Düşüncenin özü hakikattedir. Hakikat yani değişmeyen ve kalıcı olan. Öz, merkezdir, geçmiş ve gelecektir. Özünde var olanlar geleceğe dönük yoluculuklarında emin olduklarında neler yapabileceklerini bilirler.
İslâm milleti özde İslâm ve Müslüman. Kendisini Müslüman bilen her insan özü bakımından değerlidir. İnsanların mesafeleri, ilgileri, dikkat ve duyarlıkları farklı olabilir. Çünkü insan yani insan insandır. Merkez ile çevre ya da dış birbirlerine olan yakınlıkları birçok şeyi belirler.
Bütünlük ve samimiyet aslı belirler.
Yaşamakta olduğumuz şu dünyada, Müslümanların insan olma erdemleriyle birlikte gerçekte yabancılıkla iç içeleşmiş, bulanmış kendisi dışında bir başkası olmuştur. Modern dünyanın araçları insanları büyülediğinden büyülü olandan vazgeçemediklerinden bir kapılış içindedirler. Dalgalar savuruyor. Bu büyük dalgalar baş döndürüyor.
Kimi görünümler, davranışlar bu savruluş içinde gerçeği yansıtmaz. Kapitalist, maddeci ve materyalist dünyanın Müslüman’ı görünümde Müslüman’dır. Ona bir itiraz olamaz. Fakat İslâm adına söylenenler ile yapılanlar hakikat ile örtüşmez.
Kapitalizm ve materyalizm zalimdir, insanlara zulmeder ve sömürür. Kendi kavramlarını da oluşturur. Öğrencilik yıllarımda üstad Sezai Karakoç’un Allah’a İnanmak ve İnsanlık kitabını okuduğumda benim için bir dönüm olmuştu. Sağ ve sol çatışmalarının ve gerilimlerinin yoğun olduğu, her gün onlarca insanın öldürüldüğü günlerdi. O günlerde solculara göre sağcılar faşist, kapitalist, Amerikan yanlısı sömürüden yana, emeğin düşmanı, insanları acımasızca öldüren vahşilerdi. Sağcılara göre solcular dinsiz, ateist, komünist, namus duygusu olmayan Rusya yanlılarıydı. Üstad bu kavramların Batı’dan geldiğini, sağcılığın şeytanın sağ yanını, solculuğun da sol yanını oluşturduğunu, her ikisinin de materyalist olduğunu vurguladıktan sonra, “Bize göre her ikisi de şeytanın sol yanını oluşturuyor. Müslümanlar ise sağcılığın zulüm altında ezilmektedirler” anlamında bir belirtide bulunuyordu. Çünkü Müslümanlar Batı düşünceli sağcılığın altında ezilmektedirler. Üstad bu kitapta yer alan yazılarını Ruhun Dirilişi kitabında başka yazılarıyla birlikte bir araya getirdi. Bu kitabı 1970 yılında okumuştum, benim için bir dönüm olmuştu. Bulunduğum ve yaşadığım çevrede sol düşüncenin egemen olduğu bir ortamda kendimizi sağcı değil bir Müslüman olarak anlattık ve öyle gördük.
Yılların dalgaları çok sarsıcı geçiyor. İslâm düşüncesinin yeniden yeni bir gençlikte yer etmeye başlamasıyla suyun kendi akarını bulmasına yönlendirmişti. Bununla da epey bir mesafe alınmıştı. Kimi siyasal oluşlar da bu öz üzerinde olma çabasındaydı.
İdeal düşüncenin yer edişi bir yandan da bir dava bilinci oluşturuyordu.
Hızlı bir değişim var. Kimi olumlu gibi görünümler o kapitalist ruh ile donanımlı olunca, geçmişin sağcıları ile aralarından pek bir fark bulunmuyor. Konum ve mülk sahibi olmanın sınırsızlığı muhafazakârlığa evrilirken, sistemin içinde kapitalizmin, kirli sermayenin sınırsızlığının bulamacında kendi olmaktan tam anlamıyla uzaklaşıyor.
İnsanlar, yani Müslümanlar kapitalizmin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyorlar. Emeklilere ihtiyaç kredisi muştusu verilirken faizi kanıksatıyorlar. Bu alt katmandakiler için bir kırıntıdan ve avunmaktan başka bir şey değildir. Bu çok basit bir örnek. Çünkü asıl buz dağı diğer tarafta duruyor.
Zamanın hızlı akışında değişen ve dönüşen yapılar, yani insanlar kendilerine yer edinebilme adına türlü hâllere girerler, bahaneler ararlar, üretir ve bulurlar.
Müslüman bulunduğu özü korumada bir sorumlulukla yükümlü. Özden kopanlar geçmişten gelen bir deyimle yuvarlanan taşlar gibi yosun tutmazlar. Uçurumdan savruldukça paramparça olurlar ve dağılırlar. Hakikate bağlı, hakiki olmak öz sahibi olmaktır.
Ali Haydar Haksal/Milli Gazete