkisi, toplumu meydana getiren fertlerin adaletle ve zulümle olan ilişkisiyle doğru orantılıdır. Kadim kural, ‘her toplum layık olduğu şekilde yönetilir’. İktidarın idare şekli, fertlerin istekleri ve beklentileriyle şekillenir. Hakka tabi fertlerin yöneticileri de, Hakka tabi olurlar. Hak olandan uzaklaşan fert ve cemiyet, adalet talebinde bulunamaz.
Ahlak ki; ancak Hak olanın tanımladığı ilkeler ışığında fıtri mahiyetini gösterir. Hak olandan uzak paradigmaların, beşeri olan dünya görüşlerinin tanımladığı ahlak, ne tanımlayana ne de bu tanımı meşru görene fayda sağlar. Dünden bugüne yaşadığımız ve ihtimal ki yarınlarda da yaşayacağımız ahlak buhranı, Hak olan değerin hayattan çıkarılmasıyla zuhur etmiştir.
Dünyada ve ahirette selamet yurdunun inşası ancak Allah korkusuyla tesis edilebilir. Alemin nizamı, Allah korkusuyla kaimdir. Haktan korkan, Hakka yönelir. Hakka yöneldikçe, halk hakiki saadete ve düzene nail olur. İnsanlık için asli fayda ancak bu yolla, Allah korkusunun kalplerde yer etmesiyle mümkündür. Yaratıcısına karşı dürüst olanlar, yaratıcısından merhametle muamele görür. Heva ve hevesine tabi olan fertlerin yaşadığı cemiyette, idareciler de heva ve hevesine göre tahakküm ederler.
Hakka tabi olan fertler, bulundukları cemiyeti de hakka tabi kılmak için gayret sarf ederler. İyiliği emir ve kötülükten nehiy, hakka tabi her olan ferdin, kendisine ölüm gelinceye kadar boynuna bir borçtur. Bu sorumluluk, ferde hakkın verdiği sorumluluktur. Bu mesuliyetten kendisini hiçbir zaman uzak göremez.
Her Müslüman kesin olarak bilir ki, bu dünyada en büyük nimet Müslümanlıktır. Müslümanlık ise, Hakka teslimiyet yolunda kahramanlıktır. Bu kahramanlık korku ve ümit arasında süren ömürlük mücadelenin genel adıdır. Bu mücadele sürecinde, hatır, gönül, kayırma, müdaheneye yer yoktur. Önüne çıkacak her türlü engeli korkmadan aşmak, bu yolda mücadele eden kahramanların vasfıdır. Zira Haktan korkan, halktan korkmaz. Allah’ın hudutlarını muhafaza için can siperane mücadele edilmezse, gönüllerde gayret-i diniye zayıflar ve zamanla kaybolabilir.
Hakkı egemen kılmak hususunda halktan korkanlar, halk korkusunu Hak korkusunun üzerine çıkarmış olurlar ki, bu dünya ve ahiret hüsranına sebep olur. Zaman geçer ömür bu hal üzere sona ererse, son demde nedametin faydası görülmez. İyiliği emir ve kötülüğü nehiy vazifesinde gösterilen gevşeklik, halk korkusunun Hak korkusuna galebe çalmasına vesile olur. Basit görülerek göz yumulan birçok şey, zaman gelir göz yumanlara göz açtırmaz. Yaşadığımız zaman olarak geldiğimiz eşik bu halin ete kemiğe bürünmüş halidir.
Hakkı egemen kılmak farizasından kaçınan fertlerin ve oluşturduğu cemiyetin, Hakkın nezdinde itibarı zedelenir. Dua ederler de duaları kabul olunmaz. Müslümanların Haktan yardım ummaları için, Hakka tabi olmaları zaruridir. Bu zaruretin icrası, Hakkın yardımını ortaya çıkaracaktır. Kendi aralarındaki ihtilaflarında dahi Hakka teslim olmayıp nefislerine tabi olanların, Haktan yardım beklemeleri ve yekvücut olma çabaları samimiyetsizliktir. Öncelikle Hakka tabi olduğunu zikredenler, halis niyetleriyle, nefislerini bir kenara bırakmalıdır.
Hududullah’ı çiğneyenleri, yaptıkları amellerden men etmek, aynı zamanda Hududullah’a halisane tabi olmanın mecburi sonucudur. Bu tabi oluş, takvanın gereğidir. Bu hasılayı ortaya çıkaracak olan ise, sağlam bir imandır. İman zayıflığı şeytani vesveselerin tahakkümüne sebep olur. Bu tahakküm zamanla her alanda kendisini gösterir. Dünyanın hayatın süslü görülmeye başlaması, yaşam tarzının değişmesi, davranış kalıplarının yeniden şekillenmesi, dost düşman telakkisi, imanın zayıflığının alametleri sonucunda ortaya çıkar.
İnsan Allah korkusuyla kalbini ihya ettiğinde, şeytan ve dostlarının şerrinden de korunur. Bu aynı zamanda Allah’ın rengiyle boyanmaktır. Allah’ın rengiyle boyananlara hiçbir zarar gelmez. Zira onlar Allah’ın koruması altındadır. Hak olana teslim olanlar, yeryüzünü Allah’ın boyasıyla boyamaya azmetmiş iman ehlidir. İyiliği emir ve kötülüklerden men etmek ve nihai hedef olarak yeryüzünde fitneden eser kalmayıncaya kadar mücadele, iman ehlinin vazifedir. Ve baki olan Haktır.
“De ki: “Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” (İsra Suresi 81. Ayet)
ALLAH RAZI OLSUN İNŞALLAH