Dünyadaki mevcut sömürü düzeninin ve çarpık, adaletsiz anlayışın yerine yeni bir dünya inşa etmek diye bir ideali unuttuk. İslam alemi, özelde de Türkiye artık böyle bir şeyi kafaya takmıyor, önemsemiyor, zihnini bunla meşgul etmiyor. Hakim nizama, mevcut sömürü düzenine eklemlenmek, onun içinde bir dişli vasfında olmak, emperyalistlerle “uyum içinde” ve “eşgüdümlü” olarak çalışmak bize kafi geliyor. 80 darbesinden 7 ay önce hayata geçen 24 Ocak Kararları da bu yolda bir adımdı ve açtığı yolda hem siyasi hem de ekonomik olarak emperyalizme eklemlendik.
Türkiye’nin, her anlamda küresel nizamın bir parçası olma yoluna girişi tam da o zamandır. Geçen neredeyse 40 yılda zenginin daha da zenginleşip fakirin giderek muhtaç duruma düştüğü, orta direğin çöktüğü, insanların borca battığı, bankalara mahkum edildiği bir yapı oluştu. Bankalardaki birkaç yüz bin milyoner hesap, toplam mevduatın yarısına sahip oluyor, ki mevcut paylaşım manzarası da tam da böyle gerçekleşiyor zaten.
Dünyadaki adaletsizliği ve yanlışları düzeltmek idealinin başlangıç noktası öncelikle kendi yanlışlarımızı, eksiklerimizi düzeltmekten geçiyor aslında. Öncelikle kendi insanımızı huzur ve sükuna kavuşturmamız, mutmain etmemiz, sıkıntılarını çözmemiz gerekiyor.
Mesela, her gelen iktidarın kendi zenginlerini ve sermayesini meydana getirmesi durumu sürüyor. Bu da bir adaletsizliktir, bu da bir eksikliktir. Tüm ihalelerin birkaç müteahhit arasında paylaşıldığı, akraba-eş dost-partili durumuna göre kadroların dağıtıldığı, siyasi otoritenin istediğini zengin edebildiği bir toplumsal adaletsizlik hali de artık yadırgamadığımız bir hal alıyor. Bunun da üzerine kafa yormamız gerekir. Geniş halk kitleleri, geçim sıkıntısı içerisinde “pastadan” kendilerine düşen küçücük hisselere razı oluyorlar. Böylesi bir “paylaşım sorunu”nun uykularımızı kaçırması gerekmez mi? Toplumsal adaletsizlik, gelir dağılımında da fazlasıyla görülüyor, ki küresel nizamın alamet-i farikalarından birisi bu zaten.
Orta direk denen ve ne zengin ne yoksul olarak adlandırılan kesimlerin ölümü ta Özal döneminde gerçekleşmişti gerçi. Orta direk ve yoksulların “yetmeyen” gelirleri, bir de vergilerle tırtıklanıyor. Hem kazançlarından hem de tüketimlerinden vergi vermek durumunda kalıyorlar. Öte yandan ise, birtakım “kerameti kendinden menkul” işadamları veya şirketlerin milyonlarca liralık vergi borçları ise bir çırpıda silinebiliyor. Daha doğrusu, halkın sırtına yükleniyor. Keşke bu kadar içselleştirmeseydik bu küresel nizamı!
Kendi yakınlarına, eş dostlarına, partililerine, yandaşlarına ihaleler, makamlar, bankamatik memurluklar, çeşitli isimlerde “ulufeler” dağıtmak siyasi iktidarların bir geleneği oldukça ve bundan da vazgeçilmedikçe hem adalet duygusu zedeleniyor hem de (önemseyen var mı bilinmez ama) insanların “hakkına giriliyor”.
Kendileri için istediklerini veya kendilerine layık gördüklerini kendinden olmayan insanlar için de istemek gerekiyor aslında. Adil olmak yerine adaleti hep kendi lehine olanda görmek, tam da kapitalistçe, emperyalistçe bir bakış değil mi? Sadece küçük bir azınlığın veya kendi taraftarlarının değil de tüm insanların refahı ve selameti için çalışmak, adaleti herkes için tesise gayret etmek gerekmez mi?
Yeni bir dünya kurmak, küresel olduğu kadar yerel sömürüye ve adaletsizliklere, haksızlıklara da “dur” demeyi gerektirir.