15.03.2021, Dünya Bülteni
“Sınırları Gaskonya Körfezi’nden İndus Nehri’nin ötesine kadar uzanan bir impartorluğa efendilik eden Araplar, yaptıkları ticârî seferlerle Afrika ve Baltık Avrupa’sına ulaşarak tarihte ilk kez Doğu ve Batı’yı bir araya getirdiler.”
Robert Lopez, Orta Çağ tarihçisi
Pencerelerden sarkan müşterilere mal beğendirmeye çalışan sokak satıcıları ve dükkânlara yığılı malları karıştıran müşterileriyle şehir, bir yerden bir yere taşınan, takas edilen ya da satılan mallarla dolup taşar; kermesler, pazarlar ve çarşılar her türden mal ve tüccarı, alıcıyı ve hatta dünyanın dört bir yanından gelen şairleri kendine çekerdi.
İslam’da ticaret geleneği çok eskilere dayanır; Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendisi ve birçok sahabe ticaretle uğraşmıştır. Ticari hayat bolca seyahat etmeyi, aileden ve yerel müesseselerden kopuk, bağımsız yaşamayı gerektirdiğinden İslam, hareket halindeki bu yeni hayat biçimi için manevi bir dayanak teşkil etti. Ticaretin İslami hayatta önemli bir rol oynaması sebebiyle sözleşme, alış-veriş, borçlanma ve yüzyılda para birimi olarak kullanılan deniz ticaret adabı gibi konuları yöneten düzenleyici salyangoz kabukları, Maldiv Adaları’nda müesseseler oluşturulmuştu.
Geniş ticaret ağını oluşturan yollar, her türden tüccarlarla ve mallarla kaynayan devletin sınırları boyunca uzanıyordu. Altın ve beyaz altın, yani tuz, Afrika’nın Büyük Sahra Çölü’nden kuzeye ve doğuya doğru özellikle Fas, İspanya ve Fransa gibi ülkelere gönderiliyor; daha az miktarlarda da olsa Yunanistan, Türkiye, Mısır ve Suriye taraflarına da gidiyordu. 14. yüzyılda Batı’da para birimi olarak kullanılan deniz salyangozu kabukları, Maldiv Adaları’ndan Batı Afrika’ya taşınıyordu. Çin’den batıya çömlek işleri ve kâğıt para (ki Kahire’de pek tutulmayacaktı) akıyordu. Böylece kervanlar yünden balmumuna, altın ve kavundan fildişi ve ipeğe, hatta şeyh ve sultanlardan âlim ve hacılara kadar daha neler taşımaktaydı.
İpek Yolu’nu izleyen kara ticareti Müslüman ekonomisinin can damarıydı. Deniz ticareti ağırlıklı olarak Afrika’nın Akdeniz sahilleri boyunca ve Avrupa ile yapılıyordu. Trafiğin yoğun olduğu merkezlerden olan Güney İspanyadaki Malaga Limanı, birçok ülkeden, özellikle de İtalya’nın Ceneviz gibi ticaret cumhuriyetlerinden gelen tüccarlarca ziyaret ediliyordu. Girişimcilikleriyle tanınan Cenevizlilere bu limanda kendi adlarını taşıyan bir varoş verilmişti. Cenevizlere ait bir gemiyle Anadolu’ya yolculuk yapan İbn Battûta şöyle demektedir: ‘’Hristiyanlar bize hürmetle muamele eylediler ve yol geçiş ücreti almadılar.’’
O dönemde Adriyatik’teki Müslüman tüccarlar, dünya ticaret pastasından büyük bir pay almaktaydı. Kesintisiz ve her geçen gün artan bir deniz trafiğine ev sahipliği eden Malaga Limanı’nda tüccarlar, dünyanın çeşitli ülkelerinden getirdikleri ipek, silah, mücevher ve yaldızlı çömlek gibi malları İspanya’da yetişen leziz meyvelerle takas ediyordu.
İskenderiye, Akdeniz’e dökülen Nil Nehri’nin ağzında bulunan diğer bir önemli limandı. Baharat Yolu’nun bu şehirden geçmesi ve burayı Hint Okyanusu’ndan gelip Kızıldeniz’den geçerek Nil’e kadar ulaşan malların Avrupa’ya gönderilmesinde bir kapı haline getirmesi sebebiyle burası hareketli ve canlı bir yerdi. Bu şehirde, batıdaki Müslüman limanı ve doğudaki Hristiyan limanı olmak üzere iki liman bulunuyordu. Bu iki limanı, aralarında bulunan Pharos Adası ve buradaki bugün dünyanın harikalarından biri olarak kabul edilen muazzam büyüklükteki deniz feneri ayırıyordu.
Müslümanların ticarete katkıda bulunmak için geliştirdiği kilit araçlardan bir tanesi, yolculuk güzergâhları üzerinde kurulan misafirhane benzeri kervansaraylardı. Bu yapı türü Selçuklular tarafından yaygınlaştırıldı. Hayır amaçlı vakıflar şeklinde yapılanan kervansaraylar, yolculara üç günlük ücretsiz barınma, yemek ve bazı durumlarda eğlence imkânları sağlıyordu. Tüm bu etkinlikler. İslam’ın gerek o dönemde gerekse bugün büyük önem verdiği yolculara yönelik yardımseverlik meziyetinin bir uzantısıydı. Kervansaraylar önemli ticaret güzergâhları üzerinde yaklaşık otuz kilometrelik düzenli aralıklarla kuruluydular. Buralarda eyvanlarla çevrili bir avlu yer alırdı. Odalar işlevlerine göre sıralanır kervansarayın duvarları boyunca yolcu odası, depo, muhafız odası ya da ahır olarak kullanılan bölümler bulunurdu. Bugün kervansaraylara denk gelen yapılar Avrupa’da çoğu otoyol üzerinde rastlanan dinlenme tesisleri ve petrol istasyonlarıdır.
Bugün adı Kanton olan Hanfu’daki Çin sahiline kadar, Müslüman ve Yahudi tüccarlardan oluşan bir koloni yüzyılda buraya yerleşmişti. Tüccarın dürüstlüğü ve cana yakınlığı sayesinde İslam, Çin ve Orta Afrika’da yayıldı. Müslüman tüccarlar Afrika’nın içlerine kadar girdiler; İlk kez Berberi tüccarlar İslamı, Büyük Sahra Çölü’nün ötesine taşıdı. Ticaret yollarının Karadeniz ve Nil Nehri’ni birbirine bağladığı Kuzeydoğu Afrika’daki göçebe kavimler kısa sürede Müslüman oldular.
İslam dünyasındaki bazı merkezler, ticarî faaliyetlerde önemli bir yere sahip olmaları sebebiyle daha hızlı geliştiler. Tunus’un Kayrevan şehri ve Fas’ın Sicilmasa şehri 10. yüzyıl gezgini İbn Havkal tarafından Yollar ve Krallıklar adlı eserinde şu şekilde anlatılır: ‘’Magrib’in en büyük şehri olan Kayrevan, ticaret, zenginlik ve pazarlarinın güzelliği bakımından diğer sehirleri geride bırakıyor. Baş hazinedar Ebü’l Hasa’dan duyduğuma göre, Mağrib’deki tüm il ve beldelerin toplam geliri yedi yüz ila sekiz yüz milyon dinar arasındadır. …Doğu’ya ihraç edilen mallar arasında misk, ipek, kaliteli yün giysiler, yün fanilalar, halılar, demir kursun ve cıva yer alır…’’
Avrupa, Asya ve Afrika, aralarında emaye cam kaplar, her türden işlenmiş deri çini, kâğıt hali, fildişi oymalar, resimli el yazmaları, Şam işi kılıç ve kaplar dahil her türden metal işi, iyi kalite pamuklu kumaş ve zengin ipekli dokumaların da yer aldığı çok sayıda ürün, İslam ülkelerinden ithal ediyordu.
Müslümanlar’a ait tekstil, metal ve cam ürünleri ve sabunlar son derece revaçtaydı. Bunlardan, Memlûklar’ın pahalı malzeme ve yoğun el emeği ile ürettiği tezhipli emaye camin yeri oldukça özeldi. Yapılan arkeolojik kazılarda bu camın Karadeniz’in kuzey sahillerinde bulunduğu, buradan Kiev’e kadar çıkarak Ukrayna, Beyaz Rusya, Litvanya ve Eski Rusya’ya kadar götürüldüğü tespit edilmiştir. Bu camdan üretilen eşyalara İskandinavya’nın Hansea ticaret limanlarında ve Hollanda, Maastricht’te de rastlanmıştır.
Bu muazzam ticaret dünyasının mirası, günümüzde de görülebilir. Amerikalı 20. yüzyıl tarihçisi Will Durant söyle söylemektedir: “Tarife, trafik, mağaza, kervan ve pazar gibi kelimelerle Avrupa dillerinde iz bırakmıştır. Endüstri ve ticareti serbest bırakan devlet, oldukça istikrarlı bir para birimiyle ticarete destek olmuştur…’’
Müslüman kervanları, uzak ülkelere gitmek için akıl almaz mesafeler kat eden insanlarla onların mal ve hayvanlarından oluşan devasa birer geçit alayıydı. Hacılardan ve tüccarlardan oluşan bu kervanlar Çin’e kadar ulaşarak bu uzak ülkeyi Hindistan, İran, Suriye ve Mısır gibi Müslüman ülkelere bağlamıştır.
- yüzyılda yaşamış ünlü gezginİbn Battuta, Sultan Muhammed Özbek Han’ın kervanına katılarak bugün Rusya sınırları içerisinde kalan steplere kadar gitmiştir. İbn Battûta gördüklerini şu sözlerle nakleder:“Çadırımı alçak bir tepenin üzerine kurdum, …çadırımın önüne bayrağımı asarak atlarımı ve arabamı çadırın arkasına çektim… Sonra Mahalle [sultanın kervanı) çıkageldi; bu gördüğümüz, koynunda yaşayan insanları, camileri ve pazarlarıyla, mutfaklarından çıkan dumanlarıyla (kervan hareket halindeyken yemek pişirilirdi) ve insanları taşıyan atlı arabalarıyla başlı başına hareketli bir şehirdi.’’
Erzak paylaşımı ve güvenliği kolaylaştırması sebebiyle kalabalık seyahat eden kervanın masrafları genellikle ilgili yörenin sultanı tarafından karşılanırdı.
Deve kervanlarından bazıları o kadar büyüktü ki kervandaki yerinizi kaybetseniz, kalabalık yüzünden tekrar bulamazdınız. Büyük pirinç kazanlarda pişirilen yemekler yoksul hacılara dağıtılır, yürüyemeyenler yedekte götürülen develere bindirilirdi. Kervanlara eşlik eden koyun ve keçi sürülerinden süt, peynir ve et elde edilirdi. Deve eti ve sütü de tüketilir, kurutulan hayvan gübresi kamp ateşlerini beslemek için kullanılırdı. Yol üzerinde un, tuz ve suyla pide yapılırdı. Su, keçi ve sığır tulumlarında saklanmakta olup su ikmal noktaları kervanların uğrak yeriydi. Çölde gündüz aşırı sıcak olduğundan gece yolculuk yapan kervanların yaktığı meşaleler, çölü ışıl ışıl aydınlatarak geceyi gündüze çevirmekteydi.
1001 İcat Dünyamızda İslâm Mirası
Editör: Salim T S Al-Hassani