Tanıtmaya çalışacağımız kitap, Endülüs Emevi Devleti’nin siyasi tarihiyle alakalı bir çalışma. Kitabın içeriği hakkında bir söz söylemeden önce, yazarı tanımak gerekir diye düşündük ama olmadı. Ne yazık ki yazarla ilgili kayda değer bir bilgiye ulaşamadık. Kitap ilk olarak 1961 yılanda basılmış. O tarihlerde Prof. Dr. Muhammed İmamüddin’in, Hoca Dakka Üniversite’sinde görevli olduğu kitaptaki önsözden anlaşılıyor. Bunun dışında, yazar hakkında başka bir bilgiye ulaşamadık. Kitap 1990 yılında Rehber yayınları tarafından Türkçeye kazandırılıyor. Tercümeyi yapan kişi Yusuf YAZAR.Kendisini tanımıyoruz ama böyle güzel bir çalışmayı Türkçeye kazandırdığı için kendisine teşekkür ediyoruz. Bu çalışmasından dolayı, Allah ecrini versin. Kitap yaklaşık 450 sayfa, 19 bölümden oluşuyor. Kitapta yazım hatası oldukça fazla, bu da küçük bir eleştirimiz olsun. Daha sonra kitaba iki ek yapılmış. Eksiğiyle, fazlasıyla kitabı okuduğumda kendi kendimi suçladım, neden daha önce okumadım diye, ama kısmet böyleymiş.
Kitabın tanıtımını yapmaktaki asıl amaç Endülüs’ün tarihine ilgi duyan kardeşlerimin okumasını sağlamak ve bir Müslüman olarak tarihimizden gereken dersi almak. İspanya Emevi Devletini siyasi yönden tanımak isteyen kardeşlerimiz için, gerçekten güzel bir çalışma diye düşündük. Muhammed İmamüddin Hoca, kim bilir kaç yılını vermiştir böyle bir çalışmaya. Verilen bir emeğin karşılığı mutlaka olmalı ve Müslümanlar, büyük gayretlerle yazılan tüm eserleri görmezden gelmemeli ve değerli buldukları kitapları okuma konusunda asla ihmal etmemeliler.
Endülüs İspanya’sını baştan başa fetheden iki büyük mücahid ve kahraman, komutan: Musa b. Nusayr ve Tarık b. Ziyad. Endülüs Emevi devletini hatırladığımızda ilk akla gelen Tarık b. Ziyad ve Musa b. Nusayr’dır. Halife tarafından görevlendirilen bu şahsiyetler, bölgede savaş şartlarının olgunlaştığı bir zamanda önce Tarık, sonra Musa İspanya’ya gönderilir. Gerek Afrika, gerek Avrupa, o günkü şartlarda savaş ortamındaydı ve İspanya’nın fethi bir çok açıdan oldukça müsaitti. Yapılması gereken, hem siyasi hem de askeri açıdan doğru bir strateji geliştirmekti. Hıristiyan kralların halka uyguladığı baskı ve zulüm halkın canına tak etmiş ve halk adeta bir kurtarıcı bekler durumdaydı. Tabi ki, bir ülkeyi fethetmek ve orada kalıcı olmak için içeriden yardım almak, önemli unsurlardan bir tanesiydi. Bu büyük komutanlar halkın sempatisini kazanmayı başardı ve halk Krallardan gördüğü zulümden dolayı Müslümanlara kucak açtı.
Yukarıda İsmi geçen, iki büyük kahraman komutanı biraz yakından tanıyacak olursak: Musa’nın babası, İran topraklarından, (Ayn Tamar’dan) Halid b. Velid tarafında savaş esiri olarak getirilir. Musa, 640 yılında doğar, eğitimini Suriye’de alır. Tarık b. Ziyad, Berberi kökenli, o da bir köle ve hatta Musa’nın kölesi. Tarık, Musa’nın en büyük komutanlarından birisidir. Bu iki şahsiyet, halifeye bağlı ve halifenin verdiği görevleri yerine getirmekle sorumlu. Musa b. Nusayr’ın Tanca valisi olarak görevlendirmiş olduğu Tarık b. Ziyad, (30 Nisan 711’de) 7000 kişilik bir orduyla İspanya’ya gönderilir. Rock yakınında adaya çıkar. Burası hala Tarık’ın ismiyle anılır. (Cebel-i Tarık). İçeriden kendisine katılanlarla birlikte, ordusunun sayısı kısa zamanda yüz binleri bulur.
İki zıt yönden İspanya’ya giren bu iki komutan, İspanya’yı iki üç yıl gibi kısa bir zamanda fetheder. Her türlü zorluğun üstesinden gelen bu iki komutan uygulamalarıyla da halkın gönlünü kazanır. Bu sırada hasta olan Velid tarafından, ikisi de geri çağırılır. Geri çağırılan iki komutan Musa ve Tarık, İspanya’yı Eylül 714’de terk ederler. Tarık’ın İspanya’da kaldığı süre 3 yıl dört ay, Musa’nın kaldığı süre ise iki yıl dört ay, bilgisini veriyor yazar İmamüddin. Geri çağrılan bu iki büyük komutandan ilki Musa b. Nusayr, iki yıl sonra vefat eder. Tarık ise, hayatının geri kalan kısmını sefalet içerisinde geçirir ve vefatının bile farkına varılmaz. İnsan merak ediyor bu kadar kıymetli bir insanın nasıl olur da ölümü bile fark edilmez? Yani Tarık b. Ziyad’a reva görülen bu davranış neyin nesi? Bu güzide insanları hatırlayan olmaz ama ne hikmetse, emperyalist kâfirlerin dayattığı sahte kahramanlar (İlahlar desek daha doğru olur) ve onların yerli uyduları, asırlarca insanların gündeminde tutulmaya çalışılır. Hatta çocukların beyinleri onların fikirleriyle yıkanıyor ki, kokuşmuş düşünceleri ilelebet yaşasın ve saltanatları varlığını korusun.
İnsana şaka gibi geliyor ama gerçek, İspanya’yı baştan başa üç yıl gibi kısa bir zamanda fetheden bu iki büyük komutan, Emevi halifesi tarafından geri çağrılıyor. İnsan gerçekten merak ediyor, neden bu başarılı insanlar geri çağırıldı? İslam ümmetinin başı olan halifenin, başka hiç mi komutanı yoktu da bu insanlar geri çağırıldı? Tabi çok sebep sıralanabilir, bu sebeplerden birisi, kuşkusuz Velid’in hastalığı olabilir, ama çağırılan komutanların akıbetlerine baktığımız zaman başka entrikaların da olması gayet muhtemel. Okuyucu kitabı okuduğunda tatmin olacağı bilgilere ulaşacaktır.
Yazar İmamüddin Hoca devamla, İspanyanın fethinin kolay oluşunun sebeplerinden birisinin, şartların buna müsait olduğunu, iç ve dış etkenlerin büyük ölçüde yardımcı olduğunu söylüyor. İspanya, Müslümanlar tarafından fethedilip Musa ve Tarık geri çağırıldıktan sonra İspanya’nın ilk Emiri, Musa b. Nusayr’ın oğlu Abdülaziz olup yönetim merkezi Seville’dir. Halife tarafından sevilmeyen Abdülaziz, iki yıl kadar yönetimde kalır ve Hıristiyan bir kadınla evlendiği için din değiştirme korkusundan öldürülür. Takip eden yıllarda kısa aralıklarla, emirlerin değişmesi Müslümanların enerjisini tüketiyor ve güç kaybına sebep oluyordu. 756 yılına kadar bu böyle devam etti.eder.
Mervan II’nin Abbasiler tarafından Zab nehri kıyısında mağlup edilmesiyle, Mart 750’de Emevi yönetimi sona erer. Hilafet, Abbasi hanedanına geçer. Emevi hanedanına mensup birçok kişi, acımasızca öldürülür. Bazı Emeviler kaçar ve bedevi kabilelerine sığınırlar. Bunlardan biri de, Muaviye’nin oğlu ve halife Hişam’ın torunu Abdurrahman’dır. (Doğumu: 113/731). Olaylar Abdurrahman’ın lehine gelişir ve 756 yılında emir olur. Emirliği döneminde Abdurrahman, birçok büyük işler başarır, edebiyata önem verir, fakir insanlara sadaka dağıtır, büyük ölçüde savaşla meşgul olmasına rağmen, İspanya’nın gelişmesi ve güzelleşmesinin temellerini atar. 32 yıllık hükümdarlığından sonra, 788 yılında 59 yaşında ölür ve naşı Kurtuba Sarayına defnedilirdadır. Abdurrahman I, nesiller boyu devam etmiş olan bir hanedanlığın kurucusudur.
Ölümünden sonra, yerine oğlu Hişam geçer. Babasının yapımına başladığı Kurtuba’daki camiye özel bir ilgi gösterirdi. 182 metre uzunluğunda ve 76 metre genişliğinde olan bu yapı, Emire 160 bin dinara mal olmuştur. Aradan 1100 yıl geçmesine rağmen, hala başlangıçtaki güzellik ve çekiciliğini muhafaza etmektedir. 8 yıl iktidarda kalan Hişam, 796 yılında 40 yaşında vefat eder. Hişam’ın ölümünden sonra yerine oğlu Hakem I, tahta geçer. Kendisi içki ve ihtişama düşkün birisidir. Kendisi akıllı ve cesur bir kişi olup çevresinde debdebe ve ihtişam meydana getiren ilk Endülüs prensiydi, içkiye düşkündü. Halkın huzursuzluğuna ve isyanına aldırmaz, eğlenceden ve lüksten asla taviz vermezdi. Yazarın verdiği bilgiye göre, kendisi şair ve müzik severdi. Çatışmada öldürülürse, diğerleri tarafından başı ayırt edilebilsin diye, koku sürünür ve saçlarını tarardı. 822 yılında, yüksek ateş sonucu ölmüştür. Yerine oğlu Abdurrahman II geçmiştir.
Abdurrahman II’nin hükümdarlığı süresince dört kişi tarafından yönlendirildiği söyleniyor. Bir din bilgini, bir müzisyen, bir harem ağası ve bir kadın. Emir’in çok sevdiği İranlı müzisyen Ziryap’a lüks bir ev, bayramlarda ikramiye ve ayrıca yıllık yirmi dört bin dinar maaş vermesi, yetmedi otuz bin dinar ödenmesi için ferman çıkartması, hazinedarı kızdırır ve ödemeyi reddeder. Diğer taraftan Abdurrahman II, Yunan felsefesi üzerine yapılan çalışmalara hayranlık duyardı. Abdurrahman II zamanında, Kurtuba’daki Emevi kütüphanesi İslam dünyasındaki en iyi kütüphanelerden birisi haline gelir. Ölümünün ardından oğlu Muhammed I, tahta geçer.
Muhammed’in otuz dört yıllık hükümdarlık dönemi genelde ayaklanmalarla geçer. Muhammed, adil ve cesur bir kişi olmakla beraber, dar görüşlü ve bencil bir kişiydi. Hoş görülü ve münevver bir Hristiyan olan Gomez, 852 yılında kendisine sekreter olarak tayin edildi. Muhammed’in ölümünden sonra Münzir ve Abdullah tahta çıkar. Münzir, sadece iki yıl tahtta kalır ve ardından Abdullah tahta geçer. Sadece İspanyol yerlilerinin değil, Arap soylularının da muhalefetine maruz kalır. İki kardeş olan Münzir ve Abdullah’ın ardından 912 yılında Abdurrahman III tahta çıkar ve 49 yıl tahtta kalır ve İspanya tarihinde görülmemiş işler başarır. Endülüs Emevi devleti, Abdurrahman III döneminde tarihinin en ihtişamlı dönemini yaşar.
Abdurrahman III, “İspanya Emevi hükümdarları arasında en muktedir ve en maharetli olanıdır.” diyor İmamüddin Hoca. On sekiz yıl süren askeri uğraşlardan sonra, bütün bir İspanya’da iktidarını kurmayı başarır. Abdurrahman III, halkın halifede aradığı bütün özelliklere sahipti. Ülkeyi 17 yıl emir olarak yönetir ve ardından halifeliğini ilan eder. Yabancı saraylara elçiler atar, ziraatı geliştirir. Yiyecek ucuzlamış bolluk ve bereket meydana gelmiştir. Edebi, sanatsal ve bilimsel çalışmalar sunan bir ekonomik ortam oluşur. Endüstri oldukça gelişir, bu dönemde Kurtuba’da yıllık yaklaşık 60 bin kitap yayınlanıyordu. Nadide ve kaliteli kitaplar, genellikle kitap pazarında açık artırma ile satılırdı. Ziraatın, endüstrinin ve ticaretin gelişmesiyle yıllık milli gelir 6.240.000 dinara yükselir. İmparatorluğun her yerinde ve büyük şehirlerde okullar ve yetim evleri açılır. Yalnızca Kurtuba yetim evinde, kayıtlı 500 öğrenci vardı. Tahta geçtiği günden itibaren büyük işler başaran Abdurrahman III, 961 yılında ölür.
Abdurrahman III’ ün ölümünden sonra, yerine oğlu Hakem II geçer. 961’de tahta geçen Hakem, 976 yılına kadar tahtta kalır. Hakem II, oldukça şümullü işlere imza atar. Yeni teknikler, yeni buluşlar hızla devam eder, mesela Hakem II’nin hareminde sabun ve kozmetik kullanılırken, Avrupalılar nadiren hatta birkaç ayda bir kez banyo yapıyorlardı. Kurtuba Üniversitesi gelişir ve yalnızca İspanya’dan değil Avrupa, Afrika, Asya’dan Müslüman öğrenciler geldiği gibi, Yahudi ve Hıristiyan öğrencileri de kendisine çeker. Kurtuba, dünyanın gözdesi konumuna yükselir.
Çeviri ve telif çalışmalar devam eder. Yunanlıların felsefi eserleri tercüme edilir. Sokrat ve Eflatun’un çalışmaları beğeni görür. Aristo ve Öklid’in çalışmalarını tercüme için, bir büro görevlendirilir. Ziraat kolejleri açılır. Yerbilimi (Jeoloji) üzerine çeşitli kitaplar yazılır. Tıpla ilgili araştırmalar yapılır. Tıp ilmi, Yunanlıların yedi yüzyıl önce bıraktıkları yerden alınıp ilerilere götürülür… Hakem II’nin saltanatı 16 yıl sürer ve 976 yılında 61 yaşında ölür. Yerine tek oğlu olan Hişam geçer.
Hişam II, henüz 12 yaşındaydı. Hişam’ı kötü alışkanlıklara alıştıran sarayın güçlü ismi Ebu Amir, yönetimi eline geçirir. Hişam’ın ismi, paralara basılır ama bütün emirler Ebu Amir Muhammed’in onayıyla çıkarılır. Hacib el- Mansur olarak bilinen Ebu Amir, yönetimi tamamen eline geçirmiştir. Muhammed İmamüddin “Elli yedi kadar seferi yönlendiren El- Mansur Leon, Nabare, ve Barselona Hıristiyanlarının kibrini kırdı. Hıristiyanlar onun ismini duyduklarında titrer oldular.” diyor. Şunu da ekliyor yazar: “İspanya’ya o zamana kadar sahip olmamış olduğu bir yer sağladı. İspanya yüksek bir refah düzeyine ulaştı. Abdurrahman III dönemi hariç tutulursa İslam İspanyasının yıldızı hiçbir zaman bu kadar parlamamıştı. Kendisi görüş olarak serbest düşünceli bir kişiydi.” Hıristiyanlarla Müslümanların evliliğine izin verdi ve Nabare kıralı Sancho III’ ün kızıyla evlenerek bunun yapılmasına örnek teşkil etti. Yazar, Mansur hakkında şunu da ekliyor: “İktidara geliş biçimi hoş karşılanmayabilir ama şu kabul edilmelidir ki, iktidarı ele geçirince de asil bir tutum izlemiştir.”
1002 yılından itibaren, yani Mansur’un ölümünden sonra artık çöküş başlamıştır. Ordunun yabancı askerlerden oluşması, Abdurrahman III ve Mansur’un askeri bir diktatörlük kurmasına yardımcı olduysa da, Araplar, Berberler ve yerliler arasında hoşnutsuzluk yarattı. Mansur’un tutumu, Arapları da İspanyolları da kendisinden soğuttu. Böyle bir ortamda Mansur’un oğlu Abdulmelik, Hacib olarak babasının yerine geçti. Bundan sonra artık küçük hanedanlıklar ve krallıklara bölünecek olan Endülüs Emevi devleti, bir daha asla toparlanamayacaktır. Bunun birinci sebebi iç çekişmeler, saray entrikaları, asabiyet ve dünyalık meta hırsı. Burada sayamayacağımız kadar iç ve dış nedenlerden dolayı parçalanan İslam İmparatorluğunun, adeta ölümü bekleyen canlı bir organizma gibi damarlarındaki kan yavaş yavaş çekiliyor ve son kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşiyor. Bu güzel çalışmasından dolayı Muhammed İmamüddin hocaya, bir kez daha teşekkür ediyor ve dostlarımızın bu kitabı mutlaka okumalarını temenni ediyoruz.
Bizim çabamız sadece bir merak uyandırma olduğu için, daha fazla sözü uzatmayalım ve O büyük komutan Tarık b. Ziyad’ın şu hitabesiyle sonlandıralım: “Askerlerim! Görüyorsunuz ki, arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar var ve kaçacak hiçbir yeriniz yok. Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık bir gerçektir. Üstelik yiyecek ve teçhizatı da boldur. Hâlbuki bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın elinden alacağımız yiyecekten başka erzakımız da yoktur. Bu güçlü düşman karşısında ölümden korkmayanlar ve ölümü yaşamaya tercih edenler zafere ulaşacaklardı. En ucuz malın can olduğu bu cihad pazarına sadece sizin canınızı değil, en önce kendi canımı sürüyorum. Yaptığınız cihad, gayeniz ise ‘İlay-ı kelimetullah’ olduğunu unutmayınız. Ben hepinizin yüce İslam dinini bu ülkeye yerleştireceğinize inanıyor ve hepimizi Allah’a emanet ediyorum. Allah yar ve yardımcımız olsun.”
Bu tarihi gerçeklerden anlaşılan o ki, canımızı ve malımızı Allah için feda etmediğimiz müddetçe, yeni Endülüsler yeni Tarık b. Ziyad’lar olmayacak diyor ve bu yaşananlardan ders almamızı Allah’tan temenni ediyorum. Selam ve dua ile.