Sayın Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit gazetesinin 9 Şubat tarihli nüshasındaki “Oy vermek” başlıklı yazınızla ilgili birkaç kelam etmek istiyorum.
Bu mektubumda oy verme konusundaki yaklaşımlarınızı tartışacak değilim. Birkaç yıl önce kaleme aldığım “Oy vermemek koy vermek midir?” başlıklı yazımda bu konudaki düşüncelerimi okuyucularla paylaşmıştım. İstenirse bu yazı internet ortamında bulunup okunabilir.
Allah Rasulü’nün (s), muhacir ve Ensar’la birlikte Medine’de inşa ettiği iktidarın mahiyeti veya Hz. Ömer’in Kudüs’teki toplumsal tasarrufları konularına da girmeyeceğim. Bu konularda sadece şunu belirtmekle yetineceğim: Her iki modelde de hükümran olan İslam ve Müslümanlardı.
Asıl üzerinde durmak istediğim ve bu mektubun kaleme alınmasına yol açan husus, yazınızda, batıl sistemleri yönetmeye namzet olma tercihini meşrulaştırmak için, Rabbimizin güzide elçilerinden Yusuf (a.s.)’ı söz konusu etmiş olmanızdır.
“Hz. Yusuf kimin döneminde görevdeydi!” şeklindeki cümlenizi üzülerek ve tabii ki yadırgayarak okudum ve hakkı tavsiye sorumluluğu gereği size bu konuda Kur’anî hakikatleri hatırlatmak istedim.
Öncelikle, mevcut gayri İslami sistemi yönetmeye talip olan muhafazakâr çevrelerce yıllardır dillere pelesenk edilen Hz. Yusuf konusunda doğru bilgiye sahip olmadığınız anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yanlış bilgi beraberinde yanlış kanaati getirmekte ve Rabbimizin bu güzide elçisinin katiyetle beri olduğu batıl bir konumu ona yakıştırabilmekte ve onun üzerinden bugünkü batıl yönelimleri meşrulaştırmaya çalışmaktasınız.
Sayın Dilipak, siz de çok iyi bilirsiniz ki İslam akidesinin ve dolayısıyla siyasetinin temeli, batıldan teberriye dayanır. Kur’an’daki tüm peygamber kıssaları bize, Rabbimizin elçilerinin davetlerine öncelikle batıldan, putlardan ve putçu toplumsal/siyasal işleyişlerden beraatlerini ilanla başladıklarını anlatır.
Henüz ilk yıllarda nazil olan Müzzemmil Suresi 10. ve Müddessir Suresi 4-5. ayetler Hz. Peygamber’in mücadelesinin temelinde de bu tavır ve duruşun bulunduğunu bize göstermektedir. Sizin “Hz. Yusuf kimin döneminde görevdeydi!” cümlesiyle batıl bir iktidarın görevini kabul ettiğini ima ettiğiniz Hz. Yusuf’un da aynı çizgide hareket ettiğini biz Kur’an’ın konuyla ilgili anlatımında görmekteyiz. Lütfen şu ayet-i kerimeleri dikkatlice okuyunuz:
“(Yusuf) dedi ki: Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terk ettim. ‘Atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a hiç bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değildir. Bu, bize ve insanlara Allah’ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar olan bir tek Allah mı? Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 12/37-40)
Zindan arkadaşlarına davetinde Mısır toplumunun mevcut dininden teberri ettiğini ifade eden, hükmün ancak Allah’a ait olduğunu vurgulayan ve ancak Allah’ın dinine uyma çağrısı yapan Hz. Yusuf’un, zindanda dile getirdiği bu hakikatleri sarayda unuttuğunu mu zannediyorsunuz!
Kur’an’ın anlattığı Hz. Yusuf, zindandaki onurlu daveti ve duruşu neticesinde, Rabbimizin kendisine bahşettiği rüya tabiri özelliğinin de katkısıyla Mısır’daki mevcut iktidarı kendisine teslim ve tabi kılmış, muktedir olarak, dilediği gibi hareket edebileceği tam yetkiyle Mısır’da iktidar olmuş
[1] ve kralın diniyle değil Allah’ın diniyle hükmetmiştir.
[2]
Yusuf Suresi 100. ayetteki taht ve 101. ayetteki mülk (hükümranlık) ifadesi de Hz. Yusuf’un Mısır’daki iktidarını anlatmaktadır. Zaten tarihsel anlatımlar da, kralın Hz. Yusuf’a iman ettiği ve iktidarı ona devrettiği yönündedir.
Sayın Dilipak, lütfen Hz. Yusuf’la ilgili yaklaşımınızı bu Kur’ani çerçevede yeniden gözden geçirin ve Hz. Yusuf’a açık bir bühtanı ifade eden atfınızı tashih edin.
Bunun yanı sıra size bazı güncel sorular yöneltmek isterim. Umarım bu yazdıklarımı Allah için ciddiye alır ve vicdanınızda gereken cevapları vermeye çalışırsınız.
Mevcut batıl sistemleri yönetmeye talip olma tercihini Hz. Yusuf üzerinden meşrulaştırmaya çalışmanın ne büyük bir yanlış olduğunu birkaç soruyla vuzuha kavuşturmaya çalışayım…
1- 1. Sizce Hz. Yusuf bugün yaşasaydı, yasamanın kaynağında Allah’ın iradesinin hükümran olmadığı bir sistemin yürütme makamlarında görev alarak hükmetme makamında olduğu halde “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen bir mü’min” konumuna düşer miydi?
2- 2. Hz. Yusuf bugün yaşasaydı, faizciliğe dayalı bir sömürü ekonomisinin hakim olduğu mevcut sistemin herhangi bir icra makamına talip olarak faizci sömürü düzeninin uygulayıcısı olmayı kabullenir miydi?
3- 3. Hz. Yusuf bugün yaşasaydı, resmi faiz kurumları (bankalar), resmi kumar kurumları (Milli Piyango, Spor Toto, İddaa gibi) ve fuhşu vergilendirerek “kutsal kazanç kapısı” ilan eden vergi sistemi üzerine kurulu bir iktidar aygıtının yöneticiliğini kabul eder miydi?
4- 4. Hz. Yusuf bugün yaşasaydı, küresel küfrün fiilen müttefiki durumunda olan ve onlarla NATO gibi ortak ittifak kurumları içerisinde yer alan bir şirk düzeninin bakanlık, başbakanlık veya cumhurbaşkanlığı gibi icra makamlarını üstlenmeyi kabullenebilir miydi?
5. Hz. Yusuf bugün yaşasaydı, merkezinde bir anıt mezarın bulunduğu ve her şehirde, her yerleşim biriminde bu anıt mezarda yatan kişinin heykelleriyle temsil edilen putçu bir sistemin icracısı olmayı kabullenir miydi?
Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ancak siz de çok iyi biliyorsunuz ki Hz. Yusuf tüm bu şirk, fısk, zulüm kurumlarının ve bu işleyişin yöneticiliğini kabul etmek şöyle dursun, bunları akidevi bir zorunluluk olarak reddeder ve bu batıl kurum ve işleyişlerin ortadan kaldırılıp yerine hakkın ikame edilmesi için mücadele ederdi.
Sayın Dilipak, tüm bunları emr-i bil maruf, nehy-i anil münker sorumluluğum gereği yazdığımı, maksadımın Hz. Yusuf’la ilgili yaygın bir yanlış kanaatin sorgulanması konusunda karınca kararınca bir adım atmak olduğunu bilmenizi isterim.
Allah’a emanet olun.