Büyümenin Büyüsü
Kapitalizm dünyaya hükmediyor ve devlet adamlarımızı ipte cambaz gibi oynatıyor.
W. Sombart
1972’de BM’nin ilk “Çevre Konferansı” yapıldı. Ardından Viyana (1985), Montreal (1987), Londra (1990), Rio de Janero (1992), Berlin (1995), Kyoto (1997) ve Bonn (1999) konferansları toplandı.
Tabiat can çekişiyor, tehlike çanları çalıyordu. Bir çözüm bulunması lazımdı.
İnsanı ve tabiatı, teknoloji-sanayi-endüstri aracılığı ile akıl almaz üretime ve eşdeğer tüketime mahkûm eden, zorlayan kapitalizm karşısında şu muğlak ve zavallı formülde karar kılındı: “Sürdürülebilir kalkınma”. Bir nevi Yalova Kaymakamı.
Nüfus artıyor, ihtiyaçlar (!) artıyor, üretim ve tüketim artıyor, tabiatın nimetleri insafsızca harcanıyor; arsızca tüketilen nimetler çöp olarak yine tabiata fırlatılıyor.
Bu nedir?
Bu büyümedir.
Her fert, her devlet pastadan pay istiyor. İnsanlık büyülenmiştir. (İ. Tatlıses’in “Ben de isterem” parçasını hatırlayın).
Ticarileşmiş yıllık dünya enerji tüketimi 1800 yılında 10.6 milyon ton kömüre eşit iken bu rakam 1990’da 10.875’e yükseldi ve artarak devam etti.
Tarım toplumundaki hayat tabiatla insan arasında bir dengeye dayanıyordu.
Sanayi toplumu dünyayı hem tahrip etti, hem kirletti.
Sonunda “iklim değişikliği” protestosu 16 yaşındaki bir aktivist kızın omuzuna yüklendi. İster filmini çekin, ister kızın fotoğraflarını tişörtlere basın, satış serbest.
Karbon gazı emisyonu 1860’ta 100 iken 2010 sularında 10.000 rakamını geçti.
Hudut aşılmıştır.
Büyümenin faturası ödenemez hale gelmiştir.
Bu iğrenç faturayı zengin Kuzey, açlıktan ölmek üzere olan Güney’e çıkarıyor.
Açlıktan ve ölümden kaçarak (Niçin kaçıyorlar bi düşünün) Akdeniz’i geçip Avrupa kıyılarına ulaşan bir mülteci kayığından 15 mülteciyi AB üyesi hiçbir devlet kabul etmiyor. İşte hümanizm, işte demokrasi, işte evrensel hukuk, işte bilim, işte sanat, işte insan hakları, işte büyüme.
Evet büyüme.
Akıldaneler şunu diyor: Finansal, endüstriyel, teknik ve bilimsel kaynakların çoğuna sahip yüksek gelirli ülkeler geleceği güvence altına alacak madde ve enerji kullanımına imkân veren dünya ölçeğinde bir strateji önerebilir. Hani nerde? Buzullarda sıkışan iki balina için dünyayı ayağa kaldırıyorlar ama, fakir Güney’de açlıktan ölen çocuklar kimseyi kazımıyor. Kimse yoldan çıkmasın diye, çağdaş köleliğin devamı için projeler yapılıyor. Uyduruk sebeplerle çıkarılan savaşlar, insafsız yaptırımlar, içten çökertmeler ve terör.
Bunlar bir yana.
Büyümezsek çökeriz!
Ne iş kalır, ne aş!
Namerde muhtaç oluruz. Gelir bizi esir alırlar. Bu korku, bu güce tapma, bu onur kırıcı zihnî esaret.
İşte zurnanın zırt dediği yer. Bir zihniyete, bir sisteme, mecburî istikamete, bükemeyeceğin bileğin elini öpme noktasına gelinen yer. (Bizi bitirirler korkusu yersiz. İki metre olan ABD askerleri bir karış boyundaki Vietnamlıları yenemedi. Bombalanmadık bir metre yer bırakmadılar. Sonunda kıçlarını dönüp gittiler. Daha dün.)
Ben size sabırdan, şükürden, kanaatten, rızkı verenin Cenab-ı Hak olduğundan, aç iken karnına taş bağlayan bir peygamberin ümmeti olduğumuzdan söz açsam ne diyeceksiniz?
Modern olanın cevabı: “Dini bu işlere karıştırma”. Benim cevabım: “Uysallığın lüzumu yok, isyanın sırası değil”.
Gün ola harman ola!
Yeni Şafak / Mustafa Kutlu