Günümüzün ekstrem modern, ekstrem seküler ve dahi lâ din-i insanı, anlamı/varoluşu tanımlarken ve mevcudat ekseninde zihninde kodlarken artık; herhangi bir inanca ait olgu yahut ritüeller üzerinden ifade etmiyor. Hayatlarında bir anlam olarak teolojik/dini bir referansa yer olmadığı gibi; tenezzülleri de, tahammülleri de yok! Birçok şey onlar için totem ve ikonalar haline dönüşmüş durumda. Hoş o cenahta din olgusunun tüm tanımları soyut ya neyse!
İnsanın yaratılış kodlarından kaynaklı nevrotik yapısı o tür yaşam tarzını benimseyenleri de sonuçta köşeye sıkıştırıyor.
İnanmak ve tapınmak insanın özünde var.
Ne yapsalar bu durumdan kaçamıyorlar!
E, eğer bir şeye illa da inanmak gerekiyorsa Quantum çağına yelken açmış bir gemiye binip, banal-sıradan-normal-sıkıcı-rutin ne varsa kurtulmanın da bir yolu ve de bir alternatifi olmalı değil mi?
Brahma, Vişna, Şiva, Krişna Hind ya da Tibet ekolleri de artık eski tadında değil! Hal böyle olunca onlar, bırakın din-ibadet ve o kavram türlerine ait var olan tanımlamaları, artık ‘‘Tanrı’’dan bile sıkıldılar!
Siyonist İsrail’in işgali altında 74 yılını, Osmanlı himayesinden çıkışın 105. yılını deviren işgal altındaki Kudüs’te yer alan İbrani Üniversitesi’nin Tarih Bölümü’nde profesör olan Yuval Noah Harrari; ‘‘Dünyada temelde iki farklı türde Tanrı anlayışı var! İlki, hakkında gerçek manada hiçbir şey bilmediğimiz Tanrı’dır. ‘‘Bing Bang’in sebebi nedir ve hayat nasıl başladı’’ gibi bilimin dahi halen cevaplarını veremediği sorulara bir cevabı olmayan Tanrı! O Tanrı ki; gizemli, bâtın, erişilemez, aşkın, duyu organlarıyla anlaşılamaz ve hakkında asla yorum yapılamaz. Hakkında hiçbir bilginin olmadığı yüce şey!
Bir de bunun tam tersi olan Tanrı var; ‘‘katı, kuralcı tanrı!’’
Bu tanrı hakkında ise çok şey biliyoruz! Bu tanrının hangi kadın elbiselerini önemsediğini, cinsellik hakkındaki görüşlerini, kime oy verilmesi konusundaki görüşlerini biliyoruz. Birileri ise tam bir usta sihirbaz gibi işlerine geldiğinde o gizemli tanrıyı, yine işlerine geldiğinde ise kuralcı tanrıyı devreye sokuyor. Ve ben, devasa kara delikleri, bu kozmosu, evreni, hayatı organize eden gücün bir kadının ne giyeceğine, iki erkeğin birlikte olup olamayacağı gibi basit şeylere karışmayacağını düşünüyorum…’’ ifadeleriyle tam bir münkir edasıyla, yeni bir din-inanç-tanrı arayışının heyecanını duyanlara; tüm bünyelerini grafencesine kapsama altına alıp, kök zamandan uç zamana bir inisiyasyona hazırlamak için yeni bir ‘‘kurtuluş/çıkış’’ yolunun işaretlerini ortaya koymak için önce mevcut ‘‘tanrı algısını’’ yıkmaya çalışıyor ve akabinde alternatifi şu ifadelerle sunuyordu; ‘‘Yeni bir süreç başladı! Mevcut dinler, eğer yaşanan bu sürece uyum sağlayamazlarsa önemlerini yitirecek!’’
Harrari tabiî ki kabul ettireceği şeye zemin hazırlamakta mahir. Bu açıklamalardan sonra mevzuyu bir yere getirecek! Peki ama nereye? Harrari’den alıntıyla devam edelim:
‘‘Ben bu yeni sürece tekno-din diyorum! Ve insanların yeni din olan tekno-dine inanacaklarını düşünüyorum. Yarın artık Ortadoğu kutsallığını kaybedecek ve insanların yeni kutsal merkezi silikon vadisi olacak. Bir Tanrı ya da kutsal kitaba değil; teknolojiye dayanan bir din!
Google, Facebook, Amazon vb. sadece yeni cihazlar değil, yeni dinler yaratıyorlar. Dinlerin verdiği bütün geleneksel sözleri vererek; “Size mutluluk getireceğiz, size huzur getireceğiz, hatta teknolojinin yardımıyla size içinde sonsuza kadar yaşayacağınız cenneti sunacağız. Üstelik öldükten sonra değil; burada Dünya’da!’’ diyorlar. Şimdi artık yüksek teknolojiler geliyor ve tarihteki diğer ilahi peygamberlerle kıyaslarsak, (bugünkü tekno-dinlerin) ‘‘peygamberleri’’ gerçekten süper güçlere sahip. Saniyeler içinde tebliğlerini milyarlarca müride ulaştırabiliyorlar. Ve istedikleri her şey anında oluyor.
Soru-sorun şu; ‘‘eğer dinler bu yeni kuralları kabul etmez ve uyum sağlamazsa ne olacak?’’ Cevap ise çok basit; bu yeni norma uyum sağlamayan din, hakikatle ilgisini her geçen gün kaybedecek.
Herkes dinlerin bugünün dünyasında muazzam güçlü olduğunu sanıyor, aksine 300 ya da 1000 yıl öncesine kıyasla çok daha az güçleri var. Dinler; bilim, teknoloji ve yeni kurumlar karşısında, geçmişte hüküm sürdükleri geleneksel alanların çoğunu kaybetti… Bugün geleneksel dinler, önceki çağlara göre çok çok daha zayıf durumda. Hala etkileri var. Fakat eğer 21. yüzyılın yeni şartlarına uyum sağlamazlarsa, yeni kurum ve hareketler karşısında etkilerini kaybetmeye devam edecekler…’’
…
Yeni dönemi inşa eden aklın; yeni Huntington’u ve Fukuyama’sı olan teorisyenlerinden Harrari’den kısa bir özetle alıntı yaptığım bu ifadeler aslında yeni değil! Sayısı çok az da olsa feraset sahipleri gelen çığı çok önceden gördü ve uyarılarını yaptı ve yapmaya da devam ediyorlar. Zaten, tüm uyuyanları uyandırmak için bir uyanık yetiyor.
Aslında Batı, çok zaman önce ‘‘Tanrı’dan vazgeçmiş’’ ve hatta O’nu ‘‘öldürmüştü’’ bile!
Alman şair Heinrich Heine, Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi” adlı eseri için, ‘‘Tanrıcılığı infaz eden kılıç oldu” demişti!
Nietzsche ise 100 yıl önce, Kant’ın yolunda giderek Batı’ya karşı bir başkaldırış olarak şok edici bir tez/teorem/rest/iddia ortaya atmış ve; ”Gott ist tot” Tanrı öldü demişti!
Her halükarda, nihilizmin ‘‘hiçliğinde’’ debelenen bohem batılı biliyordu ki ortada bir ‘‘tanrı’’ varsa sonuçta bir ‘‘değerler’’ silsilesi de var demektir. Filozof Nietzsche, Hristiyan Batıya seslenip; ”Gott ist tot” Tanrı öldü derken ‘‘norm/inanç ve değerleriniz de öldü!’’ demek mi istiyordu?
‘‘Tanrı’’, değerler hiyerarşisinin zirvesiyse, ‘‘Tanrı’nın ölmesi’’ metaforik bağlamda, ontolojik olarak varlığı Tanrı’nın varlığına bağlı olan insanın da ölmesi manasına gelmiyor muydu? Yani Nietzsche ”Gott ist tot” derken, dinsizliğin de pençesine düşen Batı insanının zombiye dönüştüğünü, yaşayan ölü olduğunu da betimlerken, ”Ey Batı, inancınızı yitiriyorsunuz! Ey Hristiyanlar; ellerinizle kendi kuyunuzu kazıyor, gelenek ve inançlarınızdan koparak ”Tanrı’yı” ve dolayısıyla ”kendinizi öldürüyorsunuz…” diyordu! Olan oldu ve ölen öldü!
…
Eğer bir şeyi yok saymaya başlayacaksanız onu yeniden tanımlamak zorundasınızdır. O tanımlamayla siz, red ettiğinizin yerine ikame ettireceğiniz şey hakkında karşı tarafı ikna etmek için zemin hazırlamış da olursunuz! Eğer inkar ederek başa çıkamadığınız-çıkamayacağınız şey hakikat ise, o hakikati bükmek en akıllıca yoldur. Hakikati ortadan kaldıramayacaksanız eğmeli ve bükmelisiniz.
Küresel, satanist, karanlık, deccaliyet sisteminin en başarılı olduğu şey de tam da budur! Hedef, Din-i Mübin’i İslam olunca hele! İslam’ı, O’nun Peygamberini/sünnetini ve inanç temellerini yok etmek adına denemedikleri yöntem kalmadı. İdeolojik, fikri, mezhebi, felsefi her yolu denediler! Küresel aklın artık sadece İslam’ı hedef almadığı tüm inançlara karşı savaş açtığı gerçeği hiç olmadığı kadar aşikar. İslam’ın haricinde zaten iddia sahibi hiçbir inanç da yok!
İslam ise şirkin her çeşidine dün olduğu gibi bugün de karşı duruyor.
Yeni tekno paganizm karşısında imana susamış insanlığı Bedir kuyularının başında, kesretin gürültüsünden boğulmak üzere olanları tevhidin sembolü şehadet parmağı gibi duran Uhud Dağı’nın sekinet dolu eteklerinde kopan fırtına ve vaveyla tuzaklarını alaşağı etmek için elde kazma hendek başında nöbete namzet, insanın kâbesine doldurulan tekno putların her türlü aplikasyonu, uygulamasına karşı firewall görevi görecek donanımlarla hazır olan İslam, Tanrılara karşı tek/biricik/yegane bir İlah çağrısıyla bugüne ve yarına alternatifsiz tek alternatif!
Mükemmel olan İslam’ın, mensupları olduğunu iddia eden günümüz modern ya da gelenekçi ‘‘Müslümanları’’; davranışları/amelleri/ahlaklarıyla kötü örnek olmayıp insanlığın son sığınağı İslam’ı, değerlerini ve haysiyetini darağacına çekip, ”öldürmeye” teşebbüse yeltenmezse!
Dün, kilisenin ve hıristiyan ”mü’minlerin” düştüğü hataya düşmesse!
Mükemmel olan İslam, ‘‘müslümanların elinden kurtulabilirse!’’
‘‘Dinsiz, dindarlar’’ İslam’dan elini çekerse!
Bedir’de!
Uhud’da!
Hendek’te!
Hayber’de!
Fetih de orada…
Aksi halde;
‘‘Allah hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir, dolayısıyla sizin yapacağınız ibâdetlere, vereceğiniz sadakalara ihtiyacı yoktur; asıl buna muhtaç olan sizlersiniz. O hâlde, seçim sizin: Eğer Kur’an’ı yaşama ve tebliğ etme görevini başarıyla yürütürseniz, dünyada da, âhirette de şeref ve üstünlük kazanırsınız. Yok eğer yüz çevirirseniz, Allah emânetini sizden geri alır ve sizin yerinize, bu dâvâyı cesaretle omuzlayacak ve sizin durumunuza düşmeyecek başka bir toplum getirir!’’ (Muhammed Suresi 38. Ayet)
‘‘Ve hiç düşünmüyor musunuz ki, Allah dilerse hepinizi yok edip yerinize yepyeni bir toplum meydana getirir’’ (İbrahim Suresi 19. Ayet)
‘Neyse ki yarın var… umutların en sevdiği gün!”
Bülent Deniz / Haber Vakti