Gazze tufanı başladığından bu yana yaklaşık seksen gün geçti. Kimse Gazze’nin bu kadar direneceğini beklemiyordu. Tıpkı eskiden olduğu gibi bir aya kalmaz Gazze’de İşgalci İsrail’in topraklarına dahil olur ve ölenler öldüğüyle kalır kaygısındalardı insanlar. Ama hamdolsun ki böyle bir senaryo olmadı. Nice az toplulukların çok topluluklara galebe çaldığını bu savaşta da görmek nasip oldu. Yedi düvel hem askerleriyle, hem silahlarıyla, hem paralarıyla hem de stratejileriyle bir avuç Gazze’ye diş geçiremediler. Diş geçiremedikçe daha da hırslandılar. Daha çok bomba attılar ama halkın direncini kıramadılar. Sadece Gazze halkının mı! Elbette hayır. Tüm dünyanın içinde vicdan barındıran halkları İsrail’e ve Batı’nın yüzyıllardır öve öve bitiremediği “medeniyet”e lanetler okumaya başladı. Aslında zulüm tüm dünyada alenen belgelendi ve Batı’nın ikiyüzlülüğü net biçimde ortaya döküldü. Gazze, bizim sadece kalbimizin acıyan bir yarısı değil, öğretmenimiz, direnişi hatırlatanımız, öze dönüşümüze imkan tanıyacak bir iç yolculuğumuz… ve daha bir çok şeyi sıralayabileceğimiz mihenk taşlarımızdan biri olmayı başardı.
Her savaşta yahut afette ölenlere bir sayı olarak bakma alışkanlığımızı kaybetmiyoruz. Oysa her ölenin geride bıraktığı bir hayat var, onun hikayesi var. Ona geride üzülen bir aile ve yakın bir dost çevresi var. Biz stratejiler konuşuruz, yıkılan binaları, silahların adedini, türünü vs. Sonra haberlere kulak kesiliriz bugün kaç insan öldü diye. Oysa ölen sadece beden değil, onlar hikayeleriyle, özlemleriyle, umutlarıyla ölmüşlerdir. Eğer biz ölüme böyle bakabilirsek uykularımız daha çok kaçar, içimiz daha çok acır ve belki ayağa kalkmanın bir yolunu daha şiddetle ve daha içtenlikle aramaya koyuluruz.
Gazze, hepimiz için bir öğretmen mi yoksa gündem bulamadığımız, uğraşacak şeylerimiz olmadığı zamanlarda bir uğraş mı sadece! Bu soru da nereden çıktı diyebilirsiniz? Eğer bizim için öğretmense öğrendiklerimizin hayata yansıyan yanı nedir? Daha mı günahtan sakınan olduk, daha mı inancımızın peşinden koşmaya başladık, müslümanları daha mı affeder olduk, birbirimize karşı daha mı merhametli, küfre karşı daha mı hasım olduk? Elbette herkes birey olarak bu soruların cevabını kendinde biliyordur. Mesele şu ki Gazze kıyamete kadar çocuklarımıza anlatılacak ibretlik bir hikayedir. Direnişin, aşkınlığın, korkusuzluğun ve kenetlenmenin hikayesidir. Dünyanın tüm güç kullanımına rağmen, bir çok dost bilinenlerin Gazze’yi yapayalnız ve çaresiz bırakmalarına rağmen ve hatta ticari kaygılarla bütçemiz azalır korkusuyla, hödüklüğüyle ve adına strateji dedikleri şeylerle sırtını dönmesine rağmen Gazze’nin aslanları direnişi muştuladı bizlere. Bu hikaye sadece müslümanlara ait bir hikaye de değildir. Latin Amerika’dan Avustralya’ya, Hindistan’dan Afrika’nın tamamına, Asya’dan Arap topraklarına ve Avrupa halklarının mazlumlarına anlatılması gereken ve onların cesaret alacağı bir hikayedir.
Bu hikaye alenen ilan edilmelidir. Şiirlerle, şarkılarla, hikayelerle, anlatılarla dünyanın her tarafına ulaştırılmalıdır ki zalimler nasıl bir inkılapla devrileceğini düşünerek zulmünden korksun, mazlum da mustazaflığını üzerinden atabilmek için silkinip kendine gelsin. Biz müslümanız ve Filistin gibi ve daha bir çok zulmedilen halklar gibi sorunumuz vardır. Kendini bir ırkla tanımlayıp onunla övünenler bizim hikayemize konu değillerdir. Zaten öylesilerin tarihle övünmekten başka bir gelecek tahayyülleri de yoktur. Ama vahye yüzünü dönenlerin ne umutları, ne hikayeleri, ne şiirleri, ne şarkıları, ne de geleceğe dair tahayyülleri bitmez. İşte önümüzde dağ gibi duran Gazze, bize biz olmanın nasıl bir şey olduğunu apaçık resmediyor ki bizliğe sahip çıkalım da yok olup giderilen toplum olmaktan kurtulalım. Yapılan kötülüklerin karşısında duralım ki işlenilen kötülüğün içinde olmadığımızı ortaya koyalım. Belki bu sebepten lanetlenmiş olmaktan beri olabiliriz.
Venhar