Eylem yayınlarından çıkan “Orgeneral Fahrettin Altay Görüp Geçirdiklerim On Yıl Savaş ve Sonrası (1912-1922)” isimli hatırat kitabını tanıtmaya çalışacağım. Kitap 3 kısımdan oluşmakta ve 498 sayfadır. Kitap 1. Basımını 2008 yılında yapmıştır. Kitapta Mustafa Kemal’in kişisel yaşamından, karakterinden içkili akşam sofralarındaki sefahatten (Zevk ve eğlenceye düşkünlük, uçarılık) bahsedilmektedir. Fahrettin Altay katıksız bir Mustafa Kemal hayranıdır ve ona yürekten bağlı biridir. Bu hatıratın önemi, hatırat sahibinin yaşadıkları ve Mustafa Kemal’e olan sorgusuz sualsiz bağlılığıdır.
Fahrettin Altay 12 Ocak 1880 yılında İzmir’de dünyaya gelmiştir. Babası kendisi gibi askerdir. Annesini ise şöyle anlatmaktadır: “Annem çok sofu olduğu için Kur’an ayetlerini ezberlemek, oruç tutmak ve namaz kılmak gibi dini vecibelerim de okulla birlikte başlamıştır. Babasının mesleği dolayısıyla Osmanlı Devletinin birçok vilayetinde bulunmuştur. Fahrettin Altay askerlik mesleğini seçerek teğmen olarak Osmanlı ordusuna katılmıştır. Sınıf arkadaşları arasında Enver Paşa da vardır. Osmanlı ordusunda çeşitli rütbelerde görev yaptıktan sonra Milli Mücadelede 1. Ordu komutanlığı görevini üstlenmiştir. Askerlik mesleği ile birlikte Ankara’da kurulan Millet Meclisinde 1.dönem Mersin, 2.dönem İzmir milletvekili olarak bulunmuştur. Mustafa Kemal’in emri ile Milletvekilliğinden istifa ederek Orduda görevine devam ederek Orgeneralliğe kadar yükselmiştir. 1945 yılında yaş haddinden emekliye ayrılmıştır. 1946’da CHP Burdur Milletvekilliği yapmıştır.25 Ekim 1974 İstanbul’da ölmüştür.
Kitabın 1. Kısmında Fahrettin Altay ilk görev yeri Doğu Anadolu Bölgesinde askerlik hayatından anılarını paylaşmaktadır. Osmanlıya direnen Dersimlilerle mücadelesinden bahsetmektedir. Sultan Abdülhamid istibdadını eleştirmektedir. Buna örnek olarak; “Bir Zulüm Örneği” başlığında bir olay anlatmaktadır: ”1905 yılında Kuzey-Doğu Anadolu Redif Taburları seferber edilerek Yemen’e gönderildiler. Bunlar iki yıl orada kalıp geri alınarak terhis edilmek üzere vapurla Trabzon’a gönderilip oradan terhis edilip memleketlerine döneceklerdi. Askeri vapurla İstanbul’dan geçerlerse nümayiş yaparlar korkusu Sultan Hamid’i sarmış. Bunun için hiçbir vapurun İstanbul’a gelmemesini, askerin İskenderun’da karaya çıkarılarak yaya olarak dağıtılmasını irade buyurmuş. Yemen’den kurtulup gelenler zaten bitmişler. Üst baş perişan mevsim kış. Kuzeye çıktıkça kış mevsiminin şartları ağırlaşıyor. Yemen’den gelmiş bu zavallı askercikler bu defa da karlar ve buzlar içinde boğuşuyorlar ve hasta olup köylerde kalıyorlar. Doktor yok. İlaç yok. Ölüyorlar, köy mezarlıklarının bir kenarına gömülüyorlar. Halk bu mezarlıklara “Garipler Mezarlığı” adını takıyorlar. Çoğu köylerimizde bu isimleri hala duyarız. Zavallı ve çilekeş askercikler. Yurtlarına kavuşmaya birkaç gün kala topraklarına gömülüyorlar. Oğlunu yıllarca bekleyip ona kavuşamayan bir ananın yaptığı türkü şimdi bile kulaklarımızdadır:
“Ano yemendir,
Gülü çemendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir?”
Bütün bunlar Sultan Hamid’in zulmü değildir de nedir? (Sayfa 28-29)
Fahrettin Altay Osmanlı ordusu içerisinde çeşitli cephelerde bulunduktan sonra Çanakkale savaşında görev yapıyor. Çanakkale savaşı sırasında Mustafa Kemal’in Enver paşa ile çekişmesinden bahisle Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’i elindeki 4 alay asker ile düşmana karşı başarı kazanamamasından sorumlu tuttuğunu belirtiyor. Arıburnu savaşlarındaki yenilgiden Mustafa Kemal’in sorumlu tutulduğu anlaşılıyor. Fahrettin Altay Arıburnu’ndaki yenilgiden sonra Mustafa Kemal’in cephe gerisine ihtiyat kuvveti olarak gönderilmesini eleştirerek Mustafa Kemal’i savunuyor. Kemalistlerin Arıburnu Kahramanı olarak sitayişle bahsettikleri savaşta aslında Mustafa Kemal’in pekte başarılı olmadığı anlaşılıyor
Altay Çanakkale harbinden sonra Filistin cephesinde görev yapmıştır. 1. Cihan harbinde Osmanlı ordusunun tüm cephelerinde karar mercii ordu komutanlar hep Alman komutanlardır. Filistin, Suriye, Irak cephelerinde Alman generalleri vardır. Fahrettin Altay Alman generallerinin savaş taktiği bilmediklerini, Türk askerini kırdırmaktan sakınmadıklarını hainane bir tutum takındıklarını anlatmaktadır.
Güney Cephesinde yenilgiden sonra Mondros Mütarekesi ile Osmanlı toprakları işgal edilir. Fahrettin Altay da emrindeki askerlerle Konya’ya çekilir. Konya İngilizler tarafından kontrol edilmektedir. Fahrettin Altay burada ibretlik bir olaydan bahseder. Koca imparatorluk darmadağın olmuş. Ordusu terhis edilmiş, payitaht ve padişah esir edilmiş, halk aralıksız savaşlardan yoksul düşmüş vaziyettedir. Böyle bir durumda Konya Valisi Cemal, Binbaşı Nazım, Fahrettin Altay ve birkaç Konya ileri gelenleri içki âlemi yapmaktadır. Fahrettin Altay bu olayı şöyle anlatmaktadır: “Arkadaşlar, Konya Mevlevilerinden ehlidil birkaç arkadaş bulmuşlar. Cuma geceleri toplanıp saz sohbeti yapıyorlar, ara sıra beni de davet ediyorlardı. Bir gece benim tavsiyemle Vali Cemal ve mektupçusunu da davet ettiler. Güzel bir saz faslı ile beraber içkiler içildi. Cemal Bey, Nazım Beyle içki müsabakasına girişti. Nazım daha az tahammüllü görünüyordu. Ben içki içmezdim. Rüştü ile mektupçu iyi idare ediyorlardı. Sohbet kızıştı samimileşti.”(Sayfa 175) Fahrettin Altay bu olayı eleştirmiyor doğal bir durum gibi anlatıyor. Fahrettin Altay’ın içki içme konusunda aşırıya gitmediği anlaşılıyor. Hatıratının ilerleyen bölümlerinde Mustafa Kemal’in içki sofrasındaki olayları anlatırken anlıyoruz ki Mustafa Kemal gibi aşırı içki içmiyor.
Altay, Mustafa Kemal ile sürekli temas halindedir. Ankara’da milli mücadele için toplanan meclise hem asker hem milletvekili olarak katılmıştır. Mustafa Kemal’in kendisine itimadı vardır. Bundan sonra milli mücadele safhasını anlatmaktadır. Kendisi 1. Ordu komutanıdır. Milli mücadelede önemli görevlerde bulunur ve Yunan ordusunu takip görevi General Fahrettin Altay Paşaya verilir. Kendisi İzmir’e ilk giren ordu komutanıdır. İzmir doğduğu şehirdir. Yıllar sonra İzmir’e gelmiştir.
Fahrettin Altay İzmir’in kurtulduğu günlerde yıllar sonra İzmir’de yaşayan anası ile karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Savaş sırasında zaman zaman gözlerimin önüne gelen evimize yaklaştığım sırada çarşaflı ve uzun boyu ile eğile, eğile gelmekte olan anamı tanıdım. Bilmiyorum nasıl bir duygu içindeydim o anda. Atımı insiyaki bir şekilde Ona doğru sürdüm ve önünde atımdan atlayıp ellerine sarıldım. Annem belki de O anda dünyanın en mutlu insanlarından birisiydi. Önce vatanı kurtulmuştu. Sonra ben Onun oğlu muzaffer ordumuzun generallerinden birisi olarak İzmir’e ilk giren süvari birliklerinin kumandanıydım… Ve her şeyden önce beni sağ salim karşısında bulmuştu… İşte ihtiyar anacığım çeşitli heyecanlar içinde geçen ömründe bu yeni heyecanın ağırlığına dayanamadı ve: “- Vay Fahrim…” diyerek düşüp kaldı. Arkadaşlarım onu kucakladılar ve evimize götürdüler. Yaşlı anacığım askerlerimizden benim hakkımda bir bilgi alabiliriyim diye dışarı çıkmış imiş… Evde biraz oturdum Teyzem küçük bir tepsi içinde bir dilim ekmekle biraz tuz ve karabiber ikram etti. “Hayrola…” diye sorduğum vakit aldığım cevap şu oldu: ” İşte evladım son günlerde buna kalmıştık…”
Milli Mücadele başarıyla bitmiştir. Şimdi yeni cumhuriyet kurulmuştur. Mustafa Kemal’in tek adamlığında çevresinde kendisine bağlı bir ekiple yeni cumhuriyeti yönetmektedir. Mustafa Kemal Çankaya köşkünde meşhur akşam sofralarında yapacağı devrimlerin kararlarını almakta, içkili sofralarda planlar yapmaktadır. Fahrettin Altay, Mustafa Kemal’e bağlı bir askerdir. O’na hayrandır. Her dediği onun için kutsal bir vazifedir. Mustafa Kemal kendisine bağladığı kişileri taltif etmektedir. Çankaya’daki meşhur sofrasına davet edilmek o kişi için şereflerin en büyüğüdür. Çankaya sofralarına davet edilmeyenler neden davet edilmedim? Ne suçum var acaba? Bir kusurum mu var? Diye davet edilmemelerinin muhasebesini yapmaktadır. Fahrettin Altay, Mustafa Kemal tarafından Çankaya’ya davet edilen şanslı kimselerdendir. Üstelik bu davet geceli-gündüzlü 11 günlük bir davettir. Kutsal Çankaya’nın Kutsal adamı ile 11 gün. Fahrettin Altay 11 günlük Çankaya misafirliğini not ederek hatıratında günü gününe anlatmaktadır. Meşhur Çankaya sofrasının iç yüzünü öğrenmek adına Kemalist birinin kaleminden okumanız için özet olarak sizlere sunuyoruz:
“1925 yılı sonlarında Atatürk’le İzmir’den trenle dönüyorduk. Afyon’a yaklaştığımızda başyavere şu emri verdi:
“-Paşayı Ankara’ya misafir götüreceğiz Çankaya’da kendisine yer hazırlatınız.”
Sonra gülerek yüzüme baktı, kendisine teşekkür ettim. Cumhuriyetin ilanından beri Ankara’yı görmemiştim. Çankaya’da kendi köşkünün yanında beni on bir gün misafir etti. O vakit şimdiki köşk yoktu, Müze yapılan eski köşkte kendisi oturuyor yanında başka bir binada da başkâtibi ile yaverleri kalıyorlardı. Bana da burada bir yer hazırlamışlar. Bu bina sonraları yandı yerine yenisi yapıldı. Yemekleri Atatürk’le beraber yiyorduk. Akşam sofralarında her gece başka başka davetliler bulunuyordu. Eğlencelerle güzel vakit geçiriliyor bezen de mühim konuşmalar yapılıyordu. Ben her sabah kalktığımda bir gün evvel geçen olayları defterime not ediyordum. Bu notların aslını bozmaksızın pek az bir değişiklikle tarihi aydınlatmak maksadı ile buraya geçiriyorum.
22 Ekim 1925
Perşembe
Öğleden evvel saat 2’de trenimiz Ankara İstasyonuna girdi, İsmet Paşa’nın (İnönü) başkanlığında bakanlar Atatürk’ü karşıladı. İstasyonun içi ve dışı insan doluydu. Merasim çok büyük oldu. Gazi herkese ayrı ayrı iltifat ediyordu. Arkasında yürüyordum. İsmet Paşa boynuma sarıldı öpüştük. Meclis binasına kadar yaya gidildi. Yolun iki tarafı halk ile dolmuştu. Herkes şapkasını elinde sallayarak yaşa sedaları ile selâmlıyor yeni giydiği şapkayı benimsediğini bildirmek istiyordu. Mecliste biraz oturup görüşüldü. Şapka işinde yobazların durumunu sordu. Sinmiş ve ister istemez kabullenmiş durumda oldukları bildirildi. Nesiller değişinceye kadar böyle tutmak lüzumunu ve katiyen emniyet caiz olmadığını söyledi. Beni otomobilde yanlarına alarak Çankaya köşküne götürdüler. Ve daireme gönderdiler. Biraz istirahat ve temizlendikten sonra çağırdıkları öğle yemeğine gittim. Salonda Başbakanın da gelmiş olduğunu gördüm. Kazım Karabekir ile Ali Fuat Paşaların bugün saat 14.00’de mülakat istediklerini Ona sormaya geldiğini söyledi. O da: “-Pekâlâ, görüşünüz.” dedi.
Az oturdu gitti. Yemekte Atatürk’ün sağında ağır giyinmiş 55 yaşlarında bir madam yer aldı. Beni de soluna oturttu, isminin Baver olduğunu öğrendiğim bu madam daire müdiresi olarak İsviçre’den getirtilmiş. Fransızca konuşuyor, uzunca boylu, ağır başlı, kibar bir tavır gösteriyordu. Atatürk’ün kızlarına Avrupa terbiyesi verecekmiş.
Yemekler: Çorba, piliç, kuşkonmaz, yeşil fasulye, börek, ayva kompostosu, kavun.
Yemekte gramofon çaldırıldı. Saat 14.30’da otomobillerle meclise gittik. Yukarı salonda Meclis Başkanı Kazım Özalp, Hariciye Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile birlikte oturuldu. Meclis Başkanı ilk defa olarak silindir şapka ve frakla meclisi açacağından bunun nasıl yapılacağı görüşüldü. Aras, Avrupa meclislerindeki adetlere dair malumat verdi. Ve şu şekil kararlaştırıldı: Başkan silindir şapkası başında olarak Meclise girecek ve kürsüye çıkınca şapkasını çıkarıp yandaki masaya koyacak oturup meclisi açacaktı. Toplanma zilleri çalmaya başladı. Meclis toplandıktan sonra Atatürk de locasına geçti. Beni de yanına oturttu. Meclis başkanı karar verilen şekilde gelerek meclisi açtı yeni adet konulmuş oldu. Yoklama yapıldı. Çokluk olmadığından müzakere pazartesiye bırakıldı. Tekrar başkan odasına geçtik. İsmet Paşa gelerek generallerin mülakatını ve bir daha görüşeceklerini anlattı.
Generallerin haysiyetlerini muhafazası kaydına düştükleri ve işin içinden nasıl çıkacaklarını bilmediklerinin anlaşıldığını söyledi. Hiç müsamahakâr olmamağa karar verildi. Biraz da Başbakan odasında oturulmak sureti ile istikbal ziyareti iade edilmiş oldu. Çıkarken bazı ziyaretlerde bulunmak üzere müsaadelerini aldım emrime bir otomobil verdiler. Milli Müdafaa Vekili Recep Peker ile müsteşarı Şefik ve yardımcısı Aşir paşaları ziyaret ettim. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Doğu Anadolu’da teftişte bulunduğu için ikinci başkan Kâzım Orbay’ı makamında ziyaret ettikten sonra Çankaya Köşkü’ne döndüm. Saat 20.30 da Atatürk tarafından yemeğe çağrıldım. Salonda müzik çalıyordu. Atatürk İsviçreli madam ve manevi evlât edindiği dört küçük kız ile yeşil odada oturmuş neşeli neşeli konuşuyordu. Önünde bir kadeh rakı ile biraz leblebi vardı. Bana da karşısında yer gösterdi bir kadeh de bana ısmarladı. Kimleri gördüğümü ve Ankara’yı nasıl bulduğumu sordular söyledim. Madamın mesaisinden, kızlarının çalışkanlıklarından öğretmenlerinin daima iyi haberler verdiklerinden bahsettiler. Garson Saib’e İsmet Paşa ile Tevfik Rüştü Beyin şimdi gelmeleri için telefon edilmesini emretti Tevfik Rüştü’nün geleceği fakat İsmet Paşanın henüz evine gelmediği bildirildi. Dairesine telefon ediniz mutlaka gelsin bekliyorum buyurdular. Biraz sonra Tevfik Rüştü Bey frak giyinmiş, elinde körüklü donuk siyah bir gece silindir şapkası olarak eşi, kızı ile geldi. (Biz o vakit ne fraktan ne de bu gibi şapkalardan, anlamıyorduk.)
Biraz sonra İnönü de geldi. Ayaküstü birer kadeh içilerek sofraya oturuldu. Atatürk uzun masanın baş tarafına oturarak sağına Aras’ın eşini soluna Madam Baveri aldı.
Bayan Aras’ın sağında İnönü, onun sağında Bayan Afet bunun da sağında ben, benim sağımda Aras’ın kızı yer aldık. Madam Baver’in solunda Tevfik Rüştü Onun solunda Atatürk’ün küçük kızları oturdular.
Yemek listesi: Çorba, külbastı, ogaten, patlıcan, krema, kavun.
Yemek arasında şarap ve sonunda şampanya içildi. Sofradan kalkınca dans edelim dediler. Gramofon çaldı. Atatürk Madam Baver’i alarak güzel bir dans yaptı.Bunun adının fokstrot olduğunu Aras’tan öğrendim. Biraz ara verildi. Madam’ı dansa kaldırmamı işaret etti. Hiç bilmem dedimse de olmaz öğrenmek lâzım diyerek Madam’a “Paşa’ya öğretiniz” buyurdular.
İster istemez tutuştuk. İlkin kolay sandım ayaklarım birbirine dolaşmağa, duvarlar da etrafımda dönmeğe başladı. Gençlik hayatım memleketin Doğu bölgesinde geçtiğinden ömrümde ilk dansı bu 55’lik madamla kısmetmiş. Kadın beni idare etmeye çalışıyor. Atatürk’ün yanından geçerken “müziğin temposuna ayak uydur olur biter. Askerin yürüyüşte davulun sesine ayak uydurduğu gibi” diyerek gülüyorlar. Hakikaten, az sonra becermeye başladım. Oyuna biraz ara verildi. Avrupa balolarındaki çeşitli danslardan gece eğlencelerinden konuşuldu. Avrupa son moda danslarını fakat valsın daima kıymetini muhafaza ettiğini madam anlattı. Atatürk bir vals çalınmasını emretti, Madam’ı alarak o kadar güzel bir vals yaptı ki madam da bizler de hayran olduk. Bir ara Tevfik Rüştü’nün küçük yaştaki kızı Emel gözüne ilişti. Onu okşadı. Fakat uzun saçlarını beğenmedi, bunun modası geçti diyerek berberi Sabri’yi çağırttı ve orada saçlarını modaya uyar şekilde kestirtti. “Bak şimdi daha güzel oldun modayı ihmal etmemeli” diyerek taltifte bulundu.
Vakit gece yarısını bulmuştu. İnönü birkaç defa rica etti bırakmadı. Nihayet ertesi gün çok işleri olduğundan ısrarla rica edince müsaade etti. O kalkınca bizler de kalkıp sokak kapısına kadar teşyi etti, kendisini eşi ile beraber cumartesi akşam yemeğine davet etti. Bizler de ayrıldık. Ankara da ilk gün böyle geçti.
23 Ekim 1925
Cuma…
Sabahleyin saat 09.00’da hafif bir soğuk algınlığı ile kalktım.
Getirdikleri kahvaltı, çay, kızarmış ekmek, tereyağı, beyaz peynir, vişne reçeli.
Gazeteleri okuyup notları yazdıktan sonra saat 11.00’de bahçeye çıktım. Atatürk’ün yaveri Muzaffer Kılıç ile gezindik. Atatürk henüz uyuyormuş. Hava güzel, bahçenin bir kenarında büyük tel kafesler içinde pek çok çeşit ve güzel güvercinler
uçuşuyorlar. Ada tavşanları, iki küçük ayı yavrusu, Malatya’dan gönderilmiş iki ceylan, bir küçük maymun ile tavus kuşları pek çok tavuk vardı. Madam Baver de hizmetçisi bir Yahudi kızı ile gelerek maymunlarla oynamaya başladı. Başkâtip Tevfik Bey de rahatımı sormak nezaketinde bulundu, Başbakan tarafından çağrıldığını söyleyerek ayrıldı. Bahçenin üst tarafındaki ahırlarda birkaç at ve tayları da gördüm. İçlerinde, savaşta bizim Süvari Kolordusunu teftiş ederken bindikleri Sakarya isimli al renkteki çok güzel bir Arap atını öptüm ve sevdim. Atatürk’ün artık bunlarla uğraşmaya vakti olmadığından yazık ki bu güzel atlara layığı ile bakılamıyor uzun zaman da ahırdan çıkarılmıyorlarmış. Köşkün etrafı geniş arazi fakat kır. Buradan başka demiryolu boyunca çok büyük bir çiftliği olduğunu da söylediler. Bahçenin dışarısını da gezdim. Bir hariciye konağı bir de Mareşale köşk yaptırılıyor İsmet Paşa köşküne bazı ilâveler yaptırıyor geniş bahçesini tanzim ettiriyor, ağaçlar dikiliyor. Etraf dere tepe, bağlık bahçelik, seyrek küçük evler. Köşke döndüm, öğle yemeğini Atatürk’le beraber hususi bir aile sofrası halinde yedik. Demiryolu boyundaki çiftliğin Müdürü Tahsin Coşkun gelerek bazı bilgiler verdi ve tekliflerde bulundu. Atatürk’ün küçük kızlarından Sahibi’nin amcası bir veteriner binbaşı gelerek yeğenine izin aldı gezmeye götürdü. Ben de izin alıp çıkarken Atatürk’ün arkadaşı Salih Bozok (Yozgat mebusu) ile eşi ve iki kızına rastladım. Hepsi yeni moda şapkalar giymişler Avrupa kıyafetini takmışlardı. Verilen otomobille şehri dolaştım gün cuma olduğundan her taraf kapalı. Yeni ve güzel binalar yapılmaktadır. Anafartalar caddesinde iki güzel mektep yapılıyor. Sokaklar epeyce kalabalık. Herkes şapkalı olduğundan eski bildikleri tanımak zor oluyor. Keçiören’de Milli Savunma Bakanı Recep Peker’i evinde ziyaret ettim. Pek samimi konuştu, bu sene savunma bütçesinin iki milyonunu inşaata ayıracağından, bir milyonu ile Ankara’da Genelkurmay Dairesi’ni ve Kurmay Okulu’nu Ankara veya Ayaş’ta da Harp Okulunu yaptıracağını anlattı. Oradan Bahriye Bakanı İhsan Bey’e gittim, bahçesinde oturdum, ağaçlardan toplanan bir sürü Ankara armudu ayırt ediliyordu. Bu armutların dünyaca tanınmış şöhrette olduğunu anlattı fakat bir tanecik ihsan vermedi. İhtimal ki, henüz olmamış olmalarındandır.
Dönüşte İstasyon civarında muvakkat yapılmış spor sahasına uğradım gençler futbol oynuyorlardı. Hoşuma gitti, bu da başka bir yenilik idi. Çankaya’ya dönerken İsmet Paşa’ya uğradım, rahatsızmış göremedim. Atatürk de çiftliğe gitmiş, akşam geldi beni yemeğe çağırdı. Salon oldukça kalabalık, Atatürk’ün kızları çeşitli renkte ipekli elbiseleri ile Onun etrafını bir çiçek halkası gibi sarmışlar.
Bu akşam Madam Baver çok şıktı. Boyalı ve pudralı etekleri saçaklı siyah dekolte bir gece tuvaleti giymişti. Afet hanım da siyah ipekli ve sırma işlemeli bir gece tuvaletini kendisine pek yakıştırmıştı.
Misafirler: Adliye Bakanı Mahmut Esat, içişleri Bakanı Cemil, Milletvekili Salih, Saffet, Mahmut, Nuri, Onun Atatürk’ün eniştesi Mustafa. Atatürk sofrada madamı karşısına, beni de Onun karşısına oturttu.
Yemek listesi: Çorba, külbastı, patlıcan, börek, ayva kompostosu, kavun, üzümdü.
Holde orkestra çalıyor. Yemek arasında içki az içiliyor. Yemekten sonra Madam, Atatürk’ü sofradan kaldırmak için dans teklif etti. Kabul etmedi, tatlı sohbeti tercih etti. ‘Artık öğrenmeye başladı ilerletti’ diyerek benimle dansa müsaade istedi. Atatürk gülerek ‘çok iyi haydi Paşam’ dedi, mecburen kalktık, biraz döndük. Madam bana yemekten sonra fazlaca şampanya içmesine mani olmak istiyorum, dans teklif ediyorum kalkmıyor dedi. Bir vals çaldırarak bana öğretmek istedi beceremedim. Bunu gören Atatürk kalktı “Hala beceremiyorsun” latifesi ile Madam’ı aldı vals yaptı. Diğer davetlilere de kızları ile dans etmelerini söyledi. Kalkanların hepsi benim gibi acemi. Atatürk’te ısrarla öğrenmelerini istiyor. Madam da Onu şampanya sohbetinden kaldırdığından memnundu. Çok geçmedi şampanya ısmarladı, bardaklar dolaşınca oyun da kızıştı. Madam yanımdan geçerken “Sıhhatinin bozulmasından korkuyorum” dedi. Danslar alaturkalaştı, hepimize el tutturarak horan teptirdi, zeybek havası çaldırdı. Kimse beceremiyor el ayak oynatarak dönüyorduk. Herkesi durdurdu kendisi tek başına güzel bir zeybek oyunu yaptı hayran oldum. “Bu oyun milletimizin erkek oyunu, kahraman oyunudur bilmek lazım.’ diyerek bizleri mahcup etti. Küçük kızların uykuları geldiğinden onları odalarına gönderdi, gece yarısı olmuştu. Atatürk arkadaşlarına beni övmeye başladı, sıkılıyordum. Afet Hanımın neşesiz bir halde kenarda durduğunu görünce bize Fransızca “Bu kız çok iyidir ve daha iyi olacaktır. Onu mükemmel yetiştireceğim benim bu hallerim Ona zor geliyor ama alışacaktır. Ben dostlarıma karşı olduğum gibi görünmek isterim” ve sonra Türkçeye çevirerek, “Bu madam da güya çok içtiğimden şikâyetçi ne içtim ki. Bir iki kadeh rakı ile bir iki şampanya” Arkadaşlardan birisi, “Bizim de emelimiz sizin sıhhatli ve neşeli olmanızdır” seversiniz merak etmeyin fazlaya gitmem ölçümü bilirim” cevabını veriyordu. Bir kenarda büzülmüş uyuklayan Salih Bozok’a gözü ilişti, gülerek işaretle, bu eski arkadaşından alaylı alaylı söz etti. Madamın esnediğini görünce hizmetçi kızını çağırarak “Madam’ı odasına götür istirahat ettir” dedi. Yakışıklı bir delikanlı olan garson Saib güzel bir kadın elbisesi giymiş olarak ortaya çıktı, bazı numaralar yaptı. Eski orta oyunlarında erkeklerin yaptıkları zenne rolünü güya modernleştirmesi gibi bir şeydi. Takdir edildi. Hep ayakta dolaşan Atatürk kanepede oturan Afet Hanımın yanına oturdu, beni de yanına aldı ve özetle şu konuşmaya başladı. Kızım Afet beni çok sever, hem de okumak meraklısıdır. Bazı hallerime üzülüyor, haklıdır. Ben de Onu çok severim kabiliyetini gördüğüm için Ona en yüksek tahsili yaptıracağım, lisan öğrettireceğim. Geleceğin yüksek bir hanımefendisi olacaktır. Küçükler de benim birer pırlantamdır. Ben kendimden ziyade misafirlerimin eğlenmesini istiyorum.” Bu sözlere karşı O da:
“- Paşam hiç üzülmeyiniz size olan derin saygı ve sevgilerimden sonra en büyük zevkim okumaktır. Bana bu fırsatı veriyorsunuz çok müteşekkirim” diyordu. Saat 3.00’ü geçerken bizlere izin verdi.
24 Ekim 1925
Cumartesi…
Sabahleyin saat 09.00’da kalktım kahvaltı olarak getirilen kaşar peynirinin fenalığı idare adamlarının dikkatsizliğini gösteriyordu. Atatürk’ün evine bunu yakıştıramadığımdan Başkâtip Tevfik Bey’e söyledim, O da idarecilerden şikâyet etti. Öğleyin Atatürk henüz yatıyordu. Yemeği yalnız yedikten sonra gezmeye çıktım Cebeci’de 1. Ordu karargâhı ile harita dairesine gittim. Ordu müfettişi Ali Sait Paşa İstanbul’da olduğu için kurmay başkanı Alâeddin ve kurmay Binbaşı Şahap (Gürler) ile görüştüm. Harita dairesi Genel Başkanı General Şevki de haritalarımız hakkında çok kıymetli bilgiler verdi. Bütün savaşlarda haritasızlıktan çektiğimiz sıkıntıları düşündüm. Yeni yapılan genel hapishaneyi gezdim. İmalathane ile bahçesini eksik buldum. Ankara Valisi ile şehreminini ziyaret ettim, ikisini de bulamadım. Hakkâri Valisi Jandarma Albayı Rıfat Beyle tanıştım. Bu gezintiler birçok yeni yeni inşaatları bana gösterdi. Her taraf faaliyette yeni bir şehir meydana geliyor. İstiklal Mahkemesinde Ali, Kılıç Ali, Reşit Beyleri ve Dâhiliye Vekili Süleyman Sırrı ve Ali Cenani beyleri ziyaret ettim. Ziraat Vekilini bulamadım. Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey’le görüştüm mâliyemizin geleceği hakkında bana ümit verdi. İnşaattaki faaliyet her tarafta göze çarpıyor. Türk Ocağı’na da uğradım, Mehmet Ali (Yörüker)’le tanıştım, gençliğin yetiştirilmesi konusunda bilgiler aldım. Seyrisefain Genel Müdürü eski arkadaşım Sadullah Beyle Meclis bahçesinde biraz oturup konuştuk. Hemşerim Osmanzade Hamdi Bey ile de görüştük. Bütün bu görüşmelerden edindiğim kanaat her tarafta büyük bir kalkınma faaliyeti ve herkes gelecek için umutlu ve neşeli. Akşam Çankaya’ya döndüm. Bir saat kadar dinlendikten sonra Atatürk’ün dairesine geçtim, misafirler gelmeye başladı, ayakta görüşülüp biraz içildikten sonra sofraya oturduk.
İsmet Paşa’nın rahatsızlığı dolayısı ile gelemeyeceği haberi geldi ama az sonra çıkageldi. Rahatsız olan kendisi değil refikası imiş af diledi. Bayan İnönü’nün ben bulunduğum sürece Atatürk’ün sofrasına geldiğini görmedim. Misafirler hep fraklı, hanımlar da tuvaletli. Atatürk, İnönü’yü karşısına, sağına Bayan Aras’ı soluna Madam Baver’i aldı. İnönü’nün sağında Aras’ın hemşiresi, solunda Madam Baver’in kızı olduğunu öğrendiğim bir hanım oturdu. Afet Hanım’la ben ve Tevfik Rüştü, Doktor Cemal, Reşat Nuri, Tevfik Bey’ler yan yana oturduk.
Yemek Listesi: Pirinçli et suyu, pirzola, kuşkonmaz, börek, kremalı elma kompostosu, kavun.
Atatürk sofrada tarihi güzel şeylerden konuştu. Bilhassa eski Türk Ulus’unun büyük işlerinden ve medeniyete önderlik ettiğinden kendine mahsus bir tatlılıkla anlatıyor. Herkes de hayran hayran dinliyordu. İçki olarak yalnız şarap vardı.29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’ndan ve geçit resminden de sözler söyledi. Her olayı pembe görmek ve göstermek ve bu suretle kimseyi üzgün durumda bulundurmamak Onun başlıca emeli.
Sofradan kalkınca mızıka ve dans havaları çaldırarak danslar ve alaturka oyunlarla davetlilerin neşesini artırıyordu. Bu gece şampanya yok. Saat 12’de herkese izin verdi, beni biraz daha alıkoyarak genel surette askeri işlerden biraz da Konya ahvalinden konuştu sonra izin verdi.
25 Ekim 1925
Pazar…
Sabahleyin yazılarımı yazdıktan ve gazeteleri okuduktan sonra bahçede gezindim, çeşitli hayvanlarla ve bilhassa küçük maymunla eğlenerek vakit geçirdim. Öğle yemeğine Milli Savunma Bakanı Recep Peker’e davetli olduğumdan saat yarımda şehre indim. Ankara’nın tek kibar lokantası Fresko’da (Buranın resmi ismi Ankara Milli Bahçe Türk Şirketidir. Sonra Karpiç) buluştuk. Diğer misafirler General Kazım (Orbay), Şefik, Aşir, 8. Tümen Komutanı Kazım (Sebüktekin), Bakanlık Hususi Kalem Müdürü Selami. Eski arkadaşların samimi konuşmaları ile güzel yemekler yedik. Yemekten sonra herkes vazifesine gitti, ben de biraz gezinip Çankaya’ya döndüm. Bu akşam Atatürk’ün sofrasında tenhalık ve sükûnet vardı. Rakı yoktu, şarap bile konmamıştı. Müzik de yok.
Yemek listesi: Terbiyeli çorba, but köfte, ıspanak püre, kıymalı patlıcan, peynirli börek, armut kompostosu, kavun, kahve.
Yemekte Atatürk’ün kızları ve Kurmay Yarbay (Çopur) Necdet var. Bir de Konya’dan yeni gelmiş yedi yaşlarında Ayşe isimli topaç gibi yetim bir kızcağız. Atatürk Onu mektebe başlatmış, zekâsını beğendiğinden evlat olarak yetiştirmek istiyormuş. İçmediği halde çocuklara güzel hikâyeler anlatarak onların gülmelerinden neşeleniyor. İstanbul’da bir kadın Eflatun’un “Ziyaret” isimli kitabını Türkçeye çevirmiş bir nüshasını kendisine göndermiş. Bazı parçaları okudu ve beğendi. Saat 9.00’da yemek bitti bizlere izin verdi. Anladım ki Mustafa Kemal içkili de içkisiz de Mustafa Kemal’dir.
Uzun ve rahat bir uykudan kalkarak iyileşmiş kaşar peyniri ile güzel bir kahvaltıdan sonra Arif Bey’in hatıratını gazeteden okudum notlarımı yazdım. Bahçede öğleye kadar vakit geçirdim. Yaverlerin yemeği geldi ben de aralarına girdim sevindiler. Sonra Atatürk çağırttı, karnımı doyurduğumu söyledimse de sofraya oturttu. Mahmut ve Tevfik Beyler de vardı.
Yemek listesi: Çorba, yoğurtlu kebap, yeşil fasulye, ciğerli pilâv, çikolatalı krema, kavun, Sofrada hiç içki yok.
Ayrıldığı eşinden bahsetti, eski kaynatası Muammer Beye İzmir’deki borçları için de yardım edilmesini Mahmut Bey’e emretti. Latife Hanım’ın da Rıza Bey’le bazı notlar gönderdiğini söyledi. Bir mektebe öğretmenlik yahut bir sefarete kâtiplik gibi bir memuriyet verilmesini rica ediyordu. Hakarete duçar olmak korkusu ile sokağa çıkamıyormuş. Tesadüf ettiği bazı bildiklerinin kendisinden yüz çevirmeleri ağrına gidiyormuş. Bir memuriyet olursa vakit geçirebilirmiş. Atatürk bunları gayet sakin ve bitaraf bir tavırla anlatıyor fakat kararını açıklamıyordu. Afet Hanım’a dönerek öğretmenliğe başlamasını daha sonra da Paris’e tahsilini ikmale göndereceğini söyledi ve babası İzmir’de orman kontrol memuru Hakkı Efendi’nin yazdığı mektuptan bahsetti. Arzularının yerine getirileceğine emin olmasını cevaben bildirmesini söyledikten sonra bahsi değiştirdi. Bir Fehamet Hanım’dan söz açtı. Süvari Suphi Paşanın kızıymış, evlenmiş boşanmış. Şimdi Atatürk’ün kızlarına öğretmen olmak istiyormuş. Bir de İtalya’da Mihriye Hanım isminde birisinden mektup almış kuvvetli kalemi varmış. Atatürk’e secdeler ederek Prenses Kadriye isminde birinin fotoğrafını göndermiş bunları eskiden tanırmış. Sonra Bitlis Valisi General Kazım (Dirik)’ten gelen mektubu okudu. Bir mebusluk veya bir sefaret olmazsa Batıya naklini rica ediyordu. Naklini de mebusluğunu da uygun gördü. Yemek bitince Ankara ikinci seçmenlerinden olduğu için reyini vermeye gideceğini benim de Afet Hanımla çiftliğe gidip gezmemizi Necati’yi de beraber almamızı söyledi. Otomobiline binerek gitti. Biz de otomobile girdik. Afet Hanım’ı sağıma aldım, esmer bir delikanlı olan Necati de şoförün yanına oturdu. Yolda Atatürk’ün yeğeni olduğunu çiftlikte çalışmak için geldiğini söyledi. Benim emir subayım süvari üsteğmen Cemal de arkadan benim arabamla geldi.
Orman Çiftliği yeni kuruluyor, güzel binalar yapılıyor, taçlar dikiliyor. Marmara Denizi biçiminde büyücek bir havuz yapılmaya başlandı. Çiftlik muhasebecisi bizi büyük bir çadırda ağırladı. Oradan hareketle belediyenin Ankara’nın 8. kilometresindeki tesislerini gezdik. Bunlar çimento fabrikası ile elektrik santralı, kireç ocakları, marangozhane, demirhane. Hepsinde oldukça büyük bir faaliyet vardı. Şehremini (Belediye Başkanı) Haydar Bey geldi Afet Hanım ile tanıştırdım, hürmet etti, oradan Etimesgut çiftliğine gittik. Her taraf bomboş kır, çiftlik denilen yer iptidai halde fakat genişletilmesi için tanzimi kararlaştırılmıştı. Dönüşte Necati çiftlikte kaldı. Madam Baver’in hizmetçisi Yahudi kızı ile çiftlik etrafında gezindiklerini uzaktan görünce Afet Hanım otomobili başka yoldan Çankaya’ya çevirdi, onlarla buluşmak istemedi. Bu gezintiden kendisinin Atatürk’e bağlılığının kuvvetli olduğunu anladım ve bu genç yaşında görüştüklerini hürmete mecbur kılacak bir yaradılışta olduğunu da gördüm. Ben de Ona hürmette kusur etmemeye çalıştım. Otomobilden inerken teşekkür ederek elimi öpmek istedi tabii bırakamazdım. Saat 20’de beni Köşk’e çağırdılar kapıdan girince soldaki yazı odasında Afet Hanım bir yazıyı okuyordu. Beni saygı ile karşıladı yanındaki koltuğa oturmamı rica etti.
Atatürk yukarıda İsmet Paşa ile konuşuyormuş. Babasına mektup yazmış, mektubu Atatürk okumuş bir yerini tashih etmiş bana okuttu. Babasının talimatı dâhilinde hareket ettiğini ve İzmir’de kendisine bir ev alınacağını artık tamamı ile Atatürk’ün kızı olduğunu yazmış. Bir de resmi emir gösterdi, Mustafa Kemal okuluna öğretmen tayin edilmiş, yarın işe başlaması emrediliyordu. “Gidecek misiniz” dedim, “Elbette ve memnunlukla ben okumayı ve okutmayı çok severim” dedi.
Kır saçlı zenci Nesip Atatürk’ün beni yukarı çağırdığım söyledi Afet Hanım da Nesip’e “Paşa hazretlerine evimizi gezdir odalarımızı göster” diye emir verdi.
Merdiveni çıkınca sağda kendi yatak odası ve bir de şark usulü düşenmiş salon. Karşıda Atatürk’ün büyücek yatak odası, fevkalâde süslü kıymetli eşya vardı. Yan yana iki karyola, odaya bitişik banyo odası her tarafı fayansla kaplı büyücek ve ferah. Karşı tarafta cumbalı bir istirahat odası, buradan da şark odasına bitişik kitaplığa giriliyor. Merdivenin arkasından başka küçük merdivenle geçilen ofis, mutfak, çatı arası odaları vardı. Bu odalarda küçük kızlar yatıyorlarmış. (Bu bina şimdi müze olmuştur.)
Kütüphaneye girince Atatürk, İnönü, Recep Peker, Tevfik ve Hayati beyler oturmuşlar bir yazı ile meşgul oluyorlardı. Beni de aralarına oturttular. Cumhuriyet Bayramı nutkunu hazırlıyorlarmış, önlerinde birer kadeh rakı ile leblebi vardı. Bir kadehte benim için getirtti, içmediğimi bildiği halde ikramı eksik bırakmaz, içmeye de zorlamaz. Arada onlarla bir yudum almak benim için vazife idi. Nutkun sonuna yaklaşmışlar, kendisi söylüyor Hayati yazıyordu. İnönü ile Peker de arada fikirlerini söylüyorlardı. Bunu bitirince Ankara’da yeni açılan hukuk mektebinde verilecek nutkun yazılmasını İsmet Paşa’ya bıraktı. O da biraz düşündükten sonra Tevfik Bey’e yazdırmaya başladı. Atatürk dikkatle dinliyor ve yazdırılan cümleleri takdir ediyordu. Bu da bitince müsveddeleri yanında alıkoydu, bir daha okuyacakmış.
Hariciye Bakanı Tevfik Rüştü Aras geldi hep beraber yemeğe indik sofrada beni sağına, İsmet Paşa’yı soluna oturtmak gibi fazla bir iltifata mazhar olduk. Bu iltifat belki bugünkü gezimizden memnuniyetini bildirmek içindi.
Yemek Listesi: Çorba, piliç, patlıcan, börek, elma, muhallebi, kavun, armut.
Kızları sofrada yoktu. Yemekten sonra gramofon çaldırdı yeni gördüğü genç bir artist gelerek alaturka oyunlar yaptıktan sonra işi alafrangaya çevirdi. Atatürk beğendi ve taltif için onunla dans etti. Sonra recep Peker’e verdi. Oda benim gibi henüz lâiki ile öğrenememiş bir iki dolaştı, bıraktı. Bana işaret etti, kalktım dans ederken biraz açık tutuyormuşum gülerek «Kumandan öyle olmaz yapışacaksın» diye azarladı. Tekrar alaturka oyunlara geçildi. Atatürk kanepeye oturarak kızın yaptığı güzel numaraları seyre daldı, Tevfik Rüştü Aras yanıma sokularak İtalya Kralının bir mektubunu kendisine okudu. Yeni sefir gelirken getirmiş. Mektubun başı, Türkiye Reisicumhuru Mustafa Kemal Hazretleri Selâm. Sefiri ne vakit kabul edeceklerini soran Aras’a “On Beş Kasımdan sonra” diye cevap verdi. Mussolini bir nutkunda Şarki Roma İmparatorluğunun mirasının kendilerine ait olduğunu ve bir defasında da On Beş Kasım’a kadar büyük olayların görüleceğini söylemişti. Bu sözler Atatürk’ün içine o kadar işlemiş olacak ki, gece yarısından bir saat sonra, başı dumanlı ve yorgun sanıldığı ve eğlenceler içinde bulunduğu bir anda hiç düşünmeden bu cevabı verdi. Memleketin yüksek menfaatleri her an onun başlıca düşüncesidir. Kralın hürmetli sözlerine kapılmıyor, Musolini’nin o zehirli sözlerine mukabele ediyordu ve böyle yapmış olmaktan neşesi artıyor eğlenceleri uzatıyordu. Gecenin sonuna doğru Tevfik Rüştü Aras’a Cumhuriyet Bayramı programının ana hatlarını söylüyor, fevkalade azametli ve debdebeli olmasını gece de Fresko’da büyük bir balo verilmesini emrediyordu. İki gündür görünmeyen Madam Baver için de “Benim eski karım toz alırdı bu ise azamet satıyor yalnız emir vermek istiyor bir kolayını bularak bunu defediniz” diyor. Aras da “Mümkündür efendim” cevabını veriyor. Hepimize hayırlı geceler temennisi ile izin verdi…
27 Ekim 1925 Salı…
Öğleye kadar Çankaya etrafında dolaştım Mareşal Çakmak için Atatürk’ün yaptırmakta olduğu köşkü ve Hariciye Sarayını gezdim, oradan İsmet Paşa (İnönü)’nün köşküne gittim. Yaveri (Esenbel) beni karşılayarak bahçeyi gezdirdi paşa kendisi de geldi. Dikilen fidanları ve çamları birer birer göstererek cinsleri hakkında bilgi verdi. Oturduğumuz zaman biraz askeri işlerden söz açmak istedim pek taraftar görünmedi. Anladım ki Mareşalin yokluğunda bu bahse girişmeyi doğru bulmuyor. Ayrılmak istedim bırakmadı, yemeğe alıkoydu. Refikası da sofraya geldi, beni takdim etti. İlk defa gördüğüm bu çok kibar nazik ve zarif kadın yakası kapalı önü boydan boya düğmeli uzun kollu Koyu renkli uzun bir elbise giyinmiş başını da siyahbaşörtüsü ile sıkıca sarmıştı. Kadınlarımız çarşafı atalı ve açığa çıkalı çok olmamıştı, böyle bir kıyafet intikal devri için bana uygun geldi. İnönü sofrada hanımının sağına beni oturttu kendisi de soluna geçti emir subayı Atıf da benim sağımda yer aldı.
Yemek listesi: Balık, etli börek, zeytinyağlı pilav, kavun, elma, kahve.
Servisi yapan da başörtülü bir kızdı.
Salon ve köşkün her tarafı pek güzel ve zarif döşeli ve boyalı idi. Yemekten sonra sayın bayan çekildi, İnönü ile bahçeye çıktık. Ek yapıları ve atlarını gösterdi. 1250 liraya halis kan bir İngiliz atı almış 1.62 boyunda pek güzel biz de henüz İngiliz kanı atlar pek az. O vakit bizim on liramız bir İngiliz lirası kadardı.
Deniz Bakanı İhsan Bey geldi onunla şehre indiler, ben de Çankaya’ya döndüm. Yolda Fuat Bulca’ya rastladım.
Başkâtip Tevfik Bey’i ziyaret ettim. Konya kız öğretmen okulundan evlatlığa kabulünü rica eden S. Hanımın
(Fahrettin Altay S. Hanımın gerçek adını vermiyor!?-A.Aydın.)gelmiş olduğunu ve kendisinin de bugünlerde Sofya elçisi olmak ihtimali bulunduğunu fakat Atatürk’ün bırakmak istemeyeceğini söyleyerek kendi yerine Albay Salih Omurtak’ı İnönü’ye tavsiye etmemi rica etti. Şehre inerek Hamdullah Suphi Beyin ziyaretine gittim. Hasta imiş kart bıraktım. Lise binasını gezdim tamir ediliyor. Çarşıyı dolaştım, eski sınıf arkadaşlarımdan emekli Selahaddin ve Pepe Hamdi beyler mağaza açmışlar ticaret yapıyorlarmış. Arsa ticaretinin de ileride çok kâr getireceğinden söz ettiler ne yazık ki bundan ders alamadım. Akşam köşke döndüm sofraya henüz oturmuşlar Atatürk Konya’dan yeni gelen S. Hanımı sağına Afet Hanımı da soluna almış, bana da yer gösterdi, küçük kızlarla Salih ve Mustafa beyler de oturuyorlardı. Az sonra isminin Rasim Ferit olduğunu öğrendiğim şaşı gözlü bir doktor gelerek Atatürk’ün elini öptü ve işaret edilen yere oturdu konuşmağa başladı. Kendisi Mason imiş, sözleri de masonluk hikâyeleri. Atatürk bir zamanlar kendisini de mason yapmak istediklerini fakat kabul etmediğini söyledi. İstanbul’da mason üstadı azamı temyiz azasından Servet Bey isminde bir zatmış istifa ettirmiş.
[i]
Küçük kızların yemeklerini yedirdi. Yatmaya gönderdi, vakti ile verem olup giden Selma Hanımın hikâyesini anlattı. Gençlik âleminin tatlı hikâyeleri ile herkesi güldürüyor kendisi de neşeleniyordu. Rasim Ferit belediyede oy verirken kendisine fotoğrafını imzalattıran bir artistten bahsetti, otelde görüşürken ne olur beni cebine koy Gazi’ye götür dediğini öyle bir tarzda anlattı ki Atatürk yarın akşam al gel misafirlerimiz eğlensinler demekten kendini alamadı. Eniştesi Mustafa Bey de o getiremez ben getiririm diyerek hizmet yarışına girişti gülüştüler. Bizlere izin verdiği vakit saat bir olmuştu.
28 Ekim 1925 Çarşamba…
Bu sabah Atatürk erken kalkarak çiftliğe gitmiş öğleyin geldi. Yemekten sonra yatmaya gitti. Ben de B.M.M’ne gittim, bazı mebus arkadaşlarla görüştüm. Ali Sait Paşa gelmiş, Cebeci’ye Onun karargâhına ziyarete gittim. Silahlı kuvvetlerimize ait bazı görüşmeler arasında demiryolunun Karadeniz Ereğlisi’ne uzatılmasını istediğini fakat kimseye anlatamadığını üzüle üzüle anlattı. Askeri Sıhhiye Başkanı Emin Paşa ve yardımcısı Hüseyin Beyle görüştüm, bacanağım Mebus Şükrü (Yasin) ile buluşarak birlikte sinemaya gittik 16. Lui ve Fransız İhtilalini gösteren bir film gördük, biz de inkılap devri yaşadığımız için hoşuma gitti. Akşam Çankaya’ya döndüğümde Atatürk’ü sofrada buldum. Karşısında İnönü oturuyordu. Kendi sağına da Konya Kız Öğretmen Mektebi müdiresi Saadet Hanım, solunda isminin Refet Süreyya olduğunu öğrendiğim bir bayan oturuyordu. İnönü’nün sağında Afet Hanım, solunda S. Hanım bulunuyor. Diğer misafirler Şükrü Kaya,-Ruşen Eşref, Ali Cenani, Rasim Ferit ve Tevfik Beyler. Gazi konuşuyor sanattan bahsediyor, herkes dinliyor. Bir ara kalktı müziğe vals çaldırdı. Refet Süreyya Hanım’ı dansa kaldırdı. Bu dün akşam bahsi geçen artistmiş. Danstan sonra biraz oturulup içildi, artist bayan bir paravanın arkasında soyundu çıplak denecek bir halde ortaya çıktı. Açık sarı ince ipekli bir mayo ve tül bir gömlekle serpanten danslar (Hindistan oyunları) yaptı. Almanya’da 9 sene bulunmuş bu marifetleri öğrenmiş. 30 yaşlarında dolgunca etli, bacaklarındaki mor mor lekeler morfinman olmak ihtimalini gösteriyor. Yemek neşeli geçiyor, içiliyor, konuşuluyor, alkışlar yapılıyor, arada bir hep birden dans ediliyor. Atatürk Afet Hanımla da dans etti. Bu zarif genç pembe ipekli dekolte tuvaleti ve güzel endamı ile göze çarpıyordu. Atatürk bu gece pek neşeli, kimseye laf vermiyor hep kendisi anlatıyor bazen sazendelerle beraber şarkı söylüyor ve onları kendisi sürüklüyordu. Şarkı söylerken bile hanendelerin kendisine takaddüm etmesine meydan vermiyor. Rumeli havalarından pek hoşlanıyor «şahane gözler» türküsü tekrar tekrar söyleniyor, bununla beraber bu eğlenceler arasında kendi kibarlığından, vakarından bir şey kaybetmiyor, arada bir misafirlerimin neşesi benim de neşemdir diyor. Bir ara eskiden yazdığı bir hatıra defterini getirtti. 1918’de Karlsbat’ta Fransızca yazmış? Bundan birkaç sayfayı Ruşen Eşref ‘e okuttu. Türkçeye çevirtti. Bir şatoda güzel bir dansözle nasıl görüştüğünü onunla çeşitli danslarını açık açık yazmış. Ruşen de uzun boyu gibi yüksek sesi ile bunları ballandıra ballandıra şairane bir eda ile okudu. İlk gördüğüm bu genç ve güçlü şairden pek hoşlandım. İnönü az içiyor, kendisini güzel idare ediyor. Atatürk bir ara çıplak dansözle dans etmesini İnönü’ye teklif etti. O kendisine mahsus bir incelikle işi geçiştirdi. Misafirlerden birisi kadının o incecik parçaları da üzerinden atmasına emir vermesini rica etti. Atatürk “Olmaz öyle şey her şeyin bir hududu var.” dedi. Sofraya oturulduğu zaman maariften bahsedildi. Misafir hanımların maarif işleri yürüyormuş, bilmem hangi müfettiş arzusuna nail olamadığı için işlerini baltalıyormuş. Atatürk Başbakan’a dedi ki: “-Sen bu maarifi ıslah etmelisin, hem de baştan başlayarak.” Biraz sonra Hamdullah Suphi’nin sıhhatini sordu ben de gideyim göreyim sıhhatini sorayım acaba aklını mı kaçırdı o da muhtemel gibi sözleri dikkatimi çekti. Saat 2’ye geliyordu. İnönü yarın çok işi olduğunu söyleyerek müşkülatla izin alabildi, biraz sonra bizlere de izin verdi.
29 Ekim 1925 Perşembe…
Bu sabah emir subayım Cemal anlattı. Subaylardan öğrendiğine göre Hamdullah Suphi Beyin hastalığı yalan imiş. Öğretmenlerin doğrudan doğruya Atatürk’e başvurmalarından üzülmüş, çekilmek istiyormuş.
Atatürk Hamdullah Suphi’yi ziyarete gitti. Akşam Çankaya’ya çıktım. Yemek sofrası hususi bir aile sofrası halinde idi. Ata’nın kızları ile Salih, Kılıç, Ali, Tevfik ve Mustafa Beylerden ibaretti. Yemek arasında az içildi, gece yarısına doğru gazinoya baloya gidilecekmiş, küçük kızların baloya götürülüp götürülmemesi münakaşa olundu, götürülmeye karar verildi giyindiler hep beraber çıktık. Atatürk Afet Hanımla, madam Baver öteki kızları ve maiyeti başka otomobillerle kafile halinde Fresko gazinosuna gittik. Çok kalabalık vardı, Türk hanımlar pek az idi, ecnebi bayanlar da çok değildi. Zeki Beyin orkestrası çalıyordu. Milletvekilleri, elçiler yüksek memur ve askerler Atatürk’ü şiddetle alkışladılar. İlk dansı Atatürk Fransa Elçisinin kızı ile açtı. (Madam yoktu). Kızın güzelliği herkesin dikkatini çekti
[ii], pist dans edenlerle bir anda doldu. Atatürk kızlarından birisi ile dans etmemi söyledi, danstan sonra artist Refet Süreyya çıplak hali ile numaralar yapmaya başladı. Bu Ankara için bir yenilik idi. İnönü de Rus elçisinin ak saçlı madamı ile dans ederken gülümsedim, yanımdan geçerken “Ne yapalım politika ediyoruz” dedi.
Atatürk Başbakan’ı alarak birlikte subayların bulunduğu yere geldik, onlara şampanya ısmarladı, şereflerine kadeh kaldırınca bir alkış tufanı koptu, salonu çınlattı. Subaylar karşılıklı kadeh kaldırıyorlar bu suretle boşalan kadehler birbirini kovalıyordu. Genç subaylar Atatürk’ü kucaklarcasına sardılar, O da onların kahramanlıklarından memlekete yaptıkları hizmetlerden ve ordusu ile daima iftihar etmekte olduğundan bahsederek subayları ve generalleri taltif ediyordu. Onlardan ayrıldıktan sonra Fransız Sefirinin kızı ile bir iki defa daha dans etti.
Çok neşeli, dolaşıyor, herkese iltifatta bulunuyor, arada da biraz oturup seyrediyordu. Fransız Sefiri kızını alıp görünmeden savuşmuş. Sabah yaklaştı herkes birer birer çekilmeye başladı. Saat 4’e doğru artık gidelim diyerek birlikte çektik. Otomobilde beni yanına aldı. Hareket edince başını göğsüme dayayarak daldı. Göğsümde perişan bir halde saçılan o sırma saçları en büyük heyecanı kalbimde yaratıyor, öpüyor ve kokluyordum. Atatürk’ü ilk defa olarak böyle biraz fazla kaçırmış görüyordum. Bu da subayların etkisi ile olmuştu. Tan yeri ağarmaya başlarken köşkün kapısında arabanın durması ile gözünü açtı “Geldik mi?” diyerek indi ve hayırlı geceler temennisi ile içeri girdi. Odama geçtim tatlı bir uyku güzel geceyi tarihe karıştırdı.
30 Ekim 1925 Cuma…Saat 11 de kalktım biraz gezindim. Atatürk henüz yatıyormuş.Öğle yemeğini yaverlerle yedim.
31 Ekim 1925
Akşam Köşk’e döndüm. Sofranın başında Atatürk, sağında Saadet, solunda Afet ve S. hanım, bana da Saadet hanımın solunda yer ayırmış. Tevfik, Rasim Ferit beylerden başka kimse yok. Mutad veçhile içiliyor. Fakat Atatürk neşesiz biraz da sert. Başkâtip Tevfik Beye sordum, kızlarına hürmetsizlik eden, onları mektepte otomobil beklemeye mecbur bırakan bir hizmetçi kızı hiddetlenerek kovmuş “Kızcağız iyi hizmet ettiğinden üzüntülü. Birkaç gün gizleriz hiddeti geçer el öptürürüz affeder” dedi. Başvekil geldi sol yanına aldı. Bayram gecesi baloda Fransız sefiri olayını iyi bir sonuca bağladığını anlattı. Dans ederken kızına yapılan muamelenin fena maksatla olmayıp takdir maksadı ile olduğunu, iyi bir şekilde tefsir edildiğini izah etti. Az içilerek yemek yenildi saat 11’de dağıldık. Pazartesi Konya’ya avdet için izin aldım.
1 Kasım 1925 Pazar…
Bugün Atatürk’e misafirliğimin son günüdür. Çankaya’da Muhafız Piyade Bölüğü’nün talimlerini seyrettim ve buradaki ilk mektebi gezdim. Öğleden sonra büyük üniforma ile Atatürk/le B.M.M.ne gittik, saat 14’de 7. dönüm senesi nutkunu okudu. Meclisten çıkınca ben ayrılarak veda ziyaretlerimi yaptım.
Bu yazılanlardan Mustafa Kemal’in sofrasında yiyip içtiklerine, misafirlerini sofrada nereye oturttuğuna, gece âlemlerine dair bilgiler edindik. Mustafa Kemal’in köşkünde şatafatlı hayatını, köşkteki nadide hayvanları, havuzları, lüks yatak odaları, lüks eşyaları, danslarını, yabancı dans öğretmenleri, enva-i çeşit yemekler vs. vs. O yıllarda Türkiye’nin nüfusu 13 milyondur. Bu sayının 8,5 milyonu kadınlardır. Bu sayının 4,5 milyonu dul kadınlardır. Yıllardır süren savaş ülkede dul kadın sayısını artırmıştır. Yıl 1925’tir. Cumhuriyet kurulalı 3 yıla yaklaşmıştır. Ülke insanı fakirliğin pençesinde inlemektedir. Ölülerini gömecek kefen bulamamaktadır. Ülkenin tek hâkimi ve çevresindekiler ise şatafatlı köşklerde nasıl yaşadıklarını ise yukarıdaki satırlarda okuduk. Sevgili okuyucu, Mustafa Kemal Osmanlının bir subayı olarak belinde tabancasıyla Selanik’ten yola çıkmış birisiydi. Osmanlının son dönemlerinde maaşlar 6 ay geriden ödenmekteydi. Şimdi şu soruyu sormak gerekiyor. Böyle bir imparatorluk yıkılıp yerine anlı şanlı(!) cumhuriyet kuran kadro böyle lüks bir hayatı yaşayacak serveti nerden edinmiştir? Bu soruya Kemalistlerin ikna edici cevap vermeleri zor olsa gerektir.
Fahrettin Altay’ın ilginç bilgiler verdiği hatıratını tanımaya devam edelim.
İzmir Suikastı
1926 yılında İzmir’de Mustafa Kemal’e, Ziya Hurşit tarafından suikast teşebbüsünde bulunulur. Suikast daha uygulama safhasında engellenir. Suikasta katılanlar yakalanır ve mahkemece tutuklanır. Meşhur İstiklal mahkemesi toplanır. İzmir suikastı bahane edilerek ülkenin dört tarafında cadı avı başlatılır. Mustafa Kemal’e muhalif ne kadar insan varsa tutuklanır. Bu tutuklamalardan; Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Sakallı Nurettin, Cafer Tayyar gibi İstiklal harbinde Mustafa Kemal ile birlikte savaşan asker ve milletvekili birçok kişi de vardır. Mustafa Kemal bu olayı kendi lehine çok iyi kullanmaktadır. Mustafa Kemal Çeşme’deki köşkünde mahkemenin seyrini takip etmektedir. Kendisine en zor günlerde yardım eden, önünü açan dava arkadaşlarını öldürmek istemektedir. 14 kişi İzmir’de, 4 kişide Ankara’da olmak üzere 18 kişi İzmir suikastı sebebi ile idam edilirler. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi arkadaşları idamdan son anda kurtulacaklardır. Kazım Karabekir Mahkeme salonuna girdiğinde salon subaylarca hıncahınç doludur. Kazım Karabekir’e salondaki tüm subaylar asker selamı ile selamlarlar. Bu durum Mahkeme heyetinin gözünü korkutmuştur. Bu olayı hatıratında Fahrettin Altay şu şekilde anlatmaktadır:
4 ve 5 Temmuz’da Mareşalle bazı garnizonların teftişinde bulunduk. 5 Temmuz akşamı çeşmeye gittik. Sofrada Atatürk mahkemede Kazım Karabekir’e söyletilen sözlerden pek üzgündü. Başbakan ile mahkeme heyetinin Çeşme’de bulunmalarını emretti. 6 Temmuzda geldiler. Onlarla bir odada yalnız olarak biraz sert konuştuğu söylendi. Bilahare İzmir’e dönüldü.
Yukarda bahsettiğimiz mahkeme safhasında subayların Kazım Karabekir’e gösterdikleri saygı selamı Mustafa Kemal’i telaşlandırmışa benziyor. Zira kendisi hala orduyu kontrolü altına alamamıştır. Kendisinden başka 2. kişiyi asla istememektedir. Bu yüzden mahkeme heyetine müdahale etmekte, onları sertçe uyarmaktadır. Nasıl bir mahkeme ki yargı sürecine müdahale ettirmektedir. Nasıl bir hukuk ki Ülkenin cumhurbaşkanı gizlice mahkeme heyeti ile görüşüp mahkeme kararlarına müdahil olmaktadır. Mustafa Kemal mahkeme safhasında Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve diğer komutanların ordu içindeki güçlerinin farkına varmıştır. Bu isimleri idam ettirirse ordu kendisine karşı gelebilirdi. Bu durumda adı geçen paşaların idam edilmeleri doğru olmazdı. Onları kendisi af etmeliydi. Öyle de oldu. Af edilenler ölümden kurtuldular fakat öyle bir hayat yaşadılar ki Mustafa Kemal ölene kadar evlerinden dışarı adım atamadılar. Bu paşaların af edilmeleri ile ilgili yine Fahrettin Altay’ın hatıratında kıymetli bilgiler verilmektedir. Aynen aktarıyoruz:
Mahkeme son günlerinde idi, bir gün öğleden sonra Kordon boyundaki Atatürk’ün evinin önünden geçiyordum. Bu saatlerde istirahatte olduklarını tahmin ederek maiyetleri ile görüşmek üzere eve girdim. Kapının ilerisinde soldaki bir odanın kapısı açıktı. Ortada bir masanın başında kendileri ile Başvekilin oturduklarını görünce müsaadesiz geldiğime sıkıldım ve selâm vererek geçmek istedim. 0 eli ile işaret ederek beni yanına çağırdı ve oturmamı istedi. Yüzlerinden kederli oldukları anlaşılıyordu. Bana hitaben “Ali bey(Kel Ali) bizim paşaları da asacak…» dedi. Fikrimi sorar tarzda yüzüme baktı. Bu sözler bir sürpriz tesiri yaptı. Bir an durakladım. Başbakan başını eğmiş yere bakıyor sanki bakışları ile bir tesir yapmış olmaktan çekiniyordu. Kendimi toparladım ve dedim ki:
“- Paşa hazretleri, siz her şeyi bizlerden iyi düşünür ve yaparsınız. Bu suali bendenize tevcih etmekle anlıyorum ki lütufkâr kararınızı vermişsiniz…”
Bu yoldaki cevabımdan, lütufkâr karar tabirinden paşaların idamlarını istemiş olsaydınız bana sormazdınız demek istediğimi o yüksek zekâ derhal anlamıştı. Gülümseyerek, “- İyi amma sonrasından emin olabilir miyiz?” buyurdular, o vakit İnönü başını kaldırdı ve şu özetle cevap verdi.
“Emin olabilirsiniz Paşa hazretleri, siz var oldukça. Hükümetiniz daima kuvvetli olacaktır. Bütün millet size prestij ediyor bu nankörlüğe teşebbüs edenler mahdut birkaç, sapıktan ibarettir, ceza da bu hudut dahilinde kalırsa adaletiniz bütün milleti bir kere daha size bağlayacaktır.”
Atatürk te, “- Pekâlâ, bakalım Ali Beyle bir daha görüşelim” diyerek ayağa kalktı, ayrıldık…
Menemen Olayı
Fahrettin Altay Menemen Olayı ile ilgili ilginç bilgiler vermektedir. Olay 23 Aralık 1930 yılında İzmir’in Menemen kazasında meydana geliyor. Menemen ve köylerinde dolaşan Nakşibendi tarikatına mensup küçük bir grup esrar içmekte ve hilafeti geri getireceklerine dair propaganda yapmaktadırlar. Menemen’de sabah namazından sonra toplanan grup hilafeti getireceklerine dair konuşmalar yaparlar. Halk bu olayı seyretmektedir. Bu olayı haber alan yedek subay Mehmet Kubilay bir manga asker ile tüfeklerinde talim mermileri olduğu halde kalabalığı dağıtmaya çalışır. Grubun içinden Derviş Mehmet adında ki şahıs Kubilay’ı yakalayarak elindeki bıçakla kafasını keser. İlginçtir bu olay ilçedeki askeri birliğe çok yakındır nedense askeri birliğin tüm kapıları kapalıdır ve yardıma gidilmez. Bu olayların sonucunda asiler yakalanır. Mahkemede idam edilirler. Bu olayı Fahrettin Altay şöyle aktarmaktadır:
Örfi idare ilan edilmiştir. İdamlar yapılmıştır. Fakat Mustafa Kemal bununla yetinmemektedir. Menemen ve malum köyler ahalisinin kâmilen tehcirini Gazi Paşa çok şiddetli ileri sürüyordu. İsmet paşa muhalefet ediyor, mahzurlarını sayıyor. Kazım Paşa ile Şükrü Kaya, İsmet paşa ile beraber. Fakat Gazi musır olmakla beraber kış geçinceye kadar kalsınlar diye mühlet veriyor…
Olayın failleri yakalanmış, cezaları verilmiştir. Fakat bu bile Mustafa Kemal için yeterli değildir. Tatmin olmamış ki tüm Menemen ve köylerin yerlerinden sürülmesini istiyor.
Köylüden Milletvekili Seçimi
Cumhuriyeti kuran kadro köylüye, çiftçiye önem verdiğini kanıtlamak, mecliste her meslek kesiminden temsilcilerin olduğunu göstermek için bazı vilayetlerden milletvekili adayları tespit edilmesine karar veriyor. Tabii bu göstermelik bir seçimdir. Keza seçilen kişi laik olacak, dindar olmayacak. Kemalist ideolojiye bağlı olacaktır. Bunun için Konya’dan mesleği çiftçi olacak aday belirlenmesi görevi Fahrettin Altay’a verilmiştir. Bu aday halkın oyu ile değil tek otorite Mustafa Kemal’in onayı ile vekil olacaktır. Fahrettin Altay, Mustafa Kemal’in sadık bir adamıdır. Ona verdiği her görevi kutsal bir vazife gibi yerine getirmektedir. Rusya’daki askeri tatbikata o gidecektir. Afganistan ile İran arasındaki sınır anlaşmazlığında Türkiye’nin hakemliğini isteyen, anlaşmazlık için Türkiye tarafından bu işe memur edilen yine Fahrettin Altay’dır. Türkiye’ye ziyarete gelecek olan İran Şahına mihmandarlık görevi de Fahrettin Altay’a verilecektir.
İran Şahına Beylerbeyi Sarayında Binbir Gece Alemi
İran şahı 1934 yılı Haziran ayında Ankara’yı ziyaret etmektedir. Şah için gerekli devlet törenleri yapılmıştır. Çankaya köşkünde ziyafet verilmiş, gece bir hayli ilerlemiştir. Mustafa Kemal İran şahına poker oynamayı teklif etmiştir. Teklif kabul edilir. İngiliz elçisinin de katılımıyla oyun kızışır. Ortada hayli büyük para vardır. Mustafa Kemal iki yedili ile oyundan kaçmaktadır. İran Şahına son oyuna ikimiz katılalım teklifi yapar Şah kabul eder. İngiliz elçisinin restini gören Şah ve Mustafa Kemal kare yedili ile İngiliz elçisini kumar dili ile söyleyecek olursak ütmüşlerdir.
İran şahına genç cumhuriyetin sürprizleri daha bitmemiştir. Bu sefer İstanbul’da Türklerin ne kadar geniş bir anlayışa sahip olduklarını gösterme zamanıdır. Şahın hayran kaldığı İstanbul’da artık Türk kadınları çıplak olarak denize girmektedir. Suadiye plajına Şah özellikle götürülmüştür. Oradaki plajda Türk kadınlarının denize çıplak olarak girmelerini göstermek istemektedirler. Şah akşama Beylerbeyi sarayındadır. Oradaki havuzda yüzen çıplak kızlar tarafından karşılanmaktadır. İsterseniz bu manzarayı Fahrettin Altay’ın anlatımı ile hatıratından okuyalım:
Kız Kulesi’ne yaklaştığımız sırada İstanbul’un muhteşem panoraması karşısında “Bunun hammusi (hepsi) İstanbul’dur diye hayretle sordu. Allah sahibine bağışlasın.”
“Hakikaten çok güzel ve büyük bir şehir. İşitmiştim ama bu derecede olacağın tasavvur edemezdim.” demekten de kendini alamadı. Atatürk’le beraber İstanbul’da gezerken Suadiye plajına gittik. Orası daha yeni yapılmış güzel bir yerdi. Deniz kenarında boylu poslu genç ve güzel bir kadın mayo ile dikilmiş duruyordu, kendisine yaklaşıldığı sırada güzel bir atlayışla denize daldı.
Kadınlarımız henüz erkeklerle bir arada denize girmeye yeni başlamışlardı. Bunun bir Türk kızı olduğunu öğrenen Şah Maşallah ne güzel yüzüyor hanımlarınız. “Yeniliği çok çabuk kabullenmiş görünüyor” gibi ifadelerde bulundu. Dönüşümüzde Atatürk beni çağırıp: “- Bu gece Beylerbeyi Sarayı’nda Şehinşah’a hususi bir ziyafet veriyoruz. Hariçten kimse bulunmayacaktır. Kendileri mihmandarlardan yalnız senden başka kimsenin bulunmasını istemiyorlar. O da yalnız bir nedimini getirecektir. Ali Sait Paşa’ya haber gönderdim. Şehinşah’ın bütün maiyeti ile mihmandarlara ve hariciye memurlarına Park Otel’de bir yemek verecektir. Sen oraya gitme, bizimle gel ve kimseye de bir şey söyleme…” Buyurdular. Gece motorla Dolmabahçe Sarayı’ndan Beylerbeyi Sarayı’na geçtik. Başbakan ile Meclis Reisi de vardı. Sarayın kapısında gayet güzel ve ağır giyinmiş on beş kadar kadın bizi karşılıyordu ki bunlar o zaman İstanbul’un şarkı ve dans artistleri idi. Başlarında da Suadiye plajında gördüğümüz C. Hanım vardı. Hepsi diz çökerek hükümdarı selamladılar ve Şah’a takdim edildiler. O da gülerek iltifatlarda bulundu. Saray içinde güzel bir mermer havuz vardır. Sular şıkırdıyor. Gerilerde bir orkestra ve mükemmel bir büfe… Saray kısaca gezildi, üst kat tamir ediliyor ve Şehinşah’ın geceyi orada geçirmeleri ihtimaline karşı fevkalâde yatak odaları hazırlanmış bulunuyordu. Havuzun başına bir masa ve koltuklar o şekilde konulmuşlardı ki büfe ve orkestra burayı göremiyordu. Şah’a ikramlarda bulunuldu, kendisi bir kadeh şarap alarak önüne koydu. Bu sırada artistler güzel şarkılar okumaya ve gösteriler yapmaya koyuldular. Şah meclisin sıcaklığını bozmamak için arada bir yudum alıyordu. Numaralar gittikçe açılıyor ve serbestleşiyor. Şah bunları gülümseyerek seyrediyor fakat ciddiyetini hiçbir şekilde bozmuyor. İki genç kız havuza atladılar, sularla oynamaya ve dans etmeye başladılar, Bu sırada “Ş” adındaki çıplak genç artist Şah’ın önüne yaklaştı. Elleri önünde, başı eğik havuzun kenarında ve ayakta dikildi. Şehinşah kızın başını okşayarak; Çok maharetlisiniz, genç ve güzelsiniz. Allah bağışlasın… Haydi, kızım içeri girin de giyinin, üşürsünüz…” Şehinşah’ın o geceki durumu, ağırlığı, meclisin neşesini bozmaksızın hiçbir hafiflik göstermemesi dikkati çekiyordu. Gece yarısına doğru Dolmabahçe’ye dönmek arzusunda bulundular. Hep birlikte kalktık, gene motora binerek saraya gittik. Bin bir gece masallarını bir ikinci gece yapamadık vesselam…
Evet, bin bir gece masallarından geceler yaşanmaktadır. Kemalistler bir gecede Osmanlı hanedanını yurt dışına sürgüne yollamışlardı. Onların yıllardır Türk milletini sömürdüklerini, saraylarda, haremlerde bin bir geceler yaşadıklarını anlatarak Osmanlıdan nefret ediyorlardı. Şimdi o saraylarda kendileri yaşıyorlardı. Ciddi devlet adamlığı ile alakası olmayan, poker oynamak, içkinin su gibi aktığı gece alemleri ile bir şeylerin intikamı alınıyordu sanki. Kazım Karabekir’in “Paşaların Kavgası” isimli kitabından bir alıntı yapmalıyız. Sayfa.143: “ … Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce şu izahatı verdi: Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi(CHP) bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz! Bu suretle kalkınma kolay olur.”
Mustafa Kemal, kendisinden önceki dönemde devletin ve halkın her şeyin üzerinde tuttuğu (başta din olmak üzere) değerleri, kendisine has bir yöntemle değersizleştirmiş, yerle bir etmiştir. Dini ve dinden kaynaklanan değerleri toplumun hayatından çıkartmak için ne gerekiyorsa yapmıştır. Hedeflediği cumhuriyetin başarıya ulaşması için var gücü ile çalışmıştır. Bu gün gelinen noktada bu hedeflere büyük oranda ulaşıldığı ortadadır.
Fahrettin Altay’ın adeta taptığı Mustafa Kemal de sonunda öldü. Öldü ölmesine de cenaze namazı kılınacak mı? Kılınacaksa camiye gidilmeli mi? O zamanda laikliğe aykırı bu durum Kemalistlerce halka nasıl izah edilecektir. Tüm yaşamı boyunca dine karşı takındığı acımasız tutumun sahibinin cenazesi nasıl olacaktır? Bu olayın baş aktörü yine olayın içinde olan Fahrettin Altay’dır. Sözü yine Altay’a bırakalım:
“- Cenaze namazı İstanbul’da mı, yoksa Ankara’da mı kılınacak?” Akşama kadar bir cevap alamadığım için akşam tekrar sorduruyordum. “Yarın sabah Başbakan Celal Bey, Genel Sekreter Hasan, Rıza Bey’le oraya gelecek. Görüşürsünüz.” cevabını aldığım vakit hayret ettim. Acaba bunda görüşecek ne var? Ertesi sabah geldiler. Dolmabahçe Sarayı’nda Toydemir ile beraber buluştuk. Düşünceleri: İstanbul’da veya Ankara’da cenaze namazı esnasında bazı dini olaylar meydana gelmesinden laik hükümet çekiniyormuş, namaz kılınmazsa olmaz mı?
Kendilerine: “- Bir şey olacağını sanmam, mutlaka namazın kılınması şarttır gelenek olmuş, dini bir vecibedir. Namaz kılınmazsa, bu millet elli sene sonra yüz sene sonra mezardan çıkarır, namazını kılar. Onun için namaz kılınmayacaksa beni vazifemden affetmenizi rica ederim…” Toydemir de bana katılmıştı. Bu defa, “- Evet, namazı kılınsın ama mutlaka bir camide kılmak mecburi midir?”
“- Hayır, namaz her yerde kılınabilir. Burada, içeride ver dışarıda namazı kılar, cenazeyi götürürüz.” Böylece muvafakat hâsıl olunca Celal Bey, “- Vakıflar müdürü Şerafettin Efendi’yi davet edelim. Namazı o kıldırsın.” diyerek toplantıya son verdi. Ertesi sabah sarayda birkaç saf teşkil edilmiş Şerafettin (Yaltkaya) Efendi imam olarak cenaze namazını kıldırmıştı.”
Türkçe ezan ve Türkçe Kur’an okumak mecburi idi. Şapka takmakta kanunla mecbur edilmişti. Bu yüzden cenaze namazına katılanlar başlarında silindir fötr şapkaları ile saf tutmuşlardı, Cenaze namazı sırasında Şerafettin efendi sadece “Allahu Ekber” derken Arapça okuyor diğer duaları ise Türkçe okuyordu.
Fahrettin Altay hatıratını şu şekilde bitiriyor:
“1948’de Burdur Milletvekili bulunduğum sırada bir büyük devlet adamının cenaze merasimi yapılıyordu. Bütün devlet ricali ve mebuslar orada toplanmıştı. Camii kapısındaki hoparlörden içeride konuşmakta olan hocanın sözleri duyuluyordu. Son sözü şu olmuştu: “- Müslümanlar kardeştir. Birbirlerine rast geldiklerinde Selamün aleykümle selamlaşırlar ama ne yapalım ki şimdi bir günaydın çıkarmışlar. Allah cümlemizi delâletten kurtarsın, âmin!”
Bunu o zamanın büyük bir hükümet adamına söyledim ve:
“- Şimdiden bu gibi şeylerin önü alınmazsa çok genişler.” dedim. Hiçbir şey yapılmadı. 1950’de de bu hoca milletvekili oldu…”
“Yine bir gün meclis koridorunda eski ve yeni iki genç ve seçkin Milli Eğitim Bakanına rastladım. Kendilerine dedim ki: “- Ramazan aylarında yerden biter gibi yüzlerce hoca kıyafetli cahil adamlar çıkıyor. Köylere gidip zavallı halkı yanlış vaazlarla bozuyorlar. Bunun bir çaresine bakarsanız iyi olur.” Gülerek bana dediler ki: “- Biz de başımıza bir sarık mı saralım?”
Kitap Tanıtımı: Alaaddin AYDIN
[i] Mustafa Kemal’in Mason olduğu ile ilgili, ”Cemal Grande, Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri” kitabı sayfa:252. Ayrıca H. Armstrong Bozkurt kitabı, Arba Yay.
[ii] Fransız elçisinin kızıyla dans yapma esnasında bazı şeyler yaşanıyor. Bu olay, tanıttığımız kitapta anlatılıyor. Fahrettin Altay, bu olaydan iki gün sonra Başbakan İsmet İnönü’nün M. Kemal’e uğradığını anlatıyor. Kendisinden dinleyelim:
“Başvekil geldi sol yanına aldı. Bayram gecesi baloda Fransız sefiri olayını iyi bir sonuca bağladığını anlattı. Dans ederken kızına yapılan muamelenin fena maksatla olmayıp takdir maksadı ile olduğunu, iyi bir şekilde tefsir edildiğini izah etti.”