İslam dünyası toplumları, daha çok içe doğru bir çöküş yaşıyor. Bilincin çöküşü ile başlayan bu çöküş, varoluşsal açmazlara neden olduğu için, bu açmazlarla hesaplaşmak-yüzleşmek yerine, toplumlarımız, duygusal popülizmlerle, faydacı popülizmlerle günü kurtarmaya çalışıyor. Duygusal ve faydacı popülizmlerin hakim olduğu toplumlarda, ahlaki ve entelektüel değerlerin krizi farkedilmiyor, ya da bir sorun olarak görülmüyor. Hıristiyan Siyonizmi ile, Yahudi Siyonizminin ideolojik egemenliği, küresel ölçekte küstah meydan okumalar gerçekleştirirken, Filistin ve Kudüs’ü sömürgeleştirirken, İslam toplumları hamaset gibi, milliyetçilik, mezhepçilik gibi, partizanlık gibi dar görüşlü-ufuksuz-bencil bağlılıkları tahkim etmek suretiyle, ortak İslami dili/bilinci, ortak İslami iradeyi imkansız kılan şizofrenik tercihlere “meşruiyet” kazandırmaya çalışıyor.
İslam toplumları, karşı karşıya bulundukları, çok ağır, çok derin sorunlar karşısında kuşatıcı bir “biz” bilinci-dayanışması gerçekleştirmeleri gerekirken, kendi bünyesi içerisinde, kimi politik masallar icat etmek suretiyle, “ötekiler” oluşturmaya çalışıyor. Paramparça edilmiş bir bünye üzerinde, güçlüler/emperyalistler/sömürgeciler istedikleri gibi çalışabiliyor, nasıl istiyorlarsa, bu parçaları o yönde yönlendirebiliyorlar. Bugün, emperyalistler, İslam ülkeleri/halkları/toplumları üzerinde, kendi kişisel mülkleri gibi tasarrufta bulunabiliyor. Ayrımcı bir modernleşme, ayrımcı bir evrensellik ideolojisi, halkla ilişkiler endüstrisi aracılığıyla bütün halkların algılarını etkileyebiliyor, çarpıtabiliyor, biçimlendirebiliyor. Çarpıtılarak biçimlendirilen algılar yoluyla, halkların kanaatleri ve tercihleri kontrol ediliyor.
İslam dünyası toplumlarında kitleler dar görüşlü-bencil-bağnaz bağlılıklarla malul bulundukları için, bu toplumlarda düşünce-kültür-ilahiyat hayatı, aydınlar-alimler-düşünürler, politik etki uyandırmayan, etkisiz, muğlak, tuhaf, belirsiz, politik duruş, tarz, tavır sergiliyor. Soyut eleştirilerle politik bir özne gerçekleştirilemiyor.
Tamamlanmamış bağımsızlıkların kronik hale geldiği toplumlarda, her bağımlılık özsaygımızı yitirmemize neden oluyor. Bu tür toplumlarda, gelenek yeniden inşaya izin vermiyor. Duygusal ve faydacı popülizmler yoluyla, toplumlarımızda bilinç ve anlam alanları hızla boşaltılıyor. Bilinç ve anlamlardan boşaltılan alanlar, propaganda ve çıkar alanlarına dönüştürülüyor.
Duygusal ve faydacı popülizmler, bilinçsiz bir kamuoyu oluşturdukları için, medya alanı bütünüyle kolonileştirelebiliyor, geleneksel ana akım eleştirel medyanın tayin edici etkisi aşınıyor. Profosyonel gazetecilik statükonun emrine-hizmetine girerken, amatör gazetecilik, yurttaş gazeteciliği aktivist-eleştirel-radikal işlevler üstlenebiliyor. Çevrimiçi alternatif medya, yurttaş gazetecilik, profesyonel gazetecilik pratiğini dönüştürüyor. Toplumlarımızda medya alanı bütünüyle kolonileştirildiği için, devletin-iktidarın istediği şeyleri, onların istediği kadar görebiliyoruz. Medya alanının kolonileştirilmesi sebebiyle, her tür içerik, ekonomik/politik/ideolojik doğrultuda yönlendirilebildiği gibi, bilgi de ideolojik tahakküm aracı olarak istismar ediliyor.
Gerçeğin sorumluluklarını üstlenmek ve bu konuda tarihsel sorumluluklar almak durumunda olan, siyasal/kültürel/entelektüel kadrolar, bu sorumlulukları gereği gibi yerine getirme otoritesine/iktidarına sahip olmadıkları için, ya hamasete başvuruyor, ya sistematik bir körlüğü seçiyor, ya da geleneksel baskı yapılarının söylemlerini harekete geçiriyor. İslam, biz Müslümanlara, etnonasyonel sınırları nasıl aşmamız gerektiğini öğretirken, İslami temellere, hassasiyetlere, bağlılıklara yabancılaştığımız için, yapay tarihsel-duygusal milliyetçilikleri içselleştirebiliyoruz.
Sorumlu olduğumuz şeylerle, yaptığımız şeyler arasındaki uçurumlar derinleşiyor.
Günümüzde, tarihsel bir hafıza kaybı yaşadığımız için, tarihsel çapta ahlaki bir öfkeyi, ahlaki bir infiali toplumsallaştıramıyor, somutlaştıramıyor, yeryüzünün ve tarihin bütün dehşetini yaşayan Filistinlilerin, Afganistanlıların, Iraklıların, Suriyelilerin, Yemenlerin vb.nın vicdanı olamıyor; uygarlaştırma misyonu adına Cezayir’de Müslüman halkın yok edilmesini, İtalyan faşist yönetiminin Libya’da yine aynı misyon adına gerçekleştirdiği soykırıma rağmen “uygarlaştırma misyonu” dili/söylemi/siyaseti ile ilgili, Anglosakson ırkının saflığı mitolojisi ile ilgili geniş kapsamlı entelektüel bir hesaplaşma gerçekleştiremiyoruz.
Toplumlarımızda isimler hep değişiyor, rejimler yapısal anlamda hiç değişmiyor. Rejimler yapısal anlamda değiştirilebilseydi, sorgulanmayan, sorgulanamayan kültürel tiranlıklar sorgulanabilir hale gelecekti. Kitle mitolojileri yoluyla edilgenleştirilen İslam toplumlarında, maruz bırakıldığımız her tür neoliberal/seküler/kapitalist dayatma ve dönüşüme sadece kimi”muhafazakar-romantik” klişelerle cevap vermeye çalışıyoruz, bu dayatma ve dönüşümlerin nedenleri-etkileri-tahribatı-sonuçları-mahiyeti ve niteliği üzerinde zorunlu olan çalışmalar yapmıyoruz. Toplumlarımızda politikanın kamusal bir sorumluluk ve etkinlik olmaktan çıkarılarak, partizanlık temelinde karşıtlıklara dönüşmesi, toplumsal/siyasal bünye içerisinde bulunan farklı unsurların çıkarlarını/beklentilerini uzlaştırmaya çalışmaması, toplumlarımızın siyasal yetersizlik, siyasal kadroların yetersizliği ile malul bulunduğunu adalet duygusunun aşınmasıyla doğrudan ilgili olduğunu bilmek gerekir. Günümüzde politik kadroların herhangi bir meta gibi pazarlanabilir olduklarını görmek, bu konuda çarpıcı bir örnek olarak kaydedilmelidir.
Günümüzde, toplumlarımızda ortak İslami bilinci şekillendiren değerler etkisini kaybediyor. Bu konuda çok ciddi gerilemeler yaşanıyor. Pek çok alanda nitelikli bir mücadele ikliminin/ortamının oluşturulması gerekirken, her alanın, hangi politik eğilim doğrultusunda olursa olsun, partizan troller tarafından işgal/istila edilmesi bir başka yetersizliğe işaret eder.
Atasoy Müftüoğlu