Ortalık toz duman.
Pazarcı arkadaşlardan özür dilerim, ama görenler pazarcı kavgası var sanır.
Kim eline neyi geçiriyorsa onu karşısındakine fırlatıyor.
Gerçekten ulvi ve kutsi bir kavga olsa böyle mi olurdu? İnancımız bize savaşın bile bir ahlâkı olduğu bilincini yerleştirmeye çalışırken hiç kavganın bir ahlâkı olmaz mı?
Araya giriyoruz yapmayın etmeyin, “Durun, siz kardeşsiniz!” diye, ama nafile!
Farklı düşünmenin rahmet olduğunu her fırsatta ifade etmekten kaçınmayan insanlar nerede ise birbirlerini bir kaşık suda boğacaklar. Tekfir mekanizması sonuna kadar işliyor. Hainlik ithamı ayyuka çıkmış.
Herkes kendi öz nefsine sorsun, “Acaba hangi kavgayı bu denli kıran kırana yaptım ömrümde?” Nefsimle bu derece mücadeleye giriştim mi? Küffarla bu kadar kıyasıya savaştım mı?
Herkes arkaya yaslansın ve acaba daha önce hangi denaet ve şenaate karşı böylesine kin ve nefret duydum diye kendi kendine sorsun.
İnsanları birbirine kardeş kılan Müslüman kimliğinin dışında ne varsa sadece teferruattır. Farklı kanaatler insanlığa ve de Müslümanlığa zarar verici boyuta gelmişse onun da yolu usul ve erkân dâhilinde iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır.
Şayet düstur aranıyorsa Âl-i İmran Suresi 110. ayet üzerinde düşünülebilir:
“Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız.”
İnsan yolu çatallanan tek varlıktır. (“Ona iki yol göstermedik mi?”-Beled Suresi-10)
Yoldan çıkar, yolunu şaşırır, yol kazalarına uğrayabilir insan.
Bu durumda emri bil maruf ve nehyi anil münker ile yoldan çıkan yola getirilmiş olur.
Her konuda insanların aynı konuşup aynı düşündükleri yerin adı dünya olmasa gerek.
Siyasetle hakkı batıldan ayırmaya kalkmak beyhude bir çabadır. Zira hak batıldan zaten ayrılmıştır. Çözülmüş bir düğümü çözmenin adı çözüm değil düğümdür. Siyasetle dünyaya nizamat vermek hayata çözümü güç yeni düğümler atmaktan farksızdır.
İnanca ve kulluğa dair meselelerin konuşulması gerektiği iftar ve sahur programlarında kalkıp gündelik kısır politikaları tartışmak tek kelimeyle şirazesizliktir.
Politik tartışmaların bir insanı ulaştırabileceği yer kendi mihveri etrafında bir kısır döngü üzere dolaşıp durmaktan ibarettir.
“Dava” denilen şey eşten, dosttan, sevgiliden geçme fedakârlığıdır. Bir şeylerden geçmek yerine bir şeylere ulaşmak haline gelen bir dava anlayışı ancak arazi davası, kan davası, mal davası, mülk davası olabilir. Hâlbuki insanın sorumlu bir varlık olarak yeryüzünde bulunuş gayesi kendi egosunun etrafına çitler çekip müstahkem mevkiler inşa etmek değil Yunus’un vasıl olduğu seviyeye vasıl olmaktır: “Ben gelmedim dava için / Benim işim sevi işi / Dostun evi gönüllerdir / Gönüller yapmaya geldim.”
Siyaset arenası dağıldıktan sonra herkes öz ülkesine geri dönecek. Camide namaz kılarken omuzları omzuna değen kardeşleriyle sahici istikamet üzere secdeye gidip kıyama duracak ve rükûa eğilecek.
Zaten üzerinde insafsızca paylaşım savaşları yaptığımız hayat da öyle öyle değil midir? İki rekâtlık namazdır yaşadığımız. Kıyam üzere bekleriz, kıraat üzere konuşuruz, rükû üzere yere doğru eğiliriz (müstekbirler göğe doğru eğilirler), secde üzere toprağa alnımızı yaslayıp haddimizi bilme taliminden geçeriz. Böyle bir namaz mahreçli hayatın sonu selam yani selamettir. Önce sağa sonra sola olmak üzere ins ü cin, nebatat, hayvanat ve cemadat ne varsa cümlesine selam veririz.
Selam kurtuluş ve barış duasıdır. Bir başka tabirle esenlik bildirisidir selam. Peygamberimiz, “Aranızda selamı yayınız” buyurup selam lafzını söylemeyi teşvik ederken bir taraftan da insanların kendilerinden başlayarak barış atmosferini bütün bir dünyaya yaymaları mesajını vermektedir. Politik siyasi dil ayrıştırıcı ve de yıkıcıdır. İslam tarihi bunun çok üzücü örnekleriyle doludur. Velhasıl en büyük güç inanmak ve bu minval üzere kardeş olmaktır!
Milli Gazete / Hüseyin Akın