Muzaffer Koçer Hocanın canı sağ olsun; Allah ona sağlıklı ve hayırlısından ömür versin. Versin de bizi bize anlatmaya, bizi kendi serencamımızdan haberdar etmeye devam etsin.
Ben Muzaffer ağabeyin edebiyat yazılarını büyük bir keyifle okuyorum. Mutlaka hikâyelerinin, benim çocukluğumla ve gençliğimde neredeyse tıpatıp aynı olmasının bunda büyük payı vardır. Kendimi o hikâyelerde bulmasam, belki de benim için sıkıcı metinlerden öte bir anlam ifade etmezlerdi.
‘Muzaffer Koçer’ ismi, elan içimizde yaşayan, ‘yaşlı’ denmeyecek bir kuşağa mensup, iyi bir cevheri akla getiriyor ama ister katılın ister katılmayın, asıl olarak bu isim bana, kendi dramımızı, hatta trajedimizi hatırlatıyor. Bununla, ilkel bir “Muzaffer Hocanın değeri bilinmiyor” yakınmasına seğirttiğim sanılmasın. Benimkisi bundan öte bir şey, yani şu:
Bizim camiada hala edebiyatın gücü ve önemi keşfedilebilmiş değildir; asıl üzücü olan da bu olsa gerektir. Kaldı ki, her türlü eleştiriye karşı bizim mahalle insanının her türlü cevabı da hazırdır. Cevaplar dilimizin hemen ucunda istifli vaziyettedir. Her türlü eleştiriyi, tanksavar mermileri gibi hemen anında geri püskürtmeye de hazır ve nazırız.
Muzaffer ağabeyin de Fırıştak hikâyelerinde yerli yerince iğnelemelerde bulunduğu gibi, koskoca bir toplumun bütün kesimleri cep için üretilmiş(!) bir aygıta teslim olmuş bulunmaktadır. Neredeyse sabahleyin evinden çıkan bütün gençlerin birer yular misali kulaklarından aşağıya doğru sarkan kablolar ve ellerinde tuttukları, adeta içine bütün benliklerini gömdükleri o el kadar lahitlerinin kılavuzluğunda birer uyur-gezer gibi işlerine/okullarına yollandıkları bir vasatta Fırıştak gibi hikâyelerden bahsetmenin, onlara hariçten gazel okumak anlamına geleceğinin farkındayım.
Lafı uzatmayalım; Muzaffer Koçer Hoca kendi yöresine ve Avşar kültürüne ait yaşanmış olayları ve bu arada kendi hüzünlü öyküsünü tam hikâye tadında yazmış. Hikâyelerin bazen hüzünlendirmesine, bazen güldürmesine özen göstermiş.
Bu kültürün, ne okuması gerektiğine dair neredeyse hiçbir şey bilmeyen; ancak öğretmenleri/hocaları tarafından telkin edilen, birçoğu saçma-sapan metinlerle dehşetli bir yabancılaşmaya maruz kalan, kendi kültürünü tanımadan, başka toplumların kültürlerini tanıyıp, onlara ram olan gençliğe tanıtılması gerekir. Çocuklarımızın her birinin birer naylon çiçeği andıran görüntüden kurtulmaları ve kendi medeniyet evrenine ait sapasağlam dava adamları olmaları için bu değerlerden haberdar edilmeleri elzemdir.
Büyük büyük laflar ederek, sözüm ona yepyeni nesiller yetiştirme iddialarını gündemde tutanlar ve bu gündemleştirmelerin değirmenine su taşıyanların üzerinde böylesine çok ağır bir sorumluluk bulunmaktadır. Sorumluluk hepimizin omuzlarındadır.
Öte yandan, okullarda “etkinlik olsun” kabilinden, birtakım yazarlar, ‘eğitimciler’(?), kişisel gelişim uzmanları(!) davet edilip, öğrencilere konferanslar ve seminerler verdirilmektedir. Ama nedense, 15 Temmuz gününde kendi vatanına ve milletine sahip çıkan bir toplum söyleminin ayyuka çıktığı bu ülkenin okullarında sıra bir türlü Muzaffer Koçer gibi fikir adamı ve ediplere gelmemektedir. Çünkü öyle anlaşılıyor ki, böylesine bir girişimi daha baştan veto eden ve ama kim ve ne olduğunu bir türlü çözemediğimiz bir ‘big brother’ gölgesi hala iş yapmaktadır.
Sözün özü, FIRIŞTAK hikâyelerinin bilinmesi, okunması, okutulması, sahiplenilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Bir kere daha meramımın yanlış anlaşılmasına karşı uyarmak isterim: Bu, asla Muzaffer Hocanın maddeten ‘ihya’ edilmesi anlamında bir çağrı ve temenni değildir. ‘İhya’ olmak şöyle dursun, onun benzeri insanlar için bu gibi faaliyetler hep ‘yan gider’dirler. Muzaffer Hoca’ya Allah, her gün yiyeceği iki dilim ekmeği zaten vermektedir. Ama şayet bir DAVA’nın bir yerlerinden tuttuğunu iddia eden insanlar varsa, unutulmamalıdır ki o Dava, böyle bir sahiplenmeyi gerektirmektedir.
Şu anda toplumda büyük bir sövgü hedefinin tahtası durumundaki ‘paralel din’cilerin hezeyan kusan kitapları yüz binlerle basılıp dağıtılırken ve bu hezeyanlar yüz binlerce çocuk ve gencin zihnini esir alıp, kusursuz bir mankafalaştırma eğitimine tabi tutulurken, ne olup bittiğinin bir türlü farkına varmayanlar, şimdi de Fırıştak gibi edebi eserlerin farkına varmamak suretiyle, paralel dinciliğe hizmet etmekten başka bir iş yapmamaktadırlar.
Muzaffer Koçer’in roman ve hikâyeleri ülke geneline hitap eden yayınevlerince basılmalı ve yayınlanmalıdır. Bu da yetmez, bizim mahallenin penguen sükûnetindeki yerleşikleri olarak bizler edebiyatın önemini ve gücünü keşfetmeli, kendimize bu uğurda bazı görevler tayin etmeliyiz.
Teşekkürler muzaffer ağabey. Allah kalemine kuvvet ve bereket versin.