EKSERUNNÂS VE İMAN
Mehmed Durmuş
Kur’an insanların ekserisini, “iman etmezler” diye tanımlamaktadır:
“…velakinne ekserannâsi lâ yu’minûn” (Hud, 17; Ra’d, 1; Mü’min, 59).
“…bel ekseruhum lâ yu’minûn” (Bakara, 100).
“…alâ ekserihim fe-hum lâ yu’minûn” (Yasin, 7).
“Ve-mâ ekserunnâsi … bi-mu’minîn” (Yusuf, 103).
“Ve-mâ kane ekseruhum mu’minîn (Şuarâ, 8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190). (Toplam: 14 ayet).
“İNSANLARIN EKSERİSİNİN İMAN ETMEZ”İN BAĞLAMI
Yukarıdaki ayetlerde insanların ekserisinin “iman etmezler” olmasına nasıl bir bağlamda yer verildiğine yakından bakmak, ufuk açıcı olacaktır. Buna göre, insanların ekserisinin iman etmez oluşu şu bağlamlarda zikredilmektedir:
*Muhammed (a.s), Rabbinden gelen açık bir delile (beyyine) dayanmaktadır. Onu da yine Rabbinden bir şahit takip etmektedir. Ayrıca kendisinden önce, bir imam ve rahmet olarak Musâ’nın Kitabı bulunmakta, yani Tevrat da Muhammed (a.s)’a şahitlik etmektedir. Müminler Kur’an’a iman ederler. Zümrelerden her kim onu küfrederse, cehennem ateşi onun varıp duracağı yerdir. Muhammed (a.s) (ve müminler), bundan asla şüphe duymamalıdır. İşte bu, Muhammed’in Rabbinden olan bir haktır; İnsanların ekserisi ise mümin değildirler (iman etmezler). (Hud, 17).
*“Elif. Lâm. Mîm. Râ. Bunlar, Kitab’ın ayetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır fakat insanların ekserisi iman etmezler.” (Ra’d, 1).
Bu ayete göre insanların ekserisi, Muhammed’in Rabbinden indirilme bir hak olan Kur’an’a iman etmezler.
*İnsanların ekserisi kıyametin (saat), hiçbir kuşkuya mahal olmayacak şekilde, mutlaka gelecek oluşuna iman etmezler. (Mü’min, 59).
*Bakara suresinin 100. ayetinin bağlamı, Rasulullah Muhammed (a.s)’a indirilen Kur’an’a İsrailoğulları’nın düşmanca tutumlarıdır. Kur’an, İsrailoğullarının ellerinde bulunan Tevrat’ı da tasdik ettiği halde, fasıkça bir tutumla, Kur’an’ı arkalarına atmışlardır. Onlar ne zaman bir ahidde bulunmuşlarsa, içlerinden bir gurup mutlaka o ahdi bozmuştur. Onların çoğu iman etmezler. (Bakara, 99-100).
Bu ayette “ekseruhum” ile İsrailoğulları’nın kastedildiği açıktır.
*Yasin suresinin 7. ayetinin bağlamı yine Kur’an vahyidir. Kur’an Allah tarafından, ataları uyarılmamış, kendileri de gaflet içinde yaşayan bir topluma (Mekke halkına) indirilmiştir. Ama onların ekserisi azabı hak etmişlerdir çünkü onlar iman etmezler. (Yasin, 7).
*Bir elçi olarak Muhammed (a.s) ne kadar arzu etse de, insanların ekserisi iman etmezler (mümin değildirler). (Yusuf, 103). Bu ilahî tespit, Muhammed (a.s)’ın örnekliğinde bütün müminler için geçerlidir. Demek ki, bizler ne kadar istesek de, insanların ekserisi iman etmezmiş. Fakat Rasulullah Muhammed (a.s) bu ayete rağmen, bütün insanlar iman edecekmiş gibi, var gücüyle nasıl gayret ettiyse, biz müminler de aynı şekilde çalışmakla mükellefiz. Bu ayet, biz müminlerin gayret eksikliğimize bahane olamaz.
Yukarıdaki ayetten üç ayet sonra, insanların ekserisinin Allah’a, ancak şirk koşarak (müşrik oldukları halde) iman eder oluşlarının belirtilmesi, 103. ayetin tefsiri sadedindedir. (Yusuf, 106).
*İnsanın yeryüzüne ibretle bakması istenir: Çünkü Allah orada, her güzel çiftten nice bitkiler bitirmiştir. (Şuara, 7). İşte bunda bir ayet vardır yani bunlar mucizedir lakin insanların ekserisi iman etmezler (mümin değildirler). (Şuara, 8). İnsanların ekserisi, değil sadece yeryüzündeki bitkiler, yaratılış alemindeki sonsuz sayıdaki ayetlerin hiçbirine ibret nazarıyla bakmamakta, burnunun ucundaki harikuladelikleri bile çiğneyip geçmektedir. Çünkü ekserunnâs için ‘ibret’ten ziyade, çıkarları, mal biriktirme hevesi ve şehvetlerinin tatmini söz konusudur.
*Musâ (a.s), Allah’ın emri gereği İsrailoğullarını geceleyin Mısır’dan çıkarmış, Firavun’un zulmünden kurtulmak için ülkeyi terk ederlerken, Firavun ordusunu toplayarak onların peşine düşmüştü. Tam da Firavun ordusu Musâ ve beraberindekilere yetişecekleri sırada, Allah’ın emri uyarınca Musâ (a.s) asası ile denize vurmuş ve deniz ikiye yarılmış, Musâ ve yanındakiler güven içinde geçmişler, arkadan gelen Firavun ve ordusu ise suda boğulmuştu. (Şuara, 52-66). İşte bunda da açık bir ‘ayet’ (mucize) vardır lakin insanların ekserisi mü’min değillerdir (iman etmezler). (Şuara, 67).
*Ahirette bir pişmanlık sahnesi: Cehennemlikler kendi aralarında çekişmektedirler: (Reislerine ve büyüklerine) tabi olan ‘sürü’, “biz gerçekten de apaçık bir sapıklık içindeymişiz zira biz sizi âlemlerin Rabbi ile eş tutuyormuşuz!” diye itirafta bulunmaktadırlar. Bir taraftan da, “bizi o mücrimler saptırdı!” sözleriyle, reislerine sataşmaktadırlar. Artık orada, o gün kendilerine yardım edecek ne bir şefaatçi, ne de bir yakın dost bulunmadığını da itiraflarına eklemektedirler. Ve pişmanlık sahnesinin en vurucu cümlesi gelmektedir: “Ah keşke bizim için (dünyaya) tekrar bir dönüş imkânı olsa da, müminlerden olsak!” (Şuara, 96-102).
İşte bunda da bir ‘ayet’ (mucize) vardır lakin insanların ekserisi mümin değildirler. (Şuara, 103).
*Nuh ile beraber gemiye binen az sayıdaki müminlerin kurtulup, Nuh’un gönderildiği kâfir toplumun suda boğularak helak edilmesinde ‘ayet’ (mucize) vardır (Şuara, 117-120) lakin insanların ekserisi mümindeğildirler. (Şuara, 121).
*Hûd (a.s)’ın gönderildiği Âd kavmi de, elçilerine karşı zorbalık yapmışlar, vahye meydan okumuşlar (Şuara, 136-138), Hûd’u yalanlamışlardı. Bunun bedeli olarak da Allah Teâlâ onları helak etmiştir. İşte bu bir ‘ayet’tir lakininsanların ekserisi iman etmezler (mümin değildirler). (Şuara, 139).
*Elçilerini yalanlayan toplumlardan biri de, Salih Nebî’nin kavmidir. Semûd kavmi Salih (a.s)’ı, kendileri gibi bir beşer olduğu için değersizleştiriyor ve sihre maruz kalmışlıkla suçluyordu. Allah’ın bir imtihan vesilesi olarak Salih’e verdiği devenin su içme hakkını tanımayarak, deveyi keserek Salih’e meydan okumuşlardı. Bunun üzerine Allah Semûd kavmini helak etmiştir. (Şuara, 142-157). İşte bunda da açık bir ‘ayet’ vardır lakininsanların ekserisi mümin değildirler. (Şuara, 158).
*Lut kavmi, elçileri Lut’u yalanlamışlar, azgınlıkta sınır tanımamışlardı. Allah Lut (a.s)’ı ve az sayıdaki müminleri kurtarmış, Lut kavmini, üzerlerine yağdırdığı ‘yağmur’la helak etmiştir. (Şuara, 160-173). İşte bu hadise de bir ‘ayet’tir lakin insanların ekserisi iman etmezler. (Mü’min değildirler). (Şuara, 174).
*Eyke halkı Şuayb Nebî’yi yalanlamış, onu kendileri gibi sıradan bir beşer olmakla suçlamışlar, yalancılıkla itham etmişler; “hadi yiğitsen, gökten üzerimize azabı yağdır!” diye de meydan okumuşlardır. Allah da onları azapla yakalamış, helak etmiştir. (Şuara, 186-189). Bunda bir ‘ayet’ vardır lakin insanların ekserisi iman etmezler. (Mümin değildirler). (Şuara, 190).
Özetlemek gerekirse, Kur’an’ın bizzat kendisinin tanıklığına göre ‘ekserunnâs’ şunlara iman etmemektedir:
-Kur’an’ın hak olduğuna. (2/100; 11/17; 13/1; 36/7).
-Kıyametin mutlak surette gerçekleşeceğine. (40/59).
-Tabiattaki bitkilerin (ve bütün yaratılmış alemin), o güzellikleriyle Allah’ın ayetleri olduğu hakikatine. (26/7-8).
-Cehennemliklerin o gün büyük bir pişmanlık yaşayacaklarına, bunun bir belirtisi olarak, dünyaya tekrar döndürülüp, iman etmeyi isteyeceklerine ama bu isteğin kesin bir şekilde reddedileceğine. (26/103).
-Allah’ın, Elçilerini (Musâ, Nuh, Hûd, Salih, Lût, Şuayb) kurtarıp, kâfir kavimleri (Firavun ve ordusu, Nuh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi, Lût kavmi, Eyke halkı) helak etmesindeki ‘ayet’e (mucizevîliğe). (26/67, 121, 139, 158, 174, 190).
-İnsanların ekserisi iman etmezler, ‘iman edenler’ olanlar da ancak şirk koşarak inanırlar; Rasulullah’ın bu husustaki hırsı da bu gerçeği değiştirici değildir. (12/103).
EKSERUNNÂS VE KUR’AN
Anlaşılan o ki, ekserunnâsın problemi öncelikle Kur’an’ladır.
Ra’d suresinin ilk ayetinde, insanların ekserisinin Kur’an’a dair tutumları çok açık ve seçik şekilde ifade edilmiştir: “…Sana Rabbinden indirilen haktır lakin insanların ekserisi iman etmezler.” (Ra’d, 1).
Bu ayetin nazil olduğu gün durum buydu, bugün de bundan başkası değildir. İnsanların ekserisinin Kur’an’a iman etmemesi keyfiyetinde herhangi bir değişiklik gözlenmemektedir.
Kur’an’a kimler iman etmez? Kur’an’a tabi ki ateistler, deistler, bilinemezciler (agnostikler), kin ve düşmanlık duygularıyla, Kur’an’ı gündemlerine hiç almamış olan Yahudi ve Hristiyanlar iman etmezler. Bu zümreler Kur’an’ı Allah’tan gelmiş bir hak olarak kabul etseler, zaten o isimlerden kurtulacak, mümin olacaklardır. Bu gibi ideolojik ve ‘dinî’ gruplar nezdinde Kur’an adında, vahiy eseri bir ilahi kitap yoktur. Kur’an, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan, Muhammed adında bir Arabı Peygamber kabul eden bir toplumun dinî referansıdır.
‘Kur’an’a iman’ bahsinde asıl sorgulanması gereken, belki de bir nevi bugünün ‘ehli kitabı’ olan zümrelerdir. Yani kendilerini Kur’an’a nisbet eden ama Kur’an’ı adeta derin dondurucuya kaldırmış olup, Din’i Kur’an’dan değil de, başka kaynaklardan tanıyan yığınlar. Aslında bu zümreler için dinin kaynağı ikidir. Biri, kendileri gibi ‘ekserunnâs’, yani ‘herkes’ denilen ‘büyük karaltı’dır. Diğeri de, kendi görüş, mizaç, meşrep ve değer yargılarına uygun buldukları ‘din adamı’ zümresidir. Rasulullah’ın (sav) Tevbe suresinin 31. ayeti bağlamında Adiy b. Hatem’e hitaben söylediği, ruhban sınıfının haram dediğini haram, helal dediğini helal bulma olgusu bugün de hala geçerliliğini korumaktadır.
İnsanların ekserisi tabi ki sözel olarak Kur’an’a inanmaktadır. Hatta Kur’an’ın lafız olarak okunması, ezberlenmesi, Kur’an ziyafetleri, Kur’an’ı okuma yarışmaları v.b. her geçen gün daha da artmaktadır. Ama bütün bu faaliyetler, Kur’an’a Allah’ın emrettiği tarzda iman edildiği anlamına gelmemektedir. Çünkü Kur’an, hem ferdi, hem de toplumu sil baştan yeniden inşa edecek, yepyeni bir İslam cemaati oluşturacak, cahiliyenin bütün pisliklerine savaş açacak bir ilahi kaynak olarak değil, sırf sevap kazandırıcı ve ölülerin ruhunu rahatlatıcı bir okuma kitabı olarak algılanmaktadır. Kur’an’a iman, onu Din’in tek kaynağı olarak görmeyi gerekli kılar.
Kur’an, ataları uyarılmamış, kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarmak üzere inzal edilmişti. Bu, ekserisi iman etmeyen bir toplumdu. Mekke toplumu ile bugün kendini İslam’a nisbet eden toplumlar arasında büyük benzerlikler söz konusudur. Zümreler, Kur’an’ı asla inkar etmemektedirler ama anlayışları gereği, Allah’ı hayatlarına hiç karıştırmayan deistlerden neredeyse bir farkları kalmamıştır. Her biri, çoğu kere bir beşere istinad eden fırka isimleriyle Kendilerini tanımlamaktadırlar. Kur’an’dan ziyade, öğretisine dört elle sarıldıkları üstad ve liderlerinin görüşlerine iman etmektedirler. Ekserunnâs’ın Kur’an algısı, söz konusu bu fırka önderlerinin görüşleriyle birebir örtüşmektedir; ne bir fazla, ne bir eksik. Fırkanın din görüşü adeta emir-komuta zinciri içerisinde, yukarıdan aşağıya intikal etmektedir. ‘Yukarı’dan buyrulan, aşağıda tam bir akide oluvermektedir.
Eksarunnâs denilen zümreler Kur’an’ı o kadar kutsamaktadırlar ki, bu tertemiz Kur’an’ı bu ‘pis’ dünyanın işlerine hiç karıştırmamaya özen göstermektedirler. Ekserunnâsın ancak şirk koşarak inanmasının anlamı da bu olsa gerektir.
EKSERUNNÂS VE MUCİZE
Mekke müşriklerinin Rasulullah’tan sık sık olağanüstü olaylar (mucize) getirmesini istedikleri malumdur. (Bu isteklerinin en yoğunlaşmış ve en uç olanların özeti İsra suresinin 90-93 ayetlerinde açıklanmaktadır). Müşriklerin Rasulullah’ı, “Sen de bizim gibi bir beşer olmaktan öte nesin ki!” tarzındaki küçümseyici tavırlarıyla bu mucize talepleri örtüşmektedir. Mucize gösteremeyen, kendisi de sıradan bir beşer olan bir insanın rasullük iddiası onlara göre bir hiç mesabesindeydi.
Oysa yukarıdaki ayetlerde dikkat çekildiği üzere, yeryüzündeki bitkiler bir mucizedir. Aslında bütün kainat, daha doğrusu ‘yaratılış’ denilen varlık alemi baştan sona, gerek her bir cüzü ile gerekse bir bütün (kül) halinde mucizedir. Derya içre olup da, deryayı bilmeyen mâhîler (balıklar) misali, insan da bir mucizeler deryasında yaşamaktadır fakat mucizeyi bilmemekte, bilmek de istememektedir. Bunun yerine, gözlerini fal taşı gibi açacak, soluğunu kesecek, olağanüstü hadiseler beklemektedir.
Kur’an Mekke kafirlerinin ‘mucize’ (ayet) taleplerini reddetmektedir. Aslında buna, reddetmekten ziyade, asıl ‘mucize’nin ne olduğuna açıklık getirmekte demek daha doğru olur:
“Ona Rabbinden mucizeler (âyât) indirilmeli değil miydi? derler. De ki: Mucizeler (âyât) ancak Allah’ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
“Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.” (Ankebut, 50-51).
Bu iki ayet Mekke kafirlerinin isteklerini reddetmekten ziyade, onlara gerçek mucizeyi tarif etmekte, üzerinde yuvalandıkları ama kadr u kıymetini bilmedikleri hazineyi işaret etmektedir. O hazine hiç tartışmasız Kur’an’dır.
Günümüzün ‘ekserunnâs’ı da ‘mucize’ denilen olağanüstülüklere(?) çok düşkündür. Kendilerine ne kadar sahte/asılsız ‘mucize’ anlatılırsa, o kadar makbule geçmektedir. Mesela Said Nursî risalelerinde (Mektubat) 360 kadar ‘Mucizât-ı Ahmediye’ sıralamaktadır ki bunların hiçbirisi Kur’an’a dayanmamaktadır. Hemen hepsi ‘paralel din’ uydurmalarıdır. Çünkü Allah Teala elçisi Muhammed (sav)’e tek mucize olarak Kur’an’ı vermiştir. Mucize arayan bir kul Kur’an’a teslim olmalıdır. Fakat ekserunnâs Kur’an mucizesi ile tatmin olmamaktadır. Çünkü bu bir iman meselesidir. Allah Teala’nın sorusu zaten ekserunnâsın imanını ele vermektedir: “Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? …” Sorunun cevabı bellidir: Evet, demek ki yetmemiş…
Sözün özü, ekserunnâs ne yaratılış aleminden, ne önceki kavimlerin helak edilişinden, ne yeniden dirilişin nümunesi demek olan ve mütemadiyen tekrarlanan tabiattaki ölüm ve dirilme olayından v.b. hiç ibret almamakta, bunları ‘ayet’ (mucize) olarak görmemektedir.
İNSANLARIN EKSERİSİNDEN UMUDU KESMEK Mİ GEREKİR?
Yusuf suresinin 103. ayeti Rasulullah’a sesleniyor, diyor ki: “Sen ne kadar hırsla istesen de, insanların çoğu iman edecek değillerdir.”
Mevdudi’nin tespitiyle, “çoğu inanmayacak; zira hakikati bulma endişelerinde samimi değiller.” Mevdudi, ayetle ilgili şöyle açıklama yapmaktadır: “Bu surenin vahyedilişi, Kur’an’ın senin uydurman değil, Allah’ın mesajı olduğunu sonunda ispatlasa bile yine de inanmayacaklar. Çünkü gerçek kasıt ve niyetleri öyle veya böyle senin risaletini reddetmektir. Şimdi küfürleri için başka mazeretler icad edecekler.” (Tefhim, II/498).
Bu ayet Nebî (sav)’i, “halkın bütünü tebliğe olumlu tepki verecek gibi bir umuda kapılma!” anlamında uyarmaktadır. İman çok pahalı bir alış-veriştir. Candan, maldan, evlad u ıyâlden vazgeçmeyi göze almayı gerektirir. Ekserunnâs kolay olanı seçer. Sürünün içerisinde, dikkatlerden uzak, uydum kalabalığa kıvamında bir ‘dindarlık’ iyidir onun için.
Yusuf suresinin 103. ayeti zinhar, “madem ki insanların ekserisi iman etmeyecekmiş, benim de tebliğle uğraşmam beyhudedir, bundan vazgeçiyorum” tarzında bir çıkarıma izin vermez. Çünkü gaybı sadece Allah biliyor. Kimlerin iman edip kimlerin etmeyeceği, kimlerin kalplerinin mühürlü, kimlerin açık olduğu, Allah’tan başka kimsenin işi değildir. Dolayısıyla her bir mümin, hiçbir insandan umut kesmeden, bildiği hakikatleri, bilmediğine inandığı kimselere iletmekle mükelleftir. Sonucu tayin eden yine sadece Allah’tır.
SON SÖZ
Ekserunnâsın durumunu Kur’an açık-seçik bir vaziyette ortaya koymaktadır. Hayatın özü, ‘ekserunnâs’tan olmamak, sayıları çok az da olsa, hakikate teslim olmuşlardan olabilmektir. Bunun için de Kur’an ve onun yaşanmışı demek olan sünnet tek yol göstericimizdir.