Rahmetli babamla sıcak bir Ağustos günü (1956) evden birlikte çıktık. Evimiz Maraş merkezde ve yüksekçe bir yerdeydi. Rampa aşağı inerken babam aniden durdu. Bana hitaben: ‘Bana bak oğlum! Ben ölürüm, sen kalırsan, sana bir vasiyetim var. Senin kendi anandan dört kız kardeşin var, bunların sorumluluğu sana ait. Bacılarının baliğ olmaları halinde haklı-hürmetli bir kısmet çıkarsa hemen ver, bekletme. Unutma! Baliğ olmuş kız kesilmiş ete benzer, durdukça kokar, kokutma emi…’ dedi.
Bu vasiyeti yapıldığı zaman ben on yaşındaydım. Bacılarımın dördüncüsü doğalı henüz 10-15 gün olmuş. Tabii ben vasiyet nedir onu da bilmem. Neyse babam bu konuşmadan ve 4.bacımın doğumundan 20-25 gün sonra berberde tıraş olurken bir kalp krizi sonrası vefat etti.Sonrasında benden bir yaş büyük baba bir anne ayrı kardeşimle beni bir taksinin arkasına oturttular, babamın cenazesini de kucağımıza yatırdılar. Cenazeyi eve getirdik. İkindi namazı sonrasında da defnettik.Tabii o zamanlarda on ve onbir yaşlarındaki çocuklara çocuk muamelesi yapılmadığını da bir tarafa not edelim,belki lâzım olur!
Yazıma niçin böyle başladım? İzninizle kısaca izaha çalışayım. Efendim ülkemizde ve belki de tüm dünyada evlen(me) konusunda önemli ölçüde kafa karışıklığı var. Halkı Müslüman olan ülkelerde de, Müslüman olmayan ülkelerde de evlenmenin önünde önemli engeller var. Bu engeller adeta evrensel bir ortak paydaya dönüşmüş durumda. Elbette bu engelleri daha da besleyen önemli araçlar da mevcut. Öne çıkan en önemli engellerin başında evlenmekten korkmak geliyor.Nasıl korkmasınlar ki;neredeyse sosyal medya,yazılı ve sözlü basın mütemadiyen kadına karşı şiddet,kadına karşı işlenen cinayetler,bu da yetmiyormuş gibi sürekli boşanma haberleri veriyor. Bu korku bireyleri evlen(me) noktasına getiriyor. Niçin korkuyorlar? Çünkü kitle iletişim araçları, yapılan evlilik programları, dizi, filmler vs. tüm bunlar neredeyse 24 saat evlilikle ilgili ne kadar olumsuzluklar varsa onu paylaşıyorlar. Haşa! Kadın cinayetlerini makul karşılayan birisi değilim. Bırakınız cinayeti, kadına fiske bile vurulmasına razı olamam. Ne var ki kadına şiddet olayı yalnızca bugünün sorunu değil ki! Neredeyse insanlık tarihi boyunca hep olagelen bir şenaat- kötülüktür. Lütfen bir Allah’ın kulu söylesin görsel ve yazılı medyanın hovardaca haberleştirdiği, magazinleştirdiği kadın cinayetleri haberleri toplumun eğitimine, davranışlarına hangi müspet katkıda bulundu, ya da bulunuyor?
Evlen(me)nin önündeki bir diğer önemli neden de yaş faktörü. Önceleri Türkiye’de evlenme yaşı 17 ila 21 arası idi. Şimdi bu 25-30 yaş aralığına çekildi. Üniversite eğitimi çılgınlığı toplumu-gençliği tam anlamıyla kuşattı. En dindar, en geleneksel aileden en liberal-laik aileye varıncaya kadar hemen tüm aileler çocuklarının mutlaka kız olsun erkek olsun üniversite okumasını elzem görüyor. Eh! Öyle olunca da çocuklar en iyimser tahminle 23-26 yaş arasında üniversiteyi bitiriyorlar. Sonrası? Sonrasında ise kız nedir, kadın nedir, erkek nedir? Bunların da adeta tahsilleri boyunca teşhis ve tespitini yapıyorlar.. Yapay aşklara, sahici olmayan birlikteliklere tanık oluyorlar. Özetle geldikleri son nokta evlenmek mi? Aman Allah korusun!
Gençler gerek sosyal hayatta ve gerekse tahsil hayatlarında o kadar çok olaylara şahit oluyorlar ki ve yine o kadar çok çeşitle karşılaşıyorlar ki, tüm bunlar gençlerin evlilik tercihlerinde onları olmaması gereken endişe ve düşünceye sevk ediyor. Bunlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz. Mesela, ‘Hasan iyi bir arkadaş ama boyu biraz kısa’ ya da ‘Meryem’le anlaşabileceğimizi sanıyorum ama keşke biraz kilolu olmasa’ veya ‘Ali iyi ama onun annesi, kardeşleri bize huzur vermezler.’ Ya da: ‘Ahmet! Esra için ne dersin?’ ‘Onu beğeniyorum, ancak biraz boyu boyuma uygun değil.’ Evet, bunları çoğaltmak mümkün. Ama bir başka önemli sorunda EBEVEYN sorunudur. Eskiden anne ve babalar belirli yaşa gelmiş çocuklarının bir an önce ev bark sahibi olmalarını isterlerdi. Şimdi ise yaşı yirminin üstünde olan kız-erkek çocukları için: ‘Onlar daha çok küçük, evlenecek yaşta değiller.’ Tabii siz, o çocukları şahıs olarak görmez, kendi ayakları üzerinde durabilecek bir şahsiyet olarak yetiştirmezseniz onlar hayatları boyunca BALİĞ olsalar da REŞİT olamıyorlar. TEMYİZ kabiliyetleri oluşmuyor.
Eskiden o beğenilmeyen-gerici-geleneksel olarak addedilen ailelerde anne ve babalar kızlarına gelecek taliplilerin ahlaki boyutu öncelikli tercihe yönelirlerdi. Tahkikatlarını da bu minval üzere yaparlardı. Servet ve şöhret öncelikli değil, ahlak öncelikli bir tercih yaparlardı. Hatta fiziki güzellik konusunda da : ‘Aman ne yapalım varsın huyu güzel olsun.’ derlerdi. Bir gün sosyal, siyasi ve entelektüel birikimi olan değerli bir büyüğümle sohbet ediyoruz, evlilik-evlenme konusu gündeme geldi. Merhum ağabeyim: ‘Dünyanın en güzel kızı ve erkeğinin fiyakası altı aydır. Altı ay sonrasında evliliğin huzur ve güveni ahlak ile huy ile temin edilir.’demişti.
Ben de iki erkek evladımı evlendirdim. İki de kızımı gelin ettim. Özellikle kızlarımı evden çıkarırken şimdikiler gibi: ‘Kızım evim evindir, kapım her zaman sana açık, anlaşamazsan, bir sorun olursa çekinme gel.’ demedim. Ya ne dedim? ‘Kızım sen, şu ana kadar Rabbimin bana bir emaneti idin, ben gücümce bu emanete sahip çıkmaya çalıştım. Bundan sonra senin yerin kocanın evi. Şu andan itibaren öncelikli annen ve baban kocanın annesi ve babasıdır. Allah yolunu açık etsin, bundan böyle evime misafir olarak gelirsen başım üstüne. Haydi, Allah’a emanet ol.’ diyerek yolladım.
Ha! Şimdi bir de, şimdiki gençler evlilik görüşmeleri yaparken birbirlerinden çok farklı beklentiler içerisine giriyor. Mesela: ‘Ne yaptınız, anlaşabildiniz mi? Cevap: ‘Hayır! Elektrik alamadım.’ Yapma Ya Hu! Allah aşkına kızlarımız ve erkeklerimiz kendinizi hidroelektrik santrali mi sanıyorsunuz, ne elektriği, ne akımı?
İnsan uzvi ve içgüdüsel ihtiyaçlarla yaratılmış bir varlık. İnsanın duyuları var, nefsi var, nefreti var, sevgisi var. Bunların hepsinin tatmini cihetinde bir yol göstericisi de var. Tüm bunların tatmini için belirlenen yol da dindir. İnsan şehvet içgüdüsünden dolayı hesaba çekilmez. Açlık ihtiyacından dolayı da hesaba çekilmez. Tüm içgüdü, uzvi ihtiyaçlar, sevgi-nefret vb. hususların tatmini cihetinde seçmiş olduğu yoldan (dinden) hesaba çekilir. Bu bağlamda Müslüman bireyler için yegâne yol gösterici, ihtiyaçların tatmini için müracaat mercii Kur’an-ıKerim, Hz. Resul’ün (as) sünneti ve İslam büyüklerinin, âlimlerin bu iki temel esasla örtüşen içtihat ve görüşleridir. Nitekim Kur’an’da Yüce Allah: “Size onlar sayesinde veya onlarla huzur ve sükûnete ermeniz için kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet halk etmesi O’nun kudretinin alametlerindendir. Bunda düşünen bir topluluk için işaretler vardır.” (Rum 20/21) buyurmaktadır. Yine bir başka ayet-i kerimede: “Sizden bekâr olanları, köle ve cariyelerinizden uygun olanları evlendiriniz. Eğer onlar fakir iseler Allah fazlından onları zenginleştirir. Allah imkânları ve rahmeti geniş ve her şeyi bilendir.” (En-Nur 24/32) buyurmakta ve yine: “Onlar sizin için bir libas, siz de onlar için bir libassınız.” (Bakara2 /187) Hz. Resul (as) buyuruyor: “Ey gençler, sizden evlenmeye güç yetirenler evlensin.” Yine: “ Kadın dört sebepten biri için nikâhlanır: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanını seç ki hayır ve bereket göresin.” (Buhari, Nikâh 15)
Özetle günümüzde evlen(me) sorununun önemli sebepleri çok olmakla beraber birçok konuda olduğu gibi tevekkülü bıraktık, rızkın ve ecelin Allah’ın elinde olduğu gerçeğini göz ardı ederek sanki rızkı verici ve ömür tayin edici olarak kendimizi görmeye başladık. Muhatabın fiziki güzelliği, huy güzelliğinin, dindarlığının önüne geçti. Şahsiyet olmak yerine edilgen bir uydu haline geldik, getirildik. En önemlisi de EVLİLİĞİ idealize ettik. Oysa evlilik idealize edilmez, realize edilir. Tavizin en meşruu olduğu yer evlilik kurumudur. Zaten eşler bibirlerinin yanlışlarını-hatalarını affetmezlerse evlilik devam etmezki. Düşünsenize iki ayrı cins,iki ayrı huy,bunları nasıl idealize edeceksiniz? Evlenmeye karşı olmak, eğer bir rahatsızlık yoksa fıtrata meydan okumaktır. Özetle diyorum ki: Sevgili gençler bu evlenmeme badiresini günümüz şartlarına göre Allah’ın Kitabına, Resul’ünün sünnetine uygun olarak yeniden gözden geçirelim ve Hz. Resul’ün(as) şu uyarısına kulak verelim: “ Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim bu sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz çünkü ben (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı çokluğunuzla iftihar ediciyim.” (İbn Mace, Nikah)
Süleyman Arslantaş/Her Taraf