Seksenli yılların başında Malik b. Nebî’nin vasıyetine uyarak Cezayir’de yapılan toplantılardan (el-Mülteka) birine katılmıştım. Malik, “her yıl üniversite gençleri ile öğretmenler için bir toplantı yapın, bu toplantıya İslam dünyasının mütefekkir, mücahid, âlim, önder kişilerini davet edin, gençler ve öğretmenler bunlarla tanışsınlar, onları dinlesinler, birebir sorular sorsunlar…” demişti ve toplantılar bu talimata uygun olarak yapılıyordu.
Cezayir Devlet Başkanı Şadli b. Cedîd’in asker kökenli olmasına rağmen alimlere büyük saygısı vardı. Cezayir’de dersler veren, konuşmalar yapan ve bazı ilmi kurumları yöneten M. Gazzâlî de bu alimlerden biri idi ve devlet başkanının onun ayakkabısını giymesine yardımcı olduğu biliniyordu.
Şadlî bir resepsiyon vermişti, davetliler veda için sıraya girdiler, ben de Ürdün Evkaf Bakanı ve önemli fıkıhçılardan Abdülaziz Hayyat’ın hemen arkasında bulunuyordum. Hayyat Cezayir Televizyonu’nda bir konuşma yapmış ve o günlerde bu ülkede slogan haline gelmiş bulunan “Araplık, Sosyalizm ve İslam” üçlüsünden sosyalizmi sertçe eleştirmişti. Şadlî ona “Üstadım, bizim sosyalizmimizi çok hırpaladınız” dedi, Hayyat “Elbette hırpalarım; çünkü o İslam’a ve fıtrata aykırı” cevabını verdi, Şadlî, “Üstadım sosyalizm bir tenceredir biz onun içine İslam’ı koyuyoruz” dedi, Hayyat “Öyleyse adına ‘İslam Tenceresi” deyin cevabını verdi, gülüştüler.
Bu toplantının iki yıldızı vardı; biri İranlı Hâdî Hüsrevşâhî, diğeri Muhammed Gazzâlî. Birincisi o günlerde henüz taze olan ve İslam dünyasında büyük heyecana sebep olan İran İslam Devrimi’ni temsil ediyordu, ikincisi ise ilmi ve cihadı ile gönülleri fethetmiş olan Muhammed Gazzali idi. Onlar kürsüye çıkınca yer yerinden oynuyor, büyük kapalı spor salonunun tavanı uçacak gibi oluyordu.
Yazımın asıl konusu Gazzâlî’nin, “halimiz ve çaremiz” konusundaki on meddelik çarpıcı tespitidir, ama önce onu, hayranlarından M. İmâra’nın kaleminden kısaca tanıtmak gerekiyor (Bak. TDV İslam Ansiklopedisi).
22 Eylül 1917’de Mısır’ın Buhayre vilâyetinin Neklâl‘ineb köyünde doğdu. Tasavvuf ehline karşı büyük saygısı olan babası, rüyasında Ebû Hâmid Muhammed el-Gazzâlî’den aldığı işaret üzerine oğluna Muhammed el-Gazzâlî ismini koymuştur. İlk öğrenimine köyünde başladı ve Kur’an’ı ezberledi. Ailesinin İskenderiye’ye göç etmesi üzerine Ezher’in ilköğretim kısmına girdi ve 1937’de lise kısmından mezun oldu. Bu sırada İskenderiye’de İhvân-ı Müslimîn lideri Hasan el-Bennâ ile tanıştı ve teşkilâta katıldı. 1941’de Ezher’in Usûlüddîn Fakültesi’ni bitirdi. 1943’te aynı fakültenin Dâvet ve İrşad Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı, ardından Kahire’deki Atebetü’l-hadrâ Camii’ne imam-hatip olarak tayin edildi. Hasan el-Bennâ’nın 12 Şubat 1949’da bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine yerine Ekim 1951’de Hasan el-Hudaybî onun yerine geçmişti, ancak onun görüşlerini paylaşmayan Muhammed el-Gazzâlî teşkilâttan ayrıldı ve bu dönemden itibaren hiçbir teşkilâta bağlı kalmadan İslâmî davete devam etti. Ezher Camii’ndeki uzun vâizlik görevinin ardından Abdülhalîm Mahmûd’un Vakıflar Bakanlığı sırasında Kahire’deki Amr b. Âs Camii’ne hatip ve vâiz tayin edildi. Kendi ifadesine göre, Seyyid Kutub hakkındaki bir tahkikat sırasında İhvân-ı Müslimîn aleyhinde ifade vermesi yönündeki bir talebi reddetmesi yüzünden tutuklanarak Tûr Hapishanesi’nde yaklaşık bir yıl hapis yattı (1965). 2 Temmuz 1971’de Dâvet ve İrşad Dairesi Başkanlığı’na getirildi. 1974’te Muhammed Ebû Zehre ile birlikte medenî kanundaki tâdilât çalışmalarına karşı çıktığı için görevinden alındı; ayrıca Kahire’de Amr b. Âs Camii’nde vâizlik yapması da yasaklandı. 1985-1989 arasında Cezayir’deki Emîr Abdülkādir Üniversitesi’nin hem kurucusu hem akademik kurul başkanı oldu. 1970’lerden itibaren şöhreti İslâm dünyasında yayılmaya başladığında birçok ülkeyi ziyaret edip buralarda İslâmî davetle ilgili pek çok toplantıya katıldı. Riyad’da bulunduğu bir toplantı sırasında 9 Mart 1996 tarihinde vefat etti ve Medine’deki Cennetü’l-bakı’ Kabristanı’nda defnedildi. Diğer hocaları yanında Hasan el-Bennâ onun mânevî hayatında ve irşad anlayışında derin etkiler bırakmıştır Seyyid Kutub’un da dahil olduğu, Muhammed el-Gazzâlî, Abdülkādir Ûdeh ve Mustafa es-Sibâî’den oluşan ilim ve fikir adamları grubu özellikle Hasan el-Bennâ’nın İslâm’da sosyal adalet öğretisinden etkilenmiştir. Muhammed el-Gazzâlî, başta Mısır olmak üzere bütün İslâm dünyası için bir ıslah programı çerçevesinde fikirlerini sunmayı hedeflemiştir; bir yandan Batı hayranlığı ve taklitçiliğini destekleyen çevrelere, öte yandan 23 Temmuz (1952) inkılâbı öncesi İngiltere sömürgeciliğine karşı tavır almış, Filistin sorunu konusunda İhvân-ı Müslimîn’e destek vermiş, 23 Temmuz inkılâbının ardından Batı’nın sosyal ve kültürel açıdan dinin toplumdaki etkinliğinin azaltılması projesine karşı büyük tepki göstererek tek kurtuluş çaresinin İslâm’ın temel değerlerine dönmek olduğunu savunmuş, bu konuda İslâm davetçisine büyük görevler düştüğünü belirtmiştir. Muhammed el-Gazzâlî, İslâm dünyasındaki yozlaşmanın başlıca sebeplerini mezhep kavgaları, siyasî bunalımlar, yöneticilerin ihmal, gaflet ve Batı taklitçiliği, ilim adamlarının faydasız tartışmalarla vakit geçirip gereken ictihadı yapmamaları, Müslümanlar arasındaki çıkar çatışmaları, toplumun Batı hayat tarzına yönelmesi, ilim ve teknik bakımından geri kalması gibi hususlarda görür. Mısır’a İslâm vatanının bir parçası olarak bakarken modern dönemde kin, düşmanlık ve ırkçılık üzerine kurulan milliyetçilik anlayışını reddeder. İslâm’ın diğer dinler ve Batı’dan gelen sosyalist, komünist vb. ideolojiler önünde üstünlüğünü savunur; bu tür ideolojilerden Müslüman milletlerin korunması ve kurtarılması yönünde irşad faaliyetlerini sürdürmenin zaruretini vurgular…
Yeni Şafak – Hayrettin Karaman