Dücane Cündioğlu, iki ayrı sunumunda şunları söylüyor:
“Ömrümüz inançlarımıza sığınmakla geçti.
İnsanın özü ustur, düşünselliktir. İnsan ussal bir canlı olmanın hakkını vermelidir. Akıl benim insanda en az rastladığım şeydir.
Yasaların kaynağı nedir? Devlet olmak için inanç gerekmez.
Büyücüler yani din adamları politik kararlarda devlete yön verirler.
Kaçıyorsun Firavun ve ordusu arkanda, önünde Kızıldeniz var. Yakalanırsan öleceksin. Asanı vuruyorsun deniz yarılıyor. Ordu tam ortada iken deniz yarılıyor. Ordu tam ortada iken deniz kapanıyor. Bu olabilir mi? Olabilir. Mantıksal bir değerlendirme yaparsak ne anlama gelir bu. Rastlantı.
Bugün inanmak, yerini düşünmeye bırakması gereken bir ergenlik aşamasıdır. Müslüman olmayı tercih etmedik. Tercih etmediğimiz şey erdemimiz olur mu? Düşüncelerinizi değiştirebilirsiniz inançlarınızı değiştiremezsiniz. İnanca giriş serbest, çıkış sıkıntılıdır, yasaktır.
Dindarların en az bildiği dönem; bilmek istemedikleri Asr-ı Saadet’tir. 30 yıl en acı dönemdir. (…) Mutsuzluk Çağı olduğu için Asr-ı Saadet deniyor.
Türkiye’de din aşağılandı, eleştirilmedi. İslâm dininin eleştirilmesi lazım. Türkiye’de inanç, inanç olarak kalmalı.
Din ısıtır, bilim aydınlatır. Türkiye de dindarlar ısınırlar ancak karanlıkta yaşıyorlar. Benim tercihim hem aydınlanma hem ısınma.
Dinin dünyada olan biteni açıklama yeteneğinin olduğuna inanmıyorum. Din anlam verir. Bilim açıklar. Peki çözüm ne? Çözümleme diyelim. Önümüzdeki tek seçenek felsefedir.”
(Kehânet, Mucize ve Devlet/İnanmanın Keyfi- Düşünmenin Izdırabı – İHV, 24 Kasım 2018, Ankara)
“Düşünmeden yorulduğunda tasavvufa verirsin kendini, ibadete verirsin.
Din düşünme hareketi değil, eylem hareketidir.
Dindar bilincin düşünmeye ihtiyacı yoktur.
Adem ve Havva’yı kabul ederseniz ensest ilişkiyi onaylamış olursunuz.
Din anlam verir, bilim açıklar. Bilim analitiktir.
Düşünce parçalara ayırır, din bütünler.
İnanç bizi ısıtır. Düşünme bizi doğruya ulaştırır, soğuktur: Üşürüz.
Felsefe, bilim dine karışamaz. Din de oraya karışmasın.
“Düşünmez misiniz? “(Âyetini kastederek), Düşünüyorum, eee ne olacak, ne olmuş?
Düşünme dini bilinçten beslenmez.
Domuz eti ya da sığır eti yenmez. Hangisi doğru?
İnancı düşünceye çevirdiğinizde (kilise de bunu yaptı) hata yaparsınız.
Nübüvvet düş mekanizmasıdır. Kalbe ilham olmaz.
10000 ilahiyat hocası varmış. Düşünsel seviyeye katkıları sıfır.
İslam inancı, İslam düşüncesine dönüşürse politik bir silaha/araca dönüşür.
Allah’ın düşünceyle işi olmaz.
(Tarihselciliğin Eleştirisi/ Marmara İlahiyat Fakültesi, 26.02.2019, İstanbul)
***
“Modern Aydınlanma Hareketiyle ortaya çıkan pozitivizm ve materyalizm felsefeleri, bilimi ve dini iki ayrı/karşıt alan olarak yapılandıran bir düşünce inşa etti. Tanrı tahttan indirildi! Metafiziksel değerlerden arınık bir dünya görüşü etrafında yeni bir bilim bilinci ve bilim adamları çevresi oluştu. Modern epistemik cemaat! Din bile bilimle tanımlanmaya başlar. Genç Hegelciler bunu en materyalist biçimde yaptılar. Feurebach, bunun mürşidi. Antropolojik teoloji inşa eder. ‘Din aklın rüyasıdır’ der.” (Ergün Yıldırım, Hangi Bilim, Hangi Din ya da Hegelci Müslüman Materyalist Olur mu?/ Yeni Şafak, 16.06.2019)
Geç Aydınlanmacı, pozitivist, materyalist, bilimci cemaate intisap etmiş görünen Dücane Cündioğlu, yukarıda alıntıladığım cümleleri üzerimize boca ediyor.
Bay Cündioğlu! Geçmişte yaptığın güzel çalışmalar takdire şayan. Duygusal bir mahalle mensubiyeti ile sana değer vermeyen, ürettiklerinle seni değerli gören bir Müslümanım.
Yazının kurgusu ‘siz’ demeyi kaldırmayacağı için ‘sen’ diye hitap ediyorum. Biraz da aynı mahallenin sokaklarında ayak izlerimizin birbirine karışmasına say. Umarım yadırgamazsın.
Senin gibi akıllı ve üretken bir Müslümanın mahalle değiştirmesi, referanslarını başka odaklarda araması oldukça üzüntü verici.
Daha üzüntü verici olan; birey-mümin olma gayreti içinde, kulu olmayı en büyük rütbe gördüğüm alemlerin efendisi Yüce Allah’a kendince meydan okuyuşun, hafife alman, ‘Allah’ın düşünceyle işi olmaz’ diyecek kadar fütursuzlaşman… Allah adına sen mi karar veriyorsun? Nübüvvetlik makamı sana verildi de ne olduğunu biliyor gibi akıl yürütmelerin. Batılı felsefecilere ait cümleleri kendi cümlelerin gibi kullanman…
“Bilim dininin” kıdemsiz inananı olarak, heyecanını gizleyemiyorsun. Maalesef altından kalkamayacağını düşündüğüm laflar ediyorsun.
Biliyor musun kimse bana, ‘Müslüman ol, şöyle yap!’ demedi. Alnıma kimse silah dayamadı Müslüman olmam için. Düşündüm, ölçtüm, tarttım ve tercihte bulundum. ‘Tanrısız’, amaçsız, başıboş ve rastlantısal bir evren olamazdı. 18 yaşında, dünyanın orta yerinde yüzümü ‘Yüce Allah’a döndüm. Dilediğimi Rabbim diledi.
İşte o gün bugün yalnız O’na sığındım. Sonsuz hamd ve şükürler olsun ki, ‘Sahibimin’ fizikötesi destekleriyle akıntılara kapılmadım, kalabalıklara uymadım. Hayret makamında yalnız O’na sığınmaya devam edeceğim… İnançlar sığınılacak yerler değil, sığınağa götüren işaret taşları değil midir?
Bayım!
“İnsanın özü ustur” dedikten sonra “Akıl benim insanda en az rastladığım şeydir” diyebiliyorsun. Gel bu kadar kibirlenme. Aklının biricik akıl olduğunu düşünme. Sana akıl bahşeden Allah’ın bütün kullarına da akıl verdiğini unutma. Teslimiyete rıza göstermeyen aklının, hesapların görüleceği günde başına iş açacağını düşün!
‘Yasaların kaynağı nedir?’ diye sorup, cevabını da kendin veriyorsun: Devlet olmak için inanç gerekmez. Sahih, bozulmuş ya da beşeri dinlerden, ideolojilerden beslenmeyen bir devlet sahiden var mıdır. Hepsi bir yana ‘aklını Tanrı edinirsin’, arzularını, isteklerini ilahlaştırırsın; yine inançtan kurtulamazsın. Aklının öncülleri neler, referansları nereden.
Bütün din adamlarına büyücü demek, hangi nesnelliğe, insafa sığar? Konuşmanın şehvetine kapılmak tam da bu olsa gerektir. Bugün, bu ülkede sosyal, siyasal, kültürel alanlarda yetkin bilim insanları yetişmediği gibi; tefsir, hadis, kelam v.b. alanlarda da otorite olacak ilim insanları yetişmiyorsa, intisab ettiğin mahallenin faşizan sisteminden kaynaklanmıyor mu?
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de faşizmin süslü adı demokrasi değil mi? Demokrasi bir ‘yönetim biçimi’ mi, yoksa hiçbir ötekiyi kabul etmeyen despotik bir ideoloji hatta din mi? Batı dışı tüm dünya, Batı demokrasisinin ideolojik, kültürel ve entelektüel kuşatması altında değil mi? Öyle bir baskı mekanizması inşa edildi ki, Müslümanlar bile meşruiyetlerini demokratik düşünce, değer ve ideoloji kalıplarında arar oldular. Medeniyet iddialarını kaybettiler.
“Felsefe, bilim dine karışmaz. Din de oraya karışmasın” diyorsun. Sahiden böyle mi? Fetişleştirdiğin aklın, nasıl kabulleniyor bu yalanı? “Düşüncenin ıstırabı” bu mu? Allah’ın hükümlerinin, bilimci akılyürütmelerle reddedildiği bir dünyada yaşamıyor gibisin. Dine karışmadığını iddia ettiğin bilimle, aziz İslâm’ı tanımlıyorsun, farkında değil misin?
Müslümanları ahlakî her türlü eleştiriye tabi tutabilirsin. Ama ettiğin laf çok büyük : “İslâm dininin eleştirilmesi lazım!”
Müslüman coğrafyada ‘düşünce kuduz köpek gibi ne zaman kovalanmaya’ başlandı. Müslüman şehirler çok dinli, çok mezhepli, çok etnik yapılı insan guruplarını bünyesinde nasıl barındırdı? Demokratik emperyalistler, kadim şehirlerimizi neden yerle bir ediyorlar? Hak, hukuk, adalet, özgürlük, insan hakları, düşünceye saygı gibi evrensel kavramları, emperyal amaçları için neden araçlaştırıyorlar? Bunları söylerken, İzzetbegoviç’in “Dinimiz en iyisi ama biz Müslümanlar en iyisi değiliz” sözünü de unutmuyorum.
Emevî saraylarında haçlarını sallayarak dolaşan danışmanlar vardı. Abbasî kütüphaneleri dünyanın en fazla kitap barındıran kültür merkezleriydi. Savaş ganimeti olarak kitap kabul eden Abbasî sultan-halifeleri vardı… Avrupa, antropolojik köklerini bu kitaplarla yeniden keşfetmedi mi?
“Kızıldeniz’in yarılması” mucizesini küçümsüyor, ”rastlantı” etiketiyle formatlıyorsun. Bir “rastlantı” da senin yeni cemaatine “tesadüf” (?!) etse olmaz mı? Ne hikmetse binlerce yıldır “rastlantı” gerçekleşmiyor.
“İnanmak, ergenlik aşaması” öyle mi? İnancın ana unsuru Yüce Allah’ı, peygamberliği ve ahiret hayatını hafife alma kimin haddine? Yüce Yaratıcı’yı, Nübüvveti, düşünceden uzak dini(?!), aklının/dilinin mezesi haline getirecek kadar kendini kaybetmişsin.
Tarihimiz bize aittir. Doğruları ve yanlışlarıyla. Aziz İslâm’a ait olan hakikatle, kültürel yansımalarının gerçekliklerini birbirine karıştırmayız.
İşine geldiğinde, dönemsel kültürel yansımaların göstergesi olan fıkhi uygulamaları dinin özü gibi gösterme cinliğine pirim vermeyiz.
Bilim neyi aydınlatıyor? İman ettiğin Batı menşeili bilim; açılması gerekene karanlık, örtülmesi gerekene ışık olmasın? Pornografik bir aydınlanma. Şiddete, sömürüye, beyaz adamın üstünlüğüne, ırkçılığa, talana, tabiat dahil her şeye diz çöktürmeye, Tanrı’yı yeryüzünden kovmaya, kitle imha silahları üretmeye, göçmenleri fakirleri asalak gibi görmeye, bilimsel kılıklı laboratuvarlarda hastalık üretmeye, içkiye, uyuşturucuya, kumara, tepeden tırnağa ensest ilişkiye, merhametsizliğe, yalnızlığa/ailesizliğe, depresyona, intihara… Dört yüz yıldır aklı/bilimi Tanrı edinmiş Batı Medeniyetinin dünyaya armağan ettikleri. Maddeten ileri manen çökmüş bir Batı. Zenginliği arttıkça insanın yok olduğu, yalnızlığın ve intiharların zirve yaptığı bir medeniyetin çocukları dünyaya ne söyler? Tüm bunlar: Eleştirel bakışaçıları, ürettikleri, azalsa da bağımsız düşünürleri, halkın değer yargılarıyla örtüşen devlet yapılanması, kendileri için inşa ettikleri sosyal hukuk devleti gibi vasıfları, sistemli donanımlı ve temiz şehirleriyle bizden geride olduklarına işaret etmiyor…
Vahye dayalı dinin, insana, topluma, hükmedenlere, göklere ve yeryüzüne söyleyecek çok sözü vardır. “Denizler mürekkep, ormanlar kalem olsa Yüce Yaratıcı’nın sözü bitmez.”
Müslüman olmak kolay, Müslüman kalmak zordur. Müslüman kalamayana üzülürüz. Katli vacip demeyiz. Köprüleri yıkmamasını hatırlatırız. “Dileyen inanır, dileyen inanmaz”…
Merhameti sonsuz Rabbimizin sözleri üzerine düşünür ve gücümüz yettiğince yaşamaya gayret ederiz. Firavunu bile kaybetmek istemeyen Yüce Yaratıcı’nın hikmetli yaklaşımını, düşünce yolculuğumuzun işaret taşlarına dönüştürürüz.
Tarih boyu inanç erleri, önderleri, ıstırap çekmekle kalmadılar, canları malları şerefleri aileleriyle büyük bedeller ödediler. İnanç bedende tutsak olamayacağı için. Yolumuzu aydınlattılar.
Bay Cündioğlu! Düşünen “dindar bir bilinç”, sözlerini eleştirdi lakin seni yok saymadı… Seni düşünmeye, inanmayan aklın karanlık tapınaklarından aydınlığa davet ediyorum!
Her Taraf / Mehmet Yavuz Ay