ÜMİT YAYINCILIK Ankara -1995
SUNUŞ
Okuryazar olmak ayrı şey, okur olmak ayrı. Hemen çoğumuz okula başlayışımızdan kısa bir süre sonra harfleri birbiriyle çatarak anlam çıkarma, bir başka deyişle okuryazarlık becerisini kazanırız. Ancak yaşamın akışı içinde bu beceriyi sürekli kullanma gereğini duymayız, bir yana bırakırız. Bırakmayanlarımız da gazetelerin sunduğu politika, dedikodu, borsa haberlerini okumada, çizgi roman, fotoroman türünden yığınsal ürünleri tüketmede kullanır onu. Bu bağlamda çoğumuz okur değil, okuryazar sayılırız.
OKUMANIN İŞLEVİ
Yalın bir tanımla okuma,
“basılı ya da yazılı sözcükleri duyu organlarımız yoluyla algılama, bunları anlamlandırıp kavrama, yorumlamadır.” Zihinsel ve düşünsel bir kazanımdır. Basılı ve yazılı simgelerle iletişimsel bir etkinlik içine girmedir.
Yaşam Boyu Kullanacağımız Bir Araç
Ünlü Alman ozanı
Goethe‘nin özdeyiş niteliği kazanmış bir sözü vardır. Der ki:
“Okumayı öğrenmek sanatların en gücüdür. Ben bu işe yaşamımın seksen yılını verdim yine de tam olarak öğrendiğimi söyleyemem.”
Her yaşın kendine özgü ilgileri, meraklan, sorulan vardır. Bu gerçeği yüzyılların ötesinden Montaigne ne güzel belirtiyor: “Kitaplar, ömür boyu yanı başımda elimin altındadır. Yaşlılığımda ve yalnızlığımda avuturlar beni. Sıkıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır, hoşlanmadığım kişilerin havasından dilediğim zaman ayırıverirler beni. Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarımı törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur; hemen beni kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar… İnsan hayatı denen bu yolculukta benim bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve ondan yoksun anlayışta insanlara çok acırım.” Yaşam boyu kullanacağımız bir araçtır okuma.
Okumayla öğrenmeyi, okumayla anlama ve eleştirme gücünü eşanlamlı sayma yaklaşımı yeni değildir. Bacon’un ders kitaplarına girmiş olan o ünlü denemesini bir kez daha okuyalım burada.
ÖĞRENİM
“Okuyorsan ne karşındakileri susturmak, bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körü körüne inanmak, ne de konuşmalarına konu olmak için ama incelemek, düşünmek için oku. Kitap vardır, ancak tadına bakılmak içindir; kitap vardır yutulmak, kitap vardır çiğnenmek, özümlenmek içindir; başka deyimle, kimi kitapların insan ancak bir bölümüne göz atmalı, kimisini baştan sona şöyle bir okuyup geçmeli, pek azını da her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak adamakıllı okumalı. Birtakım kitapları da insan aracıları yardımıyla, başkalarının çıkardıkları özetlerden okur; ama bu ancak daha az önemli konularda, değersiz kitaplarda başvurulacak bir yoldur; yoksa böyle başkasının süzgecinden geçme kitaplar, damıtılmış bayağı su gibi yavan olur.
***
Dolayısıyla, kafası dağınık bir kimse matematik öğrensin; çünkü matematik çözümlerinde kafası biraz da1ıverse, bütün çözüme yeniden başlaması gerekir. Kavrayışı, ayrımları görmeye, saptamaya yatkın değilse, skolastikçileri incelesin; çünkü onlar kılı kırk yaranlardır. Bir konuyu aydınlatmakta başka bir konununkanıtlarından yararlanmayı bilmiyorsa, hukuk davalarını incelesin. Böylece kafanın her yetersizliğine, özel bir iyileştirici bulunabilir.
Okuma iç gerilimlerimizden, sıkıntı ve bunalımlarımızdan büyük ölçüde kurtarır bizi. Okumanın bu etki gücünü göz önünde tutan bir Fransız yazarı Antoine Albalat şöyle söz eder ondan: “…Okuma tutkuların en soylusudur. Ekmek nasıl bedeni beslerse o da öylece ruhu besler. Alphonse Karr, okuma için ‘tatlı tatlı kendinden geçme’ demiştir. Büyük yazarlar ömürlerinin yarısını okumakla geçirmişlerdir. Montesquieu, ‘Çeyrek saatlik bir okumanın gideremediği kederim olmamıştır.’ Her. Bir kitap her zaman güvenilebilecek bir dosttur. Yas içinde bir ahbabına, Alphonse Daudet, ‘Güzel kitaplar okuyun’ diye yazmıştır.”
Kafka’nın “Kleine Fabel” adlı kısa metni, hem başlığıyla, hem de kısa bir hayvan öyküsü olması dolayısıyla, okurun değişik bir iletişim konumuna girmesini gerektirir: “Ah, dünya her gün daralıyor. Önce öyle genişti ki korku veriyordu bana, yürüdüm daha, uzakta sağda solda duvarlar görünce mutluluk duydum hani, ama bu uzun duvarlar öyle hızlı yaklaştı ki birbirine, işte son odadayım şimdi artık, köşede de, içine yürüyeceğim kapan duruyor’ dedi, Fare,“Yürüdüğün yönü değiştir, olsun bitsin’ dedi Kedi; yedi onu.”
***
Gençlere üniversitede yer bulmak önemli değil, onlara düşünebilmeyi öğretmek önemlidir: “Düşünmek, bütün beceriler gibi, öğretilebilen, öğrenilebilen, geliştirilebilen bir yetenek… Kavramları öğrettiğiniz kimsenin onları üst üste koyarak beğendiniz düşünce yapısını istemek; biçimlendirilmiş tahta parçalarını önüne koyarak, belli bir yapı kalıbına uymasını istemek olur bu.”
HALKI EĞİTMEK
Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek,
Ağaç dik, on yıl sonrası ise tasarladığın.
Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit.
Bir kez ürün verir, ekersen tohum,ı
Bir kez ağaç dikersen, on kez ürün verir,
Yüz kez olur bu ürün, eğitirsen halkı.
Balık verirsen, bir kez doyurursun halkı.
Öğretirsen balık tutmasını, hep doyar karnı.
Kuan-Tzu
Çin ozanı
Yukarıdaki dizeleri, Kuan-Tzu adlı eski bir Çin ozanı yazmış. Kuan-Tzu, bu sözleri İ.Ö. bin yıllarında söylemiş. Yüzyılları, binyılları aşıp gelmiş, bu sözler; nice çağlar aşarak, nice sınırları geçerek. Halk için yapılmış her iyi davranışın, halk yararına yöneltilmiş her sözün böylesine sonsuz anlamı vardır. Bu sözlerin günümüzde de değerlerinden hiçbir şey yitirmediği görülüyor. Sözlerin bu eskimezliği, halkın gerçeklerini yansıtma, sorunlara temelinden bir çözüm getirmeyi amaçlıyor; yüz yıl, bin yıl sonralarını düşünüyor…
Yaygın anlamıyla eğitim, bir kimseyi duyguca, davranışça, görgüce istenilene; yani güdülen amaca göre biçimlendirmek işidir. Daha genel bir anlamda, eğitimle, bazı alışkanlıklar, davranış biçimleri ve bir dünya görüşü kazanırız. Kimi davranışları söküp atarak, yenilerini kazandırmayı amaçlar eğitim. Halkı eğitmek için yapılacak iş, temel eğitimi gerçekleştirerek okuryazar sayısını artırmaktır.
(Adnan Binyazar)
Dil Örüntüsünü Değerlendirme
Dil dokusu içinde hangi öğeler yer alır?
Sözcük Örgüsü: Düşünceyi biçimlendirme ve dile getirme sözcükler yoluyla olur. Bu yönden kestirmeden söylemek gerekirse öğretici nitelikli bir metni anlamak için metni yönlendiren anahtar sözcüklerle terimleri yazarın kullandığı bağlam içinde anlamlandırmamız gerekir. Amerikalı ünlü eğitici ve okuma uzmanı E.L. Thorndike’ın şu sözlerini anımsayalım burada: “Bir paragrafı anlayarak okuma, bir matematik problemini çözmeye benzer. Nasıl problemin çözümünde öğeleri değerlerine göre kullanma, aralarındaki ilişkiyi doğru kurma bir zorunluluksa, paragrafı oluşturan sözcükleri de doğru algılama, birbirleriyle ilişkilerini bulma, yansıttıkları düşünceyi ve düşünsel düzeni görme de öylesine bir zorunluluktur.”
Düşünceyi biçimlendiren, onları taşıyıp yayan sözcüklerdir.
Sözcüklerin Anlamsal Özellikleri
Bildiğimiz gibi anlatımın (sözlü-yazılı) temel yapı taşlarıdır sözcükler. Düşüncenin, bilgi, gözlem, yaşantı ve düşlerin söze, yazıya dönüşmesi sözcükler aracılığıyla gerçekleşir. Sözcükse yalın bir tanımla bir kavram birimidir.
Peki, ama kavram nedir?
“Bu soruyu şöyle yanıtlıyor, kimi dilciler: Kavram, dünyadaki nesnelerin, biçimlerin, olgu, durum ve devrimlerin dilde anlatım buluşudur.”
ARKA KAPAK
“Okuryazar olmak ayrı şey, okur olmak ayrı.” Her insan, okula başladıktan kısa bir süre sonra okuma yazmayı öğreniyor. Gelgelelim ülkemizde okuryazarlık becerisi, bir türlü alışkanlığa dönüşemiyor. “Niçin az okuyoruz?” sorusu dillerden düşmüyor.
ÖZETLEYEN
CELAL SANCAR
24.01.2016
ANKARA