Biz bir yolun yolcusu, yolumuz yoldur diyen bir davanın neferi, mensup olduğumuz dinin mücahidi, partimizin bayraktarı, okuyup yükselen bireylerle devletin yanlışlıklarını düzeltmeye; uyuşuk toprağı yeni yağmurlarla diriltmeye azmetmiş bir nesildik.
Hakikati arıyorduk ama davanın boyasını tek renk istikamet üzre olmak biliyorduk sadece.
Geleneksel yollarda İmam Gazali’nin İhya’sını, Mehmet Akif’in Safahat’ını, Mevlana’nın Mesnevi’sini okuyup kitlenin bağrına bastığı emin adımlarda yürüyorduk ana caddede. Namazını kılan, orucunu tutan, el aldığı yolun derslerini ihmal etmeyen, Hatme hacelere gayret gösteren bir derviş iken farklı bir ses infial uyandırmıştı. Belki Türkiye’de İslami camiada, belki sadece Ankara’da; bir ihtimal bütün dünyada.
Ercüment Özkan’ın İktibas dergisinde Mevlana’ya saldırılmıştı. Biz bize gelen haberleri araştırmak zorundaydık. İktibas’ı aldık hemen ve okuduğumuzda Ercüment Özkan iftira etmiyordu, çarpıtmıyordu. Mesnevi’de bulunan bir “hikaye”yi alıntılamış ve “Müslümanlar bununla mı ahlak öğrenecek, bu hikayelerle mi muvahhid olacak” diye sormuştu. Tarihin kutsallaştırılmasına, dini ve tarihi hamasetin sakıncaları ile yüzleşmeye itti bizleri. Ana caddenin dışında başka sokaklar, patikalar, farklı okumalar olduğunu çarpıcı bir şekilde öğrenmenin zamanı gelmişti demek. Her okuduğumuzda hikmet aramak bir tercihse, eleştiri ve saldırılarla imanı sağlamlaştırmak, yorumların zenginliğini öğrenmek bize farzdı anlaşılan.
Anlıyoruz ki Ahi Evran gibi Mevlana’nın zıt kutbunu temsil eden, Moğollarla uzlaşmayı değil mücadeleyi seçen Türkmenlerin merkezi Kırşehir’di. Ercüment Özkan da Kırşehir Mucur’dan. Bilinçli bir tercih değilse, ait olduğumuz topraklar bizi besleyip büyütürken ruhlarımıza, gönüllerimize ve tercihlerimize de şekil veriyordu. Besleyip büyüten bir iklimdi coğrafyamız. Dilimiz ana kucağının sesi. Tarihimiz bizim kaderimiz. Mesnevi’de Hoylu Şeyh hikâyesi aslında Ahi Evran’ı küçük düşürmeye niyetlenmiş bir propaganda idi. Ercüment Özkan bu yolu açınca Mesnevi’yi eleştirel okumak alışkanlığı gelip bizde istikrar bulacaktı, hatta her kitabı. Maturidi mezhebine dahil olsak da Gazali’yi okurken Eşariliği içselleştirdiğimiz şaşırtıcı bir gerçekti. Bunun sonucu Arapların örfü bizim için nas olurken, bu toprakların naslarını bidat gören bir anlayış içimizde kök salıyordu. Bir inanç, farklı okuma, mezhep ve yorumlarla zenginleşirken bunların üstünde ortak bir anlayış ve üst bir kimlik veriyorsa, kendine güveni var demekti. O halde Ercüment Özkan Hizbü-t Tahrir’e üye olurken de hakikati arıyordu, Kırşehirli Ahi Evran’ın yolunu genişletirken de. İktibas’ı yayınlarken de.
Nitekim bu arayışı Basın Haber Ajansı kurmasıyla bir bilinç taşıdığını da anlatır. Haberlerin ağında bilincimiz, idrakimiz, zihniyetimiz şekilleniyorsa Müslümanların buna karşı bir tedbiri olmalıydı. İktibas, alıntıladığı haberlerle, bize ehemle mühimin, dezenformasyonla provokasyonun inceliklerini öğreten bir mektepti artık. Yargılamalarla, hapis ve sürgünlerle geçen bir ömür, davaya inancın tezahürüdür. Bir dava açılır hakkınızda; düzene biat eder hayatınıza devam ederseniz bu uyum davasıdır. Açılan hiçbir dava sizi yolunuzdan alıkoyamazsa bu kopuş davasıdır. Necip Fazıl gibi Ercüment Özkan da yargılanmaktan çekinmedi; sadece Müslümanların kendisine kulak vermemesinden bizardı. Biz dahi yargılandığı bir davada Mehmet Çoban’la birlikte avukatlığını yapmakla bu duruşuna şahit olanlardanız. Bizden önce belki onlarca kez yargılanmış, hapis cezası almış, sürgünler yaşamıştı. Ahir ömründe sağlığı elverişli olmamasına rağmen mücadelesine, konferanslarına, bu ülkenin çocuklarının belleklerinde iz bırakmak için çalışmalarına devam etmekten kaçınmadı. Vefatı bir konferans için gittiği Adana’da vuku buldu. Ankara’da kıldık cenaze namazını ve Karşıyaka mezarlığına emanet ettik. İnsanın ruhsal zenginliğine yollar açan tasavvuf konusunda anlaşamasak da aynı dinin mensubu olarak omuz omuza vermekten güç aldığımız bir insandı. Bir derviş gibi alçakgönüllü, bir mücahid gibi heyecanlı ve Kur’a’nla aydınlığa ulaşacağımıza iman etmiş bir tebliğci idi.
Bazen seni istikamete çağırdığını zannettiğin her ne varsa önyargı olur, engel olur; hamasetle put olur. Bunu bilemez, sezemezsin, çünkü bildiğin yalnız dine ait olduğunu sandığındır. Ercüment Özkan gibi insanlar sizi uyandırır, sarsar ve her nereye aitsen bir bilinç üzre olmaya davet eder.
Ankara‘da Tuna Caddesinde Haber Ajansı; burada yayınlanan İktibas, yeni yazarlar kazandı davaya gönül vermiş. Ortadoğu’dan sahih haberler getirmeye çalışan, Ortadoğu’nun yeni konjonktürde önemine işaret eden bir çabaydı. Uluslararası oyunların önce kalemle yazıldığını öğretti Ercüment Özkan ve İktibas Dergisi. Emperyalizm o yazıların icra aşaması. Bugün anlıyoruz ki insan sezgileri kadar büyüktür ve işaret ettiği noktanın dünyanın merkezi olduğuna dair isabetli teşhisleri kadar. Hakikate adanmış bir ömrün arayışlarıdır Ercüment Özkan. Bu topraklarda İslam’ın, elde Kur’an’la tarihin, coğrafyanın ve dilin çekim merkezinde olduğunu hatırlatan arayışın adresiydi. Bir kutlu insan, çağdaş Birgivi, sade hayatıyla dervişti, dervişmeşrep. Farklı okumaların yöntemine sahipti; Türkiye’ye emanet bıraktı bu okumanın vereceği zenginliği. Ankara’nın, tektipleşen zihniyetlerin eleştirmeni değil sadece, İslami mücadelenin gizli gücü, açık muhalifiydi. Bize tercih yapmakla ancak rüşde ereceğimizi gösteren bir mürşitti.
Bu da bir okumadır.
Mustafa EVERDİ /dibace.net